Bizim mahallenin sosyeteleri

Ticaret hâlini alan turlar, grup hâlinde yapılan ziyaretler, beş yıldızlı otellerde yapılan ilmî kurultaylar(!)… Gelişmişlik seviyesi, har vurup harman savurmayı meşrû kılmaz; dâvâsı olanın dâvâsı, pîr ü pâk olmalıdır! Müslüman, temsil ettiği dâvâsına halel getirmemelidir.

“SİZ, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emredersiniz, kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmran, 110)

Türkiye’de “sosyete” kelimesi, ıstılahî olarak kullanılmaz, herkes farklı mânâlar yükler.

Kimi zaman fazla abartılı ve pahalı giyinme meraklılarına, fantezi türü giysi tercih edenlere de sosyete denildiği malûmdur.

Aslında kendini toplum kurallarının ötesinde bir merkeze yerleştirenlere de sosyete denilebileceği gibi, terim olarak tarifini yapmak işin en doğrusudur.

Fransızcadan mülhem bu efsûnî kelimenin tarifini şöyle yapıyorlar: “Bir topluluktaki gelir düzeyi yüksek ve kendilerine özgü yaşama biçimleri olan topluluk…”

Ayrıca bu kelimenin aynı meslek gruplarına da yakıştırıldığı, ittifak edilen tariflerdendir.

Durup dururken merakımıza mucip olan bu yazıyı kaleme almamıza bizi icbar eden saik ise, son dönemlerde muhafazakâr çevrelerde lüks hayat ve dinin iç içe girdiği pratikleri çokça görüyor olmamızdır.

Bizim, “Müslüman mahallesinde salyangoz satanlaradır” lâfımız…

Yaşadıkları hayat tarzı ve israf ettikleriyle aç milyonları besleyecekken, yedikleri ve içtiklerinin fazlasının şehrin çöp kutularına atıp irfânımıza ve ailevî yapımıza aykırı yaşarken göğü delen ucûbe mekânlarda oturduklarına bakılır ise, sûret-i haktan görünüp düşmanın değirmenine su taşıyan bîbahtlılardan bahsediyorum.

Bütün bunları yazmamıza gelince… Arz edeyim…

İslâmî bir nizamdan yanaymış gibi yapıp öyle görünmeye çalışarak, yaşadıklarıyla Müslümanların incinmesine, hattâ bu dinin müntesibi olmayanlara kem söz söyletme imkânı verenlerin bu yaptıklarını, hak yememek lâzım ki bizden önce de çok muharrir ve üstâd yazdı.

En son bu can sıkıcı konuyu Yeni Şafak gazetesindeki köşesine taşıyan sosyolog Prof. Dr. Ergün Yıldırım Hoca, mücerret misâllerle hislerimize tercüman oldu.

Yazının bir paragrafı şöyle:

“Özellikle bugünlerde sosyal medyada gündem oluşturan üç örnek var: Lüks bir yatta doğum gününü kutlayan beyazlara sarınmış başörtülüler ve onlar içinde prensese imrenerek koyu kırmızı renkli başörtülü bir kız…

İkinci örnek, Londra’da dönen kuzenler için yine lüks bir mekânda düzenlenen karşılama partisi… Yine hepsi başörtülü…

Üçüncü örnek daha taze… Doğum yapan bir kadın, yavru sarayın şatafat ve lüksüne çocuğuyla beraber doğuyor! Mevlit düzenliyor. Ama bu, bildiğimiz mevlit değil… Anne ve çocuk ismi belirgin olarak sahnede öne çıkıyor. Anne oyunun başaktörü… Anne bir manken, bebek ise ‘bebek manken’!

Mevlit okuyan kadınlar var. Hepsi de bu lüks ortamın ve oyun sahnesinin figüranları... Birer oyuncu… Bir reklâm prodüksiyonu, bir ‘Show Müslümanlık’... Tamamen gösteriye bürünen ve gösteri içinde tezâhür eden bir Müslümanlık…” (Yeni Şafak, 1 Aralık 2019)

Bu pasajda olanların müsebbiplerinin özellikle bir hususu iyi bilmeleri lâzım: “Müslüman, her şeyin en güzelini hak ediyor” mealindeki kelâm mânevî bir istikamet için olup, mesele, her türlü israfı ve şatafatı günah sayan bir anlayışın ifadesidir. Aksi takdirde bu kelimenin gölgesine sığınıp “har vurup harman savurmak” değildir. Hepimizin kulağına küpe olacak nasihati yapan Allah dostlarına kulak verelim.

Bilittifak, Hazreti Ömer’e (ra) ait olduğu söylenen meşhur serlevha kelâm-ı kibardır, “İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanırsınız”…

Bu kelâmın muhatabı olan bizler düşünürsek, “Bizim Mahallenin Sosyeteleri” başlığını kullanmama istihzâ etmezsiniz inşallah.

