
TAŞINMAK, bir yerden bir
yere gitmek. Gözlenebilen biçimde yer değiştirmek. Birçok kişinin dâhliyle
gerçekleşen bir eylem… Daha ziyade böyle…
Taşımaksa
daha bireysel bir eylem. Aidiyet hissiyle birleşince farklılaşan bir eylem. Taşımak
hareket içeriyor. Doğru. Ancak taşımak, insanda farklı bir hüviyet kazanıyor. “Farklı”
demek galat olabilir. Kendini buluyor, hüviyetini tescil ediyor.
İnsan,
hayatı bütünüyle taşıyamaz elbette. Ancak insan, hayatın varlığını taşıdığı
ölçüde bilebilir. Hayat deniz ise insan balık gibidir. İnsanın denizi bütünüyle
keşfiyse mümkün değildir. Ne ki suyla hakikat üzere buluşmak farklıdır. Ne ki
suyu el üstünde tutmak farklıdır. Ne ki suyu güzide yerde saklamak farklıdır.
Ne ki suya kalbiyle sahip çıkmak farklıdır.
(Geri dönüşün
hesaplaşmaları iyice uzadı. Dönünce bitecek miydi? Belki… Dönünce yitecek miydi
kördüğümler? Belki... Ama bunu asıl olarak zaman gösterecekti. Doğrusu, zaman bitirecekti.
Görünen o ki, geçmişe dönük mahsuplaşmalar devam edecekti. Zira insan ne çok
düşse de bilmeliydi. Zira insan en çok ne kaybettiğini bilmeliydi! Zira insan
asıl mevkiinden uzaklaşmamalıydı. Zira bu uzaklaşmak onu yitiğinden daha da uzaklaştırmamalıydı.
Geri kazanmak, netleşmek yahut iyice grileşmek… Bunların hangisi? Ne zaman ve
hangisi?
Bizi bu iki kritik
soru karşılıyor. Kaybedilen ne varsa geri kazanılabilirdi. Kazanmak içinse
doğru adrese ihtiyaç vardı. Netleşmek için azaltmak gerekiyordu. Grileşmek de elbette
bazen zor olabilirdi. Ancak çoğu zaman kolay bir tercihti. İnsan grileşmekten
anbean kurtulabilir. Bu değişebilir de. Ne ki insan grinin derinliğinde yeniden
kaybolabilir de… Peki, insan bu girdaptan nasıl kurtulabilir? Bu da
değişebilir. En başa, adres gereken yere dönelim mi? Evet, adresin ikiye
ayrıldığı yere dönelim. Böylesi daha iyi. Doğru adres olay mahalli mi? Doğru
adres kaybedilen belde mi? Doğru adres bize hangi gerçekliği sunacak? Olay
mahalli, kendine dönmekle ne kadar özdeş? Bazen çözüme ulaşmak görünenden daha
zor. Zor hesaplara girmek, çıkmak için çözüm mü?)
Gece
oldu yine. Bu iyi. Ayaklarımda her günkü kadar yanma hissetmiyorum. Bu da iyi. Daha
çok yaz akşamlarında müptelâ olur. Mevsimin sıcaklığıyla ilgisiz bir rahatsızlık.
Neden kaynaklandığını bilemeyeceğim bir rahatsızlık. Her neyse… Biraz sonra gece
ilerleyecek. Birçok kez uyanma zorunluğu yolumu kesecek. İçinden çıkılmayan
geçmişin tozlu ikliminde… Soğuk suyla aralıksız haşır neşir olmalar… Birleşince
hepsi… Hepsi birleşince gecenin karanlığı uyumaya yetmeyecek. Gece başlamadan
bunları bilmek… Belki de bir çeşit vehim… İnsan uyumayacaksa tam uyumamalı!
Uyuyacaksa da tam uyumalı! Gündüz çatı katının ısınan kiremitleri… Dünyamıza dâhil
olmayacak parlaklıkta yıldızlar… Odaya kolunu uzatan sarmaşıklar… Babamın her
biri hazine değerindeki kitapları… Gece, odadaki eski eşyaların soğukluğu… Freni
patlamış bir zihin… Bu kadar kalabalık için bir dur tabelâsı… Durdurmadan en
başa nasıl sarabilir ki insan? Akla ziyan… Ruha ziyan…
Eşyaları
karıştırmak zihni karıştırmaktan daha iyi. Geçmişin kalıntılarını kurcalarken
ne çıkarabilir ki insan? Olsun, en azından insafsız ve ihtimâlsiz değil. Olur
ya, bir noktada zihne “Dur!” çekilebilir. Ancak zihin, her vakit travmaya
muhtaç. Normal süreçte bunun gerçekleşme ihtimâli düşük. Oldukça düşük. Travma…
Acı, tatlı ya da başka bir şey? Bu, bir enkazdan mücevher çıkarmaya benziyor. Bir
mahalleden ne ister ki insan? Bir evden? Eski eşyaların bulunduğu bir çatı
katından?
