Bizim için dâvâ, onlar için menfaat kapısı

Soruyorlar: “Neden siyaset sahtekârlarla dolu ve bu kadar ahlâksız?” Ahlâksız olan siyaset değil, dinî, tarihî ve kültürel kodları ile oynanmış insan, siyaseti ahlâksızlaştırıyor. Siyaset ahlâklı da yapılabilir; buna tarihimizde başta Peygamber Efendimiz, sonra da önemli liderlerimiz örnektir. Siyaseti ahlâksızlaştıran ahlâksız insan, toplumu da ahlâksızlaştırıyor.

İNSANIN en büyük zaafı, para, mâkâm ve şöhrettir. Bundan yola çıkarak siyaseti de bu durumun merkezine koyarsak, insan yoldan çıkmamak ve tüm etkenlerin kölesi olmamak için direnmek zorundadır. Bu direniş sırasında ahlâkını kaybetmemek için mücadele etmesi şarttır.

Aradaki bu uçurumu açan ise, “Dini siyasete alet etmeyin” sözünü söyleyen zihniyettir. Güzel ahlâklı Peygamber Efendimizin (sav) yönetim şekli din iledir. Mescid-i Nebevî, aslında dünyanın din ile yönetim yeridir. Hem cami, hem mescid, hem de komuta merkezidir. İbadetler burada yapılır, savaş kararları burada alınır, sosyal ve iktisâdî kararlar yine burada alınırdı. Dini siyasetten ayıran güruh, ahlâksız toplumun temelini yıllar önce attı ve bu temel üzerine yaşayan değil, anlatan bir nesil yetişti.

Din yaşam biçimi olmaktan çıktıktan sonra insanlar, güzel ahlâkın temelinden Kur’ân-ı Kerîm’i aldı, yerine uydurma kültürel değerleri koydu ve bunu da “din” diye yaşamaya başladı. Bu değerler sağlam temeller üzerinde olmadığı için insanın zaafları karşısındaki mücadelesini de zayıflattı. Avrupa, kendi dinini devlet yönetim sisteminin başına koyarken, Türkiye ve İslâm ülkelerinin din ile yönetilmesine müsaade etmedi.

Neden mi?

Çünkü dinsiz bir toplumu yönetmek ve içeriden parçalayarak yıkmak çok kolaydır. Onları kardeş olmaktan, harama bulaşmaktan, yalan söylemekten, hırsızlık yapmaktan, kardeş kanı dökmekten alıkoyacak başka bir güç daha yoktur yeryüzünde. Dinî değerlerinden uzaklaştırılmış bir toplum damarı kesilmiş olup, ölümü bekleyen kurbana benzer. Kurbanın boğazını kesersiniz ve o kurban can çekişmeye başlar. İşte şu an toplumumuz bu durumda can çekişiyor! Kurtulması ise tek şifâ olan Kur’ân’a bağlı…

Dini devletten, siyasetten ve yaşam alanlarından uzak tutmayı başaran Batı, emellerine ulaşmış durumda. Gençlerimiz kafe köşelerinde ve nargile başında, orta yaş nüfusumuz para, kadın ve mâkâm peşinde, küçük çocuklarımız ise TV ve PC başında… Değerlerimiz ve gelecek neslimiz yok oldu, olmaya devam ediyor. Siyaseti ocaklarda ve medreselerde dinî eğitimle birlikte öğrenen nesil, artık lüks kafeler ve kokteyllerde eğitiliyor. Dolayısıyla dâvâ adamlarının yerini salon adamları ve kadınları alıyor.

Günümüzde en çok mustarip olduğumuz konulardan biri bu. Kime sorsanız şu cevabı alırsınız: “Gerçek dâvâ insanı yok.” “Siyaset yüzünden insanlık öldü” derler. “Oysa olmayan insanlık, siyaset sayesinde ortaya çıktı” demezler. İnsana mâkâm, mevki ve para verirseniz, insanın tüm bu varlıklar içinde kişiliğini korumasını zorlaştırırsınız ve kişide var olan karakteri ortaya çıkarmış olursunuz.

Gerçek mânâda mâkâm, para ve şöhretin varlığı ile beraber özünü kaybetmeyen insan, doğru insandır. Özünü kaybetme tehlikesi yaşayan insanı ise frenleyen tek etken Kur’ân’dır. Kur’ân’la hemhâl olmuş hayatlarda samîmiyet, fedâkârlık, teslimiyet, tevazu ve adanmışlık; Kur’an’dan uzak hayatlarda ise samîmiyetsizlik, sahtekârlık, yalancılık, dolandırıcılık, hırsızlık, mâkâm-mevki düşkünlüğü ortaya çıkıyor. İkinci gruptaki canavarlar, dini merkeze almadıkları için hırsları dolayısıyla topluma ve dünyaya zarar veriyorlar.

