
ŞİMDİ o çocuk oyundan, yaramazlıklardan, istediği zaman yatıp kalkmalardan, istediği kadar gülüp ağlamalardan, sebepsizce koşmalardan ve salıncaklarda havalara uçmalardan büyükler ülkesine yol alıyor. Nereden çıktı “duygu” denen bu fırtına? Neden konaklamak gerekiyor düşünce otellerinde? Neden kararlar alınması ve sonuçlarına katlanılması gerekiyor?
Ama anlayamıyorum, nedir bu çatışmalar? İçimde her an değişen bu iklimlere ayak uyduramazken çevrem neden bu kadar baskı yapıyor bana? İçimde deli dolu bir enerji, duygu denizi ve geveze bir iç sesi var artık, hayatım bundan sonra bu gürültüler arasında mı geçecek? Umarım öyle olmaz, çünkü pek sevmedim ben bu büyümeyi.
Hayatı, evi, dersleri, sağlığı, iletişimi ciddiye almamı istiyorlar. Ciddî ve ağır başlı olmamı, kendimi geliştirmemi bekliyorlar. Sürekli baskı altında mı kalacağım ben şimdi?
Aklım karmakarışık. Çünkü herkes benden bir şey bekler. Ben de kendimden çok şey bekliyorum aslında. Peki, bu beklentileri hangi donanımlarımla karşılayacağım, söyler misiniz? Başkalarının ve kendimin benden beklediği çok şey var elbet ama önce bu zamanda nerede olduğumu görelim mi?
Özellikle son yüzyılda teknoloji, sosyal medya ve medeniyet özentileri gibi etkiler altında yıkıcı etkilere maruz kaldık. Bu yıkıcı unsurlar sonucu son 20 yıldır gençler arasında ciddî anlamda kültür-inanç unsurlarından uzaklaşmalar olmakta ve olumlu etkilere nazaran olumsuz etkiler daha ağır olduğundan yetişen gençlik her geçen gün kendi inanç ve kültür kodlarından uzaklaşmaktadır. Şüphesiz bu uzaklaşmanın en üzücü sonuçlarından biri, gençliğin yanlış bilinçlenme sonucu kendi kültür ve değerlerini kendi elleri ile yıkıma uğratması, bunun farkında ve bilincinde ise olmamasıdır. Zaten kayıp ve yıkımın büyüklüğünü kişinin ya da toplumun ne yaptığının farkında olmama ve bildiklerinde ısrar ve emin olma derecesi belirler.
Gençlik için her geçen gün toplumun değerlerinden uzaklaşmasına sebep olan unsurları netleştirmek, farkına varmak ve ona göre net çözümler sunmak gerekir. Ki zaman kaybının önüne geçilebilsin. Günümüz gençliği odaklanmada çok fazla sorun yaşamaktadır. Uğraştığı, yapmak istediği şeyler üzerinde odaklanamayan, konsantrasyonu çabuk bozulan gençlik çok fazla başarısızlığa maruz kalınca duygusal olarak da zor süreçlere girmektedir. Aynı zamanda yaşamın nihaî hedeflerinden olan kendini bulma, geliştirme, dinî ve millî değerleri için sorumluluk alma gibi ulvî değer ve çalışmalardan da uzaklaşan gençlik, tam bir savrulma yaşamaktadır. Gençlikteki bu çöküş toplum için bir felâkettir.
Gençliğin yanlışları
Günümüz gençliği gece gündüz ayarını da kaçırmaktadır. Gerek arkadaş ortamları, gerekse sosyal medya veya internet dünyasındaki diğer uğraşlar nedeniyle gece aktiviteleri çoğalmıştır. Bilimin son zamanlarda daha netleştirdiği gerçeklerden biri de bedenin sağlıklı uykuya olan ihtiyacıdır. 23:00-02:00 saatleri arası, uyku verimi ve dinlenme açısından melatonin salgısının en çok gerçekleştiği saatlerdir. Beden sessizliğe, karanlığa ve zihin aktivitesinin azalmasına ihtiyaç duyar. Bu sayede enerjisini bedenin onarımına ve bakımına ayırabilir. Oysa bu saatlerde gençler çeşitli sebeplerle (dijital oyun, sosyal medya gibi) genelde uyanıkken, beynin en verimli şekilde çalıştığı 08:00-11:00 saatleri arasında ise uyku, uyuşukluk, isteksizlik gibi sebeplerle çalışmaya başlayamamakta ve gün içindeki verim düşmektedir.