Bir
eşyadan başka bir eşyaya geçmek… Bir düşünceden başkasına geçmekten farkı var
mı? Dışı kalabalık, içi yoklukla yoğrulmuş
olmak… Evet… Bir hâlet-i ruhiyeye verilecek en iyi hediye... Bir hâlet-i
ruhiyenin de verdiği en iyi hediye… Hayâlden elini çekmeden bunu yaşamak mümkün
mü? Eşyayla bütünleşmiş, her biri özel yaşanmışlıklar mı? İlkler mi? İz
bırakmış olanlar mı? Birçok kazınmış yara mı? Yaranın bir kısmı silinmiş izleri
mi? Bilemiyorum… Arzusu tesirinden hem uzak, hem yakın. Ama biz arzuya da,
tesire de oldukça uzağız. Aynı şekilde, bağımsız bir tesire de… Eski veya yeni
bir tesire uzaklık… Tesir mi hâle yaklaştırır, hâl mi tesire? En çok bunu
bilmekten uzağız. (Arzuya fikrî yakınlık,
nasibe kalbî uzaklık… Ne acı! Cepleri
dolu, gözü ve gönlü aç mı? Bunu bilmek bile neye, kime hizmet?)
(Üç hece idi
muradımız: Ma-hal-le… Uzadı. Uzamadı efendim, biz uzattık. Özden uzaklaştıkça
kalabalığımız derinleşti. En çok özden uzaklaştıkça uzattık. Üç hece idi
muradımız. Hadi olsun, oradan uğradığımız üç kelime… Olmadı! Üç kelime, oldu üç
satır. Üç satır, oldu üç paragraf. Kırk satır mı, kırık hatır mı? Dokunmasak
her şey yerini bulacak hissi… Evet, yine o tanıdık his… İlmek ilmek ayağımıza
takılan ve uzaklaştıran…)
Uzak
olduğumuz fikri kesin. Ama bu uzaklık bizden kaynaklı. Hedeften değil, asla!
Bütün bunları söylerken mahallede olmak hazin. Hem de çok hazin! Uzaklık dilime
dolaşırken şimdi mahallede olmak… Sahi, bizi bizden daha da uzaklaştırmıyor mu?
Gelmeden, ayağımızı atınca devam edecek gibiydik. Her şey surette değişmiş olsa
bile… Kaldığımız yerden en küçük bir his... Bir yara gibi kanayacaktı. Devam
edecek gibiydik. Şimdi, bu vakitte bu eski eşyalar… Bu kadar anlamsız gözlerle
bakmayacaktı yüzümüze. Olmadı. Bir yürek sızısı, bir kanayan yara… Sızmadı,
sızlamadı, sıvazlamadı sırtımızı. Varacak gibiydik. Olmadı. Gece ilerliyorken
şimdi mânâ üzerimizde eğreti… Kabul edelim. Üzerine mânâyı yüklenmeyen
kelimeler gibiyiz.
Elimizde
mânâyı yerinden oynatacak ne kaldı? Üstümüzden tozu kaldıracak ne kaldı? Üzeri
küllenmiş, içi közlenmiş kaç hatıra? Elimizde perde aralayacak ne kaldı?
Kalmasa
da çaresizliğin başladığı yere dönelim. Adresin ikiye ayrıldığı yere dönelim.
Olay mahalline dönelim. Kaybolduğumuz yere dönelim. Mahallelinin terk ettiği, giremediği
arsalara… Bizimse girdiğimiz, kaybettiğimiz bahçelere…
Gün
ışımaya yaklaşıyor. Ayaklarımda soğuk bir dermansızlıkla bir soru: Artı eksi ne
kaldı?
Geri dönüşün
hesaplaşmaları, geri dönüşüm hesaplaşmaları… Nihayete ne kaldı?
Bizim mahalle
nereye taşındı? Biz nereye taşındık? Neyi
neden taşıyamadık? Hayat/ı taşımayan hangi cevabın bir kıymeti var? Ne
diyelim peki? Nasipte ne
eksik, ne fazlalık vardır. Zira doğru hesapta sonuç değil, hasılat vardır. Zira
doğru niyette daima bereket vardır. Zira azlık, bazen keremce çokluktur. Zira
âkilce idrak, akılcı idrakten arınmışlıktır. Zira her arınmışlık, bir kalbî
durulmuşluktur. Vesselâm...