“O GENÇLER mağaraya sığınmışlar ve ‘Rabbimiz bize katından rahmet gönder ve bize içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu göster!’ demişlerdi.” (Kehf, 10)
Kıssa “O gençler mağaraya sığındıkları zaman…” diye başlar. Allah’a iman eden bir grup genç, içinde yaşadıkları putperest toplumun inançlarını reddederek “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir; O’ndan başkasına asla tanrı deyip yakarmayız.” (Kehf, 14) sözlerini yüksek sesle dile getirmekten çekinmezler. Hakkı gördükten sonra yanlışa boyun eğmekten kaçındıkları için suçlu kabul edilirler. Şirke dayalı inanç sistemine bağlı topluluklarda Allah (cc)’ın birliğine/ tevhide inanmanın karşılığı dışlanmaktır, cezalandırılmaktır. Mümin gençler, öldürülmek ya da dinlerinden döndürülmek korkusuyla yaşadıkları yeri terk ederek bir mağaraya sığınırlar. Ellerini açıp yakardıkları an talepleri Allah’ın kendilerine merhameti ve zalim toplumun kötülüğünden onları kurtarmasıdır.Cesaretlerinin kaynağı imanlarıdır. Ancak genç olmaları da yadsınamayacak bir durumdur. Çünkü Hz. İbrahim de kavminin putlarını kırdığında bir gençti. Hayatları bize/ gençlerimize rehber olan, ahlâksızlığa davet edildiğinde hapse girmeyi yeğleyen Hz. Yûsuf (Yûsuf, 33), iffetin sembolü Hz. Meryem (Tahrîm, 12), kötülükten çok sakınan ve anne babasına iyi davranan Hz. Yahya (Meryem, 13-14) da Kur’ân’da gençliğin ideal sembolleridir. Gençliğin kıymetini bilmeyen, bir kıskançlık yüzünden kardeşini öldürerek ilk cinayet olayını gerçekleştiren Hz. Âdem’in oğluyla (Mâide, 30) vahiy yerine aklına güvenerek gökten inen ve yerden çıkan suları göre göre dağa çıkıp kurtulacağını iddia eden Hz. Nuh’un oğlu da (Hûd, 43) gençtir.
İnsan, dünya için kendisine ayrılmış hayat süresinde bebeklik, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik gibi farklı evrelerden geçer. Onun kulluk sorumluluğunun başladığı ergenlik/ ilk gençlik dönemi, çocukluktan yetişkinliğe adım attığı, biyolojik ve duygusal birtakım değişiklikleri yaşadığı zorlu bir süreçtir. İslâm hukukuna göre alt sınırı kız çocuklarında dokuz, erkek çocuklarında on iki yaş olan bu dönemin son sınırı on beştir. Bir genç, bu yaşa ulaşınca bedensel olarak ergenliğe girmemiş olsa bile hükmen ergen sayılır. O, artık dinin muhatabıdır. Kulluk sorumluluğunu yüklenecek, “Gerçek, Rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (Kehf, 29) emrinin bildirdiğine göre tercihlerini belirleyecektir. Çocukluktan gençliğe, oradan yetişkinliğe uzanan bu yolda herkes dilediğini seçmekte serbesttir. Zamanımızda yaşanılan problemlerin temelinde evlatlarımızı, Rabbimizin emrine, Peygamber Efendimiz (sas)’in yüce ahlâkına göre eğitememiş olmamız yatmaktadır. Bugün ne yazık ki kimi çocuklarımız daha küçük yaşlarda bağımlılık tuzağında, kimileri sanal kumar batağında, kimileri sapkın fikirlerin, batıl düşüncelerin, fıtratlarını bozacak yanlış anlayışların ağında, kimileri akran zorbalığı altında, kimileri ise moda ve özenti uğruna elimizden kayıp gitmektedir. Maalesef anne, baba ve toplum tarafından ihmal edilen, manevî değerlerimize göre yetiştirilemeyen, kötülerin insafına terk edildiğinden dolayı suça sürüklenen nice çocuk vardır. Peygamber Efendimiz (sas)’in uyarısı gayet açıktır: “Hiçbir anne baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha kıymetli bir bağışta bulunmamıştır.” Maalesef günümüzde gençler, bir kısım film, gazete, dergi, televizyon ve benzeri iletişim vasıtalarıyla ahlâkî ve manevî değerleri zedeleyici şekilde yönlendirilmektedirler. Meselâ medyada sıkça gündeme getirilen ve âdeta özendirilen evlilik yerine, birlikte yaşama, birden fazla kişi ile birlikte olma, gece kulüpleri, aileden kopan gençlerin serüvenleri, giyim tarzları, çıplak pozlar, erotik ve müstehcen içerikli filimler ve teşhircilik gençlerin ahlâkî ve manevî değerleri üzerinde olumsuz etki yapmakta ve gençler bu alanlara yönlendirilmektedir. Bu etki ve yönlendirmeler ile ailelerinden kaçan, eşinden ayrılan, çocuklarını terk eden, fuhuş ve uyuşturucu bataklığına düşen genç kızların varlığı bilinen ve görülen bir vakıa hâline gelmiştir. Medyanın bu telkin ve yönlendirmeleriyle ahlâkî değerler aşınmakta, haramlar helal gibi telakki edilmektedir. O hâlde yetkililerin, gençlerimizi bu türlü yanlış yönlendirmelerden kurtarmak için zaman kaybetmeden bir an önce gereken tedbirleri almaları gerekir.