En geç saat 23:30’da uykuya geçip “kerahet saatleri” dediğimiz sabah güneşin doğmaya başladığı, diğer tabirle sabah namazı vaktinin çıktığı andan itibaren 45 dakika ve akşam ezanından önceki 45 dakika uyanık olmak gerekir. 8 saatten fazla ya da 4 saatten az uyunmamalıdır. Uyku dengesi, hayattaki dengenin ön şartıdır. İnsan bedenine ne kadar iyi bakarsa bedeni de insana o kadar iyi hizmet eder.
Esasında Rabbim insanı üstün özelliklerle yaratmıştır. Beden bir mucizedir ve içinde harika donanımlar vardır. Kişi, bedenine zararı çoğu zaman bile bile verir. Sigara, içki, aşırı şeker tüketimi, uykusuzluk ve aşırı stres gibi unsurlar adeta bedene savaş açar. İnsan bunu bile bile kendine zarar verir. Bu, hayatın en garip çelişkilerinden biridir.
Buradan hareketle, gençliğin maruz kaldığı diğer unsurları ele almaya devam edelim. Sağlıklı beslenme hem biyolojik, hem de şuur altyapısı açısından çok önemlidir. Özellikle koruma/katkı maddelerinin hat safhaya çıktığı bu zamanda helâl ve sağlıklı beslenmeyen insan ciddî anlamda sorunlarla karşılaşmakta ve çeşitli hastalıklar yaşamaktadır. Hastalıkların temel nedenlerinden biri de alınan besinin tamamen sindirilmesini beklemeden, üstüne başka bir yemek yemektir. Acıkmadan yemek zararlı olduğu gibi, tıka basa yemek de zararlıdır. Çocuklukta başlayan abur cubur, gençlikte de hazır yiyecek sektörünü zengin eder. Özellikle büyük şehirlerin dört bir yanı hazır yiyecek sektörü ile kuşatılmaktadır. “Sosyallik” adı altında sürekli tüketen bir genç nesil var karşımızda.
Beden doğal beslenmelidir, diğer türlü besinlerin sindirim sürecine bir de besinlerden katkı maddesi ve zararlı madde ayrımı için mücadele girecek ki beden bu mücadeleden her zaman sağlıklı çıkamamaktadır.
Gençliğin başa çıkmaya çalıştığı ya da etkisi altında kaldığı şeyler sadece fiziksel ve biyolojik unsurlar değil elbet. Psikolojik etkiler, önlem alınmazsa fiziksel unsurlardan daha ağır hasarlar verir. Fiziksel birçok hastalık rahat bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Psikolojik hasarlar, ağır travmalar ve bazı zararlı davranış ve alışkanlıklar ise geç kalındığında insanı insanlıktan çıkaracak ya da geri dönüşü olmayan hasarlar verecek kadar ileri gidebilmektedir.
Psikolojik unsur başlığındaki en önemli konulardan biri de anlam arayışıdır. Hayata anlam yüklemek, hayatı yaşanabilir kılan en önemli faktördür. Anlam yüklenmeyen hayat, “yaşanmaya değmez” olarak algılanır. Böyle bir hayatı yaşamak istemeyen gençlik ya boşluğa düşüp depresif bir hayat yaşar ya da sonu ebedî Cehennem olmasına rağmen intihara kalkışır. Zamanında doğru bilgi ve şuura kavuşturulamayan, sağlıklı bir çevreye sahip olamayan ve yanlış yönlendirilen kişiler anlamı da başka yerlerde ararlar. Yanlış yerde aranan sözde bulunur ve doğru sanılır. Ya da hiçbir şeye anlam yükleyemeyerek boşluğun dipsiz kuyusuna kendi kendini atan kişiler ağır yaralar alırlar.
Daha çocuk yaşta hayatın anlamı ve önemi gençlerimize kavratılmalıdır. Gençler böylece bunalımdan kurtulabilirler. Bir gence, bir şeyi yapacaksa neden yapması, yapmayacaksa neden yapmaması gerektiği anlatılmalı yani ikna metodu ile yetiştirilmelidir. Eğitimde dinî ve millî değerler muhakkak aşılanmalıdır ki sağlıklı bir gençlik oluşabilsin. “Ağaç yaşken eğilir” sözü doğrudur. Sonrasında, insanı bir şeye ikna etmek gerçekten çok zor olmaktadır.