Merkezinden dini alınmış siyaset ve ticaretin ne derece tehlikeli ve can yakıcı olduğunu biliyoruz. Az da olsa yıllarını siyasete ve medyaya vermiş biri olarak insanları çok iyi tanıma şansını yakaladık. Siyasetin ön balkonu, arka camı ve baca girişlerini öğrendik. Tüm yolların sonunda insanın nefsinin, hayatının merkezinde olduğunu görüyoruz. Nefsin merkezde oluşundan kaynaklanan zayıflıkların da insanın hayatını ne denli yönlendirdiğine şâhit oluyoruz.

İnsan; her şeyi bildiğini, her şeye gücü yeteceğini, her şeyi çözeceğini, her şeyi yönetebileceğini sanan aptal varlık… En önemlisi de hiç ölmeyecek ve hesaba çekilmeyecekmiş gibi yaşayan ahmak… Siyasette de kendisini hırsları ve menfaatleri doğrultusunda kaybeden, “insan”... Dolayısıyla toplumsal dâvâyı bireysel kazanca dönüştüren insan.

Toplumsallığı bırakalı yıllar oldu, bireysel bir yaşam biçimini benimsedik. “Dâvâ” dedik, dâvâyı siyaset için kullandık. “Siyaset” dedik, siyaseti devlet için değil de ticaret ve haksız kazanç için kullandık. “Ticaret” dedik, ahlâklı ticaret yerine kadını, çocuğu ve değerlerimizi satılığa çıkaran bir anlayışı benimsedik. Bu anlayış içerisinde de değerlerimizi kaybettik.

Soruyorlar: “Neden siyaset sahtekârlarla dolu ve bu kadar ahlâksız?” Ahlâksız olan siyaset değil, dinî, tarihî ve kültürel kodları ile oynanmış insan, siyaseti ahlâksızlaştırıyor. Siyaset ahlâklı da yapılabilir; buna tarihimizde başta Peygamber Efendimiz, sonra da önemli liderlerimiz örnektir. Siyaseti ahlâksızlaştıran ahlâksız insan, toplumu da ahlâksızlaştırıyor. Önce bireysel ahlâkımızla ilgilenmeli, daha sonra toplumu dizayn edecek yönetim alanları, yani siyaset içerisinde yer almalıyız.

Kimliğini ve kişiliğini koruyabilen insanlar ne siyasette kalabilir, ne o kalıba girebilir, ne de toplum içerisinde rahatlıkla yaşayabilirler. Çünkü sistemi kuranlar, yönetimi elinde bulunduranlardır. Eğer yönetimi elinde bulunduranlar ahlâksızlarsa, sistem ve toplum da ahlâksızlaşır. Dolayısıyla siyaset, ahlâksız olmuş olur.

“Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen sonuç, cahiller tarafından yönetilmeye râzı olmaktır. Asıl önemli olan ve memleketi temelinden yıkan, halkını esir eden çerideki cephenin suskunluğudur.” (Mustafa Kemal Atatürk)

Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ün bu sözü, bize şunu da öğretiyor: Siyasetle ilgilenmeyen Müslümanları siyasetle ilgilenen kâfirler yönetir. Tabiî bunu biraz daha detaylandırınca söz konusu tanımı “siyasetle ilgilenip bozulmayan ve değişmeyen müminler” olarak nitelendirirsek daha iyi olur diye düşünüyorum.

Olan oldu, değişen değişti. Biz bundan sonraya bakmalıyız. Sayın Recep Tayyip Erdoğan, kendisinden önce gelen ahlâklı siyasetçiler gibi, bize siyasetin ahlâklı yapılabileceğini bireysel anlamda gösterdi. Bizler Sayın Erdoğan’ın yaptığı ahlâklı siyaseti genişleterek toplumu ahlâklı yönetime teşvik etmeliyiz. Nihayetinde her koyun kendi bacağından asılsa da sürü olmadan yol yürünmüyor.

Bırakın, kim ne derse desin, siz ahlâkınızı koruyun ve yolunuza devam edin. Unutmayın, kazançlar bu dünyada kalacak şekilde ise bir anlamı yok. Ahiret için ahlâklı birer Müslüman olmak şart! Ahlâksızlığı başkalarına bırakın, dünya bir şekilde dengeli dönmek zorunda…

Hayat, zıtlıkları ile dengeli olabilir; ahlâklı ve ahlâksız…