Kur’ân’ın eğitim metodu, salt bilgi yükleme şeklinde değildir. Çünkü yalnız bilgi aktarımı şeklinde yapılan eğitim tek yönlüdür ve eksiktir. Kur’ân eğitimi bilgi aktarımı yaparak zihni eğittiği gibi kalbi ve ameli yönlerde de bir eğitim faaliyeti gerçekleştirir. Kur’ân insanı hem manevî hem hissiyat hem de hareket yönden ayrı ayrı fakat birbiriyle dengeli bir biçimde eğitmeyi hedefler. Kur’ân-ı Kerîm’in insanı eğitirken kullandığı ilke ve metotların tamamına vakıf olduğumuzu söylemek büyük bir iddia olacaktır. Zira insanoğlu yaşadığı toplumla birlikte sürekli değişim geçirmektedir. Dinamik yapıda olan toplum ve insanla ilgili araştırmalar hâlen devam etmektedir ve devam edecektir. Çabamız görebildiklerimizden ibarettir.
Eğitimin belli bir amaca yönelik olması
Eğitim için yapılan tanımlar göstermektedir ki eğitim, hedefi olan bir süreçtir. Asıl hedefi, eğitimi karakterize eden en önemli unsurdur. Zira hedefsiz eğitim olmaz. Bu bağlamda Kur’ân’ın eğitim anlayışının da kendine özgü bir hedefi vardır.
Kur’ân işe öncelikle insanın kim olduğu ve bu dünyadaki görevinin ne olduğu şeklindeki mânâ arayışını ortaya koyarak başlar. Bu mânâ arayışı içinde Allah (cc)’a ulaşma ve O’nu tanımanın Kur’ân eğitiminin ana hedefi olduğunu görmekteyiz. Kur’ân’ın ilk inen “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir. O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmedikleri şeyi öğretti.” (Alak,1-5) âyetlerinde Yaratan Rabbin adıyla okuma emriyle onun tanınması onaylanmaktadır.
Eğitim ve öğretimin aileden sonraki en önemli ayağı okullardır. Ailede ve okulda öğretilemeyen sevgi, saygı ve tahammül, sokakta öfke ve şiddete, akran zorbalığı ve kavgaya dönüşmektedir. Yine öğretilemeyen adalet, merhamet ve edep, toplumda haksızlık, kargaşa ve ahlâksızlığa yol açmaktadır. O hâlde Allah’ın bize emanet ettiği evlatlarımızı, “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” buyuran Sevgili Peygamberimiz (sas)’in ahlâkıyla buluşturalım. Onlara iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırmanın yollarını öğretelim. Çocuklarımızın değerlerimize bağlı birer insan olarak yetişmeleri için aile, okul ve toplum el birliğiyle sorumluluklarımızı yerine getirelim. Yılların ihmallerine inat(!) okullarımızda okutulan “Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi” dersini büyük bir fırsat bilelim. Ahlâkî ilkeleri hem teorik hem de pratik olarak çocuklarımıza kazandıralım. Özelde bu yıl, ayrıca Peygamber Efendimiz (sas)’in doğumunun 1500’üncü yılı münasebetiyle okullarımızda “Peygamberimizin Hayatı ve Kur’ân-ı Kerîm” dersini bu yıl daha çok öğrencimizin severek, muhabbet ve heyecan duyarak seçmesini sağlayalım.
Kendi çocukluğumuzun ya da gençliğimizin geçtiği çağların hasretiyle yaşamayı bir kenara bırakıp, acilen içinde bulunduğumuz ve hızla değişim gösteren zamanın avantaj ve dezavantajlarının farkına varmakla işe başlayabiliriz. Böylece bu çağa gözlerini açıp, bizden lügat, kavram, algı ve düşünce dünyası gibi açılardan farklı bir dünya ile iç içe olan gençlerimizi daha iyi anlayabiliriz.