Bir insanın, özellikle bir gencin sahip olması gereken en büyük özelliklerden biri de tutarlı, dengeli, hayatını ve toplumu olumlu anlamda etkileyecek bir amacının olmasıdır. Gayesi olan insan, zamanını ve düşüncesini/beynini sürekli bu yönde kullanır ve zinde tutar. Gayesi olmayan insan ise hayatı monoton ve belirsizliklerle yaşar. Belirsizlik ise beynin en büyük düşmanlarındandır. Sağlıklı bir amaç sağlıklı bir yol çizer. İstikametlenmiş olanın boşluğa düşmesi zor olur, çünkü bir plân ve program dâhilinde hareket edeceği için savrulması zor olur. Amaç ve inancın el ele tutuştuğu bir birey, kolay kolay çökmez, kolayca kaybolmaz. Amaca ve inanca sahip çıkmak çok önemli bu açıdan. Bu konuda millî politikalar uygulanmalı, eğitim sistemi içinde buna yer verilmelidir.
Birçok ayet ve hadis, inancın insanı nasıl ayakta tuttuğunu göstermektedir. İnanç, insanı diri tutar. İnancını kaybeden gencin dengesi daha çabuk bozulur ve zararlı alışkanlıkları daha çabuk edinir. Günümüz gençliğinin en büyük sorunlarından biri inanç bunalımıdır. İnanan insan bilir ki, dünya imtihan yeridir ve Allah hiçbir canlıya taşıyamayacağı yükü yüklemez (Bakara, 286). İman kişiyi Allah’a yaklaştırır. Allah’a yaklaşmak demek, insanın kendisini daha fazla bulması, daha iyi insan olması demektir. İman cevherdir, iman nurdur, iman koruyucudur, iman gençliğe en iyi gelecek olandır. İman -özellikle bu devirde- ateşten bir kordur ki tutması zordur. Gençliğe bu anlamda destek olmak büyük önem taşır.
Bu yüzyılın en büyük sorunlarından bir tanesi de teknoloji bağımlılığı ve dijitalleşmedir. Kontrolsüz kullanılan teknolojik aletler biyolojik, psikolojik, fizyolojik ve sosyolojik rahatsızlıklara sebep olabilmektedir. Özellikle ilk ve ortaokul yaşlarındaki çocuklar teknolojiyi daha fazla kullanmaya başlamıştır ki bu da onlarda çok büyük hasarlara sebep olmaktadır. Sokaklar boşalmıştır. Akşama kadar sokaklarda koşturan, çeşitli aktivitelerde bulunan çocuklar ve gençler şimdi akşama kadar hareketsizce ekranlara maruz kalmaktadırlar. Spor azalmıştır, sosyallik yok olmaktadır, nefes alışverişi düzensizdir, radyasyona uzun süreli maruz kalma vardır. Çevre ile iletişim her geçen gün azalmaktadır. Teknolojinin ayarı kaçtığında bunun uyuşturucudan ve bağımlılıktan farkı kalmamaktadır.
Teknoloji bağımlılığı sonucunda oluşan bazı rahatsızlıklar şunlar: Boyun ağrısı ve sertleşmesi, göz kızarması ve yanması, uyuşukluk ve depresif hâl, bitkinlik, yorgunluk, hâlsizlik, el ve parmaklarda uyuşma, bedensel bozukluklar, uyku bozuklukları, uyanmada zorluk, algı, dikkat ve konsantrasyon bozuklukları, akademik başarısızlık, bireysel problemler, sosyal-kültürel sorunlar, beslenme bozuklukları ve gerçek hayattan kopuş. Bu açıdan da ciddî önlemler alınmalıdır.
Aile içi iletişim problemleri ve anne-baba tutumları gençlerin aileden uzaklaşmasına sebep olan diğer faktörlerdendir. Medya ise haz odaklı bireysel yaşantıyı gençlere enjekte ettiğinden, nihaî sonuç olarak gençler aile ve toplumdan soyutlanmakta ve uzaklaşmaktadırlar. Medyanın yıkıcı etkisi her geçen gün artmaktadır. Uyuşturucu, kaçakçılık, hırsızlık, gasp, çete ve cinsellik üzerine birçok film ve dizi yayınlanmaktadır. Bununla birlikte sosyal medyada da şiddet ve cinsel içerikli yayınlar gün geçtikçe artmaktadır. Sosyal medya tarafından kuşatılan ve olumlu yönde bir kimlik geliştiremeyen gençlik, kural tanımayan, mafyavari tavırla din, ahlâk, değer, namus ve vicdandan uzak bir kimliğe bürünmektedir.
Çözüm ne?