Çünkü bu bizim mahalleli(!), tesettür diye başka kıyafetler icat ediyor, sevinirken Frenk-meşrep, söylerken bizden görünmeye çalışıyor. Bu durumun sosyolojik izahını yapan üstâdlar, bunu biraz da “cellâdına âşık olmak” tâbirindeki topluluğa benzetirler.

Nasıl olmasın ki?

Yıllar yılı örtülü hatunları, ehl-i salâyı, sakal bırakanları şayet kendisininkine benzemiyorsa (moda tâbirle) ötekileştirenlere inat o mahut tayfaya benzemeye çalışan “bizim mahallenin sosyeteleri”, aşağılık karmaşıklığından mıdır, yoksa aklıma gelen (Allah’a sığınırım) münafıklık* alâmeti olan ikiyüzlülüklerinden midir bilmiyorum, akla hayâle gelmeyen hafifmeşrep fiillerin içindeler.

Eskiden, malûm sol veya İslâmî söylem muhalifi cenah, İslâmî hayatı yaşamaya çalışanlara her fırsatta çamur atmaya çalışır, ellerindeki daha çok yazılı neşriyatı o dönemler görüntülü temâşa (medya) vâsıtaları yaygın olmadığından Müslümanların aleyhine kullanırlardı. Hiçbir şey bulamazlarsa keçisi çalınan müftü efendi için, “Müftü keçi çaldı”** diye manşet atarlardı.

Başka bir örnek… Anadolu’nun bir köşesindeki “kız kaçırmayı” namus meselesi diye sinema ve tiyatroya resmeden ilerici cenah(!), kendi aralarındaki kepazeliklerini ise “modern hayat” diye tarif ederdi. Ama şimdi roller değişti, İslâmî hayat yaşamaya çalışan mümin ve mümineleri zemmetmek isteyen cenah-ı fitne takımı, yukarıdaki ikinci paragrafta işaret ettiğim hafifmeşreplikleri “Müslümanların ahvali budur” diye yazıp çiziyor, ekranlarda da arz-ı endâm ediyorlar.

Çünkü aradıkları istismar sahasını buldular!

Zira bizim mahallenin sosyeteleri fildişi kulelerindeki jakuzili/havuzlu saraylarında örtüye bürünen, entel ve sakallı monşerleri, ağzı boyalı, teşhir mankenlerine taş çıkartan örtülü (!) hanımları, günümüz parasıyla milyonluk cipler kullanan Müslüman kisveli zevatı gören herkes, aynı şeyi söylemez mi?

Ne gözündeki mertek kaldı, ne batırılacak çuvaldız. Bir de mevcût iktidardan göründün mü, değme keyfine o bîbahtların.

Ne yazık ki, bugün yaşanan hayatın akışı içerisinde maalesef babadan devralınmış, inceliklerine inilmeyen bir din yaşayışı hâkimdir. O kadar ki, daha titiz bir din yaşamaya çalışan veya sünnetlere dikkat ederek yaşamak isteyenler, Müslümanların arasında bile istihza konusu olabilmektedirler. İbadetler neredeyse “şartlarımıza uygun olanlar ve olmayanlar” şeklinde tasnif edilecek hâle geldi. İş maksadını aştı, mecrasını değiştirdi!

Ticaret hâlini alan turlar, grup hâlinde yapılan ziyaretler, beş yıldızlı otellerde yapılan ilmî kurultaylar(!)… Gelişmişlik seviyesi, har vurup harman savurmayı meşrû kılmaz; dâvâsı olanın dâvâsı, pîr ü pâk olmalıdır! Müslüman temsil, ettiği dâvâsına halel getirmemelidir.

İslâmî hayatı kendi arzumuza göre değil, Kur’ân ahkâmına göre, Risâlet-i Resûlullah’a (as) göre yaşamalıyız.

Cümle ehl-i Dîn ve ehl-i dil bilir ki, İslâm’ı yeniden toplum dini hâline getirebilmenin tohumu da yine bireydir. Sağlam ve ıslah edilmiş bir tohum olmadıktan sonra gürbüz ekinler olmaz.

Bu sebeple kişinin kendisi ile duygularını eğitme, arındırma, kısaca onları Müslümanlaştırma için olan mücadelesi “büyük cihad”, düşmanla olan mücadelesi de küçük “cihad” sayılmıştır.

Bu durum, İslâm’ın toplum dini olması gerçeğine ters değil, toplumda İslâm’ı temsil edecek olan bireyin hazırlanmasıdır. Ya da sağlam bir binayı oluşturacak her bir tuğlanın iyi pişmiş olması, binanın sağlamlığı için ön şarttır.

Netîceyi bir hadîs-i Resûl ile (sav) bağlayalım: “Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Âmir, memurlarının çobanıdır. Erkek, ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netîce itibariyle hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz.” (Buhârî, Müslim)

 

*Münafık: (En-Nisâ Suresi /137 Ayet mealine bakılabilir.

**Yetmişli Yıllarda Ege Üniversitesinde okurken, İslami hasiyeti olanlara iftira atmayı vazife bilmiş(!) Ege bölgesine hitap eden bölge gazetelerinin birinde bu habere rastlamıştım. (SP )