Bizim çocuklar başardı (!) mı acaba?

FETÖ Ergenekoncuları ve “Ay Işığı ve Sarıkız taraflısı” diye bilinenlerin operasyonlarından sonra “Ulusalcıları” ateşe atıp onların yerlerine kendi tosuncuklarını ikâme edince, Pentagon’un gölge ‘düşünce’ kuruluşu Rand Corporation’un “orta kuşak” tarifine uyan askerleri tâbiri caiz ise uykuya geçtiler. Anlaşılan, yedek akçe olarak düşünülmüşler. Anlaşılan, “mütekait serasker/borucu zâtın gündemi meşgul etmesi”, tesadüf değildir!

KIYMETLİ yazarlarımızın da bulunduğu Ajanda Fikir Plâtformu başlıklı uygulama grubumuzda Orhan Yalçın Bey’in Üstad Yusuf Kaplan’a ait 17 Şubat 2020 tarihli yazıyı işaret etmesiyle yazacağımız yazının konusunu bulduk. Bu fakir de aynı yazıyı okumuş ve hâfızasına kaydetmiş idi. Orhan Bey’in hatırlatması tevafuk oldu.

CIA yapımı Türkiye aleyhtarı rapor yayınlanınca, okyanus ötesi Evanjelizm tarikatının muhibbi ve vesâyet abonesi gayr-i millî cenahın “darbe” hayâlleri depreşmeye başladı.

Peşinden namlı asker (!) eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ celâllenip de o meşhur borusunu eline alıp sözde FETÖ’yü kınayarak ve özde, “2009 yılında askerlerin özel mahkemelerde yargılama teklifini getirenler araştırılsın” diyerek ucuz kahramanlığa soyundu. Bu kanunu çıkaran Meclis’e ve siyasilere FETÖ suçlaması getiren İlker Başbuğ’a sormak lâzım: Niyetiniz intikam almak mıdır, yoksa ABD’nin “bizim çocuklar” korosuna katılmak mı?

Meseleye soru ile başladık; peki, meşhur muhalif lider Kurdoğlu’nun, pardon Kılıçdaroğlu’nun canhıraş bir şekilde konuya dâhil olmasının başka bir sebebi var mıdır? Ateş olmayan yerde dumanın tütmediği doğrudur.

Türkiye’deki askerî vesâyetin on yılda bir nüksetmesi tesadüfî midir, değil midir?

27 Mayıs 1960’tan bugüne yapılan cunta darbelerinin hepsinin ardında, ABD başta olmak üzere Batılı güçlerin olduğu zaten bilinen bir gerçekti. Bu konularda epeyce delil mevcuttur:

12 Eylül Darbesi’ni 1970’li yıllarda CIA’nin Türkiye Şefi olan Paul Henze, ABD Başkanı Jimmy Carter’e, “Bizim çocuklar başardı” diye haber vermişti.

38 yıl geçtikten sonra, “Bizim çocuklar başardı”nın belgeleri şimdi yayınlanıyor.

Zaten darbeyi yapan bütün cuntacılar, darbe bildirilerinde “NATO dâhil, bütün ittifaklarımıza ve taahhütlerimize sâdığız” diye kendilerine destek veren dış güçlere bağlılık sözünü en baştan verdikleri için, darbelerin ardındaki Batı desteğini anlamak üzere başka söz ya da belgeye gerek yok.

Bu yeni ortaya çıkan belgede, dönemin ABD Ankara Büyükelçisi olan James Spain, “Ordunun (Yönetime) El Koymasının Ardından ABD-Türkiye İlişkileri” başlıklı yazışmasında, “darbecilerin bağlılık beyanının” kabul gördüğü şu şekilde ifade ediliyor:

“Mevcût askerî liderlerin tamamını iyi tanıyoruz ve özellikle de NATO üyeliği başta olmak üzere Türkiye’nin güvenlik ya da dış politikasında değişim yaşanacağı yönünde bir endişe taşımamıza da gerek yok. En son 15 Temmuz FETÖ’cü darbe ve işgal girişiminin ardından ABD Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) General Joseph Votel’in sözlerini bir kez daha hatırlatma zamanıdır. Darbe girişiminin başarısız olmasının ardından Votel, ‘ABD ordusunun Türk ordusundaki birçok yakın müttefikinin hapse konulduğunu’ belirterek, hapse konulan FETÖ’cülerle ilgili, ‘Bilhassa askerî liderle şüphesiz ki ilişkilerimiz var. Bu ilişkilerin nasıl etkileneceği konusunda kaygılıyım’ demişti.”

Diğer can alıcı nokta ise, 12 Eylül Darbesi’ndekine benzer şekilde, 15 Temmuz darbecileri olan ve ABD’nin “çocuklarımız” dediği yani FETÖ’cülerin tamamını da ABD’liler çok iyi tanıyordu.