Diğer bir aşamada Kur’ân-ı Kerîm, insanların okumuş olmalarının onların olgunlaşmaları için yeterli olmadığı gerçeğini ortaya koymaktadır. İnsanı kemale ulaştırmayan öğrenmenin önemi bulunmamaktadır. Kur’ân, okuduklarının gereğini yerine getirmeyen insanları şu açık ifadelerle eleştirmiştir: “Kitabı okuyup durduğunuz hâlde kendinizi unutur da başkalarına mı iyilikle emredersiniz? Düşünmez misiniz?” (Bakara, 44) “Yahudiler, ‘Hıristiyanlığın bir temeli yoktur’ dediler; Hıristiyanlar da ‘Yahudiliğin bir temeli yoktur’ dediler. Oysa onlar kitaplarını da okuyorlar. Bilgisizler de tıpkı onların söylediklerini söylemiştir.” (Bakara, 113)
Kur’ân okudukları hâlde gereğini yerine getirmeyen insanlar için de şöyle bir teşbih yapmaktadır: “Kendilerine Tevrat öğretildiği hâlde, onun gereğini yapmayanların durumu, sırtına kitap yüklenmiş merkebin durumu gibidir…” (Cuma, 5)
Kur’ân, okumanın inanmayı da beraberinde getirmesi gerektiğini ifade etmektedir. “Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereğince okuyanlar var ya, işte ona ancak onlar inanırlar…” ayetinde bu gerçek vurgulanmaktadır. Hakkını vererek okumanın anlamı, Enfal sûresinde de şöyle açıklanmaktadır: “Mü’minler Allah’ın ayetleri okunduğunda imanları artan ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.” (Enfal, 2)
Bizi anlamayan bir büyüğümüze kendimizi ifade etmemizin ne kadar zorlaştığını çok iyi biliriz hepimiz. Gençlerimiz için de bu yüzden öncelikle empati yapmamız gerekmektedir. Kendimize yapılmasını arzu ettiğimiz şekilde müsâmahalı, samimi, affedici ve arkadaşça muâmeleyi, onlarla iletişimimizde temel prensip edinmeliyiz. Hayatın her alanında bu prensiple hareket etmemiz ne kadar elzemse, dinî hassasiyetlerin kazandırılması hususunda “yüzlerce kat” elzem.
İslâm, hayatın her sahasıyla ilgilenip her hâlimiz hakkında prensip ve ölçülerle temel çerçeveyi belirlediğine göre, hayat mozaiğimizin her bir parçası için Rabbimizin bizden beklediği bir duruş ve çizgi söz konusu... Bu sebeple “yüzlerce kat” kelimesini kesretten kinâye olarak kullandığımı belirtmek isterim. Aslında dinî hassasiyetlerle ilgili yaklaşımımız kıyâsı kabil olmayacak ölçüde “hayatî” önem taşımakta… Çünkü hiç önemsemediğimiz bir hatamız, gençlerimizin ebedî hayatına mâl olabilir, Allah korusun. Avuçlarımızda yürekleri pır-pır çarpan bir kuş gibi merhamete, hassasiyete ve ihtimâma ihtiyaç duymakta evlâtlarımız ve gençlerimiz… Ebeveyn ya da eğitimci olarak kendi evlâtlarımız başta olmak üzere sorumlu olduğumuz bütün gençler, bizim için bir sadaka-i câriye de olabilir, seyyie-i câriye de… Mevlâ, kötülüklere sebebiyet vererek göçmekten cümlemizi muhafaza eylesin.
Hz. Peygamberimizin gençleri eğitme metodu
Gelmiş geçmiş pek çok büyük eğitimci, çocuk ve gençlere rehberlikte meselenin özünün “kendini sevdirmek”ten ibaret olduğunu vurgulamaktalar.
Muhabbet dolu, dostça, arkadaşça, samimî bir bağın oluşup güçlenmesi, kopmaması uğrunda gösterilecek her tür çaba takdire şâyândır. Sabır, hoşgörü, anlayışla sağlamlaştırılacak bu zemin var oldukça, gençlere ulaşmanın yolları açılacak ve çoğalacaktır. Her hâlükârda kayıtsız şartsız sevildiğini hissetmek, ebeveyn ya da eğitimciyi “rol model” almayı kolaylaştıracaktır.