Aile içi iletişimde güvene dayalı ve değer odaklı ortam oluşturulmalıdır. Medyada ailenin önemi üzerine içerikler oluşturulmalıdır. Devlet, aile yapımıza zarar veren sosyal medya, dizi ve film gibi içerikleri acilen yasaklamalıdır. Sivil toplum kuruluşları gençliğin sorunları ve çözüm önerileri üzerine önemli faaliyetler gerçekleştirmelidir.
“Gençlik” deyince akla gelen bir diğer önemli konu, kimlik kazanımıdır. İnsanın doğumundan itibaren şekillenen, özellikle 20’li yaşlarda belirginleşen önemli bir kazanımdır bu. Toplumun değerleri bünyesinde oluşturulan istendik kimlik, kişinin yaşamı boyunca sosyal hayatta yer edinmesi için önemlidir.
Günümüz gençliği, çevrenin bakış açısına çok hassas tepkiler vermektedir. Bu nedenle içsel donanımından çok çevre tarafından nasıl algılanmakta olduğuna kafa yormaktadır. Cinsel kimlik, sosyal kimlik, biyolojik kimlik gibi kimlik kargaşaları ile kişilik problemi yaşamaktadır. Din, ahlâk, karakter ve cinsiyet gibi unsurlar kimliği oluştururken, yanlış kavramların kullanımı, kimliği bunalıma sürüklemektedir. Her cinsiyetin kendi alanında değerli olduğunu ve bir cinsiyeti diğer cinsiyetle kıyaslamanın yanlış olduğunu kabul etmeli ve gençlerimizi bu kimlik bunalımından kurtarmalıyız. Günümüzde kimliğine göre gruplanmalar olduğu için, genç, bir tarafa gitse diğer tarafa uzaklaşmaktadır. Örneğin dinî kimliği ağır basan biri bazı çevrelerce dışlanacağı düşüncesiyle kendini baskı altında hissedebilir. Medyanın bozulması zaten başlı başına bir kimlik savaşı ortaya çıkarmıştır. Üniversite gençliği özgürce sosyalleşebilmek istese de fakat bunu ne ölçüde yapacağını dizi ve filmlere göre ayarlamaya çalışırsa topluma, gelenek ve göreneklerine ters düşme ihtimâli doğacaktır. Birey, zihinsel olarak iki arada bir derede bırakılmamalıdır. Bilinçli toplum olma çalışmalarına ağırlık verilmelidir.
Özetle gençliğin önünde birçok engel var, lâkin çözüm de var. Birlik ve beraberlik içerisinde, Rabbimizden yardım alarak, çok çalışarak, adil bir sorumluluk paylaşımı ile çözülemeyecek sorun yoktur. Gençlik en verimli çağımız; ona yatırım yapmak, geleceğimize yatırım yapmaktır.
Gençlik gelecektir. “Gençleri en iyi yine gençler anlayacaktır” anlayışı ile gençlik ile ilgili politika ve çalışmalarda gençlere söz sahibi olma ve sorumluluk taşıma imkânı verilmelidir. Şu asla unutulmamalıdır: Nasıl ki çocukluk hayatın neşe ve sevgi kaynağı, en doğal ve en saf hâli ise, gençlik de yaşamın ve insan ömrünün en heyecanlı, en parıltılı ve deli dolu kısmıdır. Bu parıltıyı söndürmek veya parlatmak bizim elimizde. Karar verin; sönük ve monoton bir hayat mı istersiniz, yoksa heyecan ve merak dolu bir hayat mı?
Bir şerh
Bir şeyin altını çizmeden de yazımı tamamlamak istemem…
Güzel Türkiye’m, ayrı bir zenginlik, ayrı bir şükür sebebi. Bu yazıda daha çok olumsuzluklardan bahsetmiş olsam da genç kardeşlerimi diğer ülke ve toplumlardan oldukça ayırmam gerek. Çünkü damarlarımızda akan kan başka bizim.
Biz çabuk düzelir, çabuk iyileşiriz. Biz iyi ve güzel şeylerde hep öndeyiz, çalışkanız, renkliyiz; dinimize, gelenek ve göreneklerimize bağlıyız. Araya engeller girdiğinde biraz yıpranır, biraz zaman kaybederiz ama Allah’ın yardımı, toplumun ve idarecilerin desteğiyle çok çabuk ayağa kalkarız. 15 Temmuz Destanı da göstermiştir ki, üzerimizde ne kadar toz birikirse biriksin, öyle bir cevherimiz var ki kısa sürede şahlanırız. O hâlde bizi biz yapan değerli şeyler asla yok olmaz. Biraz gayret, biraz destek ve biraz imkân sadece…
Sağlıcakla kalın efendim.