***

FETÖ Ergenekoncuları ve “Ay Işığı ve Sarıkız taraflısı” diye bilinenlerin operasyonlarından sonra “Ulusalcıları” ateşe atıp onların yerlerine kendi tosuncuklarını ikâme edince, Pentagon’un gölge ‘düşünce’ kuruluşu Rand Corporation’un “orta kuşak” tarifine uyan askerleri tâbiri caiz ise uykuya geçtiler. Anlaşılan, yedek akçe olarak düşünülmüşler. Anlaşılan, “mütekait serasker/borucu zâtın gündemi meşgul etmesi”, tesadüf değildir!

FETÖ konusunda faal dönemindeki cemaziyelevvelini Sayın Devlet Başkanı ifade ettiler; az çok kam-u efkârı da konu hakkında agâhtır. Herkesin merak ettiği (!) fikrini zikrini bildiğimiz seraskerin yaylım ateşine ana muhalefet liderinin sessiz ve bîgâne kalması, eşyanın tabiatına aykırı olurdu.

Nitekim ana muhalefet partisinin ve liderinin yaptıkları/yapmaya çalıştıkları muhalefet şekli, “Pévananına dübüşké nine jı neyartiyavé, tabiatı véda heye pévenanin” şeklindeki Kürtçe deyimle izah edilebilir. (Akrebin sokması düşmanlığından değildir; sokmak, akrebin fıtratında vardır, tabiatındandır.)

Aynı hesap, bizim kronikleşmiş muhalefetin tek yapabildiği… Yani yapılanların karşısında olmak, İslâmî, yerli-millî meselelere karşı çıkmak, âdeta bir hayat biçimi…

Bu meşum Rand Corporation’un hazırlayıp gündeme soktuğu raporun 4 maddelik senaryosunun ikinci maddesi, “ABD destekli muhalefet ve askerler iktidara gelince Türkiye yeniden Batı güdümüne girecek” olarak derç edilmiş. Bunun da bugünkü Cumhur İttifakı’nın karşı tarafında saf tutanların olduğunu bilmek, kehanet olmazsa gerek.

***

Muhalefetin, özellikle de CHP’nin ve liderinin memleket diye bir derdinin olduğunu söylemek zor. Ana muhalefetin mâhir olduğu bir başka ihtisas alanı, “gündem değiştirmek”…

ABD’den alınan işaret fişeği üzerine hareket eden Ulusalcı İlker Başbuğ’un gayretlerine bir destek de CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’ndan geldi. Sürekli abone olduğu TV ve yayın organlarından anonslar yaptırarak, “FETÖ’nün siyâsî ayağını” açıklayacağını duyurdu.

Kılıçdaroğlu’nun siyaset etme şeklini bilenler neler olabileceğini tahmin ettiklerinden, pek kulak asmadılar. Meraklılarına ise bu hususta üstad gazeteci Selahaddin E. Çakırgil’in yazısından bir paragraf yazarsak yeterlidir:

“Ve KK Bey’in çizdiği ‘dağ’ resmi, bir ‘fare’ bile doğurmadı. CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun, haftalardır ‘FETÖ’nün siyâsî ayağını açıklayacağım’ iddiasıyla ortaya çıkıp 11 Şubat günü yaptığı konuşma, 15 Temmuz öncesi ve sonrasında, Tayyib Erdoğan’ı yıpratmak için devamlı söylediği suçlayıcı iddialardan başka farklı bir şey söyleyememesi, evet, ‘Dağ fare doğurdu’ kabilinden… Çünkü söyledikleri, yeni bir şey değildi; eski ve tefessüh etmiş, kokuşmuş ve gerçeği anlamaya hizmet etmeyen iddialar… Keşke ciddî bir şey söyleyebilseydi…”

Bu sefer de eline tutuşturulan varaklardan, önceki kaset ve tapelerden de olduğu gibi tavşan çıkmadı.

*** 

ABD ve muhiplerinin Türkiye’nin bugünkü politikalarından ve yaptıklarından hoşnut olmasını beklemek akıl kârı mıdır?

Kılıçdaroğlu’nun akillerde pek akis bulmayan ve Devlet Başkanımıza yakıştırdığı “siyâsî ayak şovu” hâfızalarda öylesine bir hatıra olarak kalacaktır.

Yusuf Kaplan Hoca’nın endişelerinin yersiz olmadığına katılıyoruz. 

Allah, ülkemizi şer-şirret güçlerin oyunlarından korusun, bize de basiret versin!

Kendilerini bu ülkenin sahipleri zanneden Ulusolcu/Ulusalcı ve Kemalistlerin pek rahat durmayacaklarının ve de daima hazır ve teyakkuzda olmamız gerektiğinin farkında olalım, vesselâm…