Bunun en zirve misalini elbette ki Peygamber Efendimizin kıyamete kadar “rehber” niteliğindeki hayatının bütün safhalarında görmek mümkün. Enes’i (ra) kendisine hizmet etmesi için annesi getirdiğinde, “On yaşındaki bir çocuğun hizmetinden ne olacak?” demeden memnuniyetle kabul edişi, hâfızalarda dipdiri tutulmalıdır. Gence verilen değer ve yüklenen ülkünün/ görevinin onu ne derece motive ettiğini, “karaktere meftun oluş”un eğitimin omurgasını oluşturduğunu en güzel şekilde sergileyen Peygamber Efendimiz ile Enes’in (ra) birlikteliği, çağlara ışık tutmaya devam etmektedir. Bu müstesna tavrı, Enes’ten (ra) dinleyelim:
“Allah Resûlü’ne on yıl hizmet ettim. Bana bir kere bile ‘öf’ demedi. Yaptığım bir iş hakkında hiçbir zaman ‘Niçin böyle yaptın?’, ‘Şöyle yapsaydın!’ dediğini duymadım. Bir işi güzel yapamadığımda bana kızmadı, beni kınamadı. Ben, Allah Resûlü’nün surat astığını bile görmedim.”
Eğitimde gencin kapasitesinin farkında olup ona uygun bir vazife ve ülkü/ görevi yüklemek, hem ona duyulan güveni göstermenin bir yolu, hem de genci vazifeyle eğitip yetiştirmenin bir metodudur. Biz Peygamber Efendimizin hayatında bunun sayısız misâlini görüyoruz. O, ashâbını bir tesbih taneleri gibi tanır, onların mizaç ve kapasitelerine uygun vazifeler verirdi. Bu vazifelerde de bilhassa gençleri tercih ederdi. Zeyd bin Hârise’nin oğlu Üsâme (ra) bunun en canlı misâlidir. Peygamber Efendimiz tarafından, içlerinde Hazret-i Ömer ve Sa’d bin Ebî Vakkas (ra) gibi sahâbîlerin de bulunduğu bir orduya henüz on sekiz yaşlarındaki Üsâme’nin komutan tayin edilmesi, bazı sahabîler tarafında eleştirilmişti. Peygamber Efendimizin bu tenkitlere cevabı şöyle oldu: “Allâh’a yemin ederim ki, Üsâme bu işe lâyıktır. O, babasından sonra insanlar arasında en çok sevdiğim kişidir. Şimdi onu size tavsiye ediyorum, çünkü o sizin sâlih olanlarınızdandır.”
Netice itibariyle… Yeryüzündeki varlıklar içerisinde en üstün ve en mükemmeli olmasına rağmen insan doğuştan ne bedenî ne de ruhî güçlerini kullanabilecek yeterliliktedir. Bu anlamda insan eğitilmeye muhtaçtır. Yetişkin nesiller tarafından yetişmekte olan nesillere yapılan her çeşit etki olarak tanımlanan eğitimin en genel hedefinin iyi insan yetiştirmek olduğu söylenebilir. İnsanların her türlü davranışlarını etkisi altına alan dinî inançların eğitim öğretimle insandan insana transfer edilmesi gerçeği tarihî bir realitedir. İnandığı Allah Teâlâ ile ilişkisini düzenleyebilmesi için insanın O’nun koyduğu değerler sistemini yani İlâhî kaynaklı, yol gösterici nitelikteki kuralları bilmesi gerekir. İnananların hem dünya hayatına yönelik kısa vadeli, hem de âhiret hayatına yönelik uzun vadeli mutluluğu elde etmelerinin bu kurallara uymaları ile doğru orantılı olduğu görülmektedir. “Oku” emriyle başlayan ilk vahyin hemen ardından nazil olan her âyet aslında doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bir öğrenme ve öğretme faaliyeti içermiştir. Kur’ân-ı Kerîm eğitim-öğretime/ ilme verdiği önemi birçok âyette dile getirmiş, insanın ancak aldığı terbiye/ eğitim ile hem bu dünyada hem de ebedî âlemde huzuru elde etmesinin mümkün olduğuna işaret etmiştir. Kur’ân, dünyada kabul görmüş birçok genel öğretim metodunu kullanmakla birlikte insanı hem zihinsel/ şuur, hem duygusal, hem fiilleriyle ele alarak her açıdan dengeli bir eğitimin gerekliliğini vurgulamıştır. Buna göre eğitim, insanı, her yönden olgunluğa erdirme ülküsüne yönelik olmalıdır. Eğitimle gelen bilgi bir güçtür. İnanan insan bu gücü Yaratanının kendisine lütfettiği Kur’ân-ı Kerîm’den alacaktır. Kur’ân pedagojisinin insan fıtratına uygunluğu ile öncelikle gönderildiği toplumda olmak üzere Allah (cc)’ın mesajlarını takip eden tüm toplumlarda köklü değişimler yaşanmıştır. İslâm dünyasında Kur’ânî terbiyeyle uyuşmayan birtakım hareketler Kur’ân’ın eğitim felsefesiyle alakalı değil inananların bu eğitimden ne kadar nasiplenebildikleriyle alakalı bir durumdur. Vesselâm…



