Biz sadece develerin sahibiyiz

Bugün Ebrehe’nin ordusu sadece Kâbe’ye değil, İslâm’ın var olduğu her bir coğrafyaya aynı gayeyle geliyor ve çok daha stratejik saldırı plânları içerisinde. Fakat Yaradan, Evini ve o Evi sevenleri yıkıma ve bozguna uğratmayacaktır. Bizim bilmemiz gereken, “biz” olmamız gerektiği ve Ebrehe’nin ordusu ne kadar kalabalık ve donanımlı olsa da imanın gücünü yıkabilecek hiçbir mamulatın var olamayacağı gerçeğine sarılmamız gerektiğidir.

KÂBE’yi yıkmaya gelen Ebrehe’nin ordusu, bugün dünyanın her bir noktasında pusu kurmuş durumda. İslâm’ın ve Müslüman toplumunun yok edilmesi tutkusunda sağa sola yalpalayıp duruyorlar. Gerek ekonomi, gerek terör eylemleri ile sektesiz bir saldırı hâlindeler.

İslâm topraklarında yaşayan milletlerin devletlerini çökertmek ve iç dinamiği sarsmak yolunda yenilikçi eylemleri hayata geçiriyorlar. Peygamberimiz zamanından beri tuttukları yol, her defasında hezimete uğramakta; fakat İslâm’a düşman bu güruh tarafından söz konusu saldırılar her defasında denenmeye devam edilmektedir.

Bunca saldırı ve savaş suçu karşısında dünyanın dört bir yanında Müslümanlar bir şekilde yaşam haklarını savunmak durumunda bırakılıyor. Bu, aslında akla ve imana da uyum sağlayan bir süreç.

İslâm, tek ve gerçek dindir. Ona inanlar olduğu kadar, onu yok etme rüyasında yanıp tutuşanlar da olacaktır. İyinin kötüyle birlikte var olduğu gerçeği, İslâm’la şereflenenlerle İslâm düşmanlarının aynı atmosferde var olmaya devam edeceği gerçeğinin de sağlaması niteliğinde âdeta.

Avrupa’nın toplumsal ve ekonomik bir çöküş sürecinde olmasına karşın, var olan gücünü ve imkânını hâlâ Müslüman toplumlarla uğraşma yolunda harcaması da inandığımız gerçeği desteklemekten başka bir tesirde bulunmuyor.

Kale içine sızan birtakım terör ve ihanet odakları ile hem ülkemiz, hem de tüm dünya Müslümanları süreğen bir savaş üzereler. İki ordunun birbirine savaş ilân etmesindeki mertliği bile mumla aradığımız bu yeni çağda, daha ziyade adına savaş denmeyen soykırım plânlarının mağduru olduğumuz bir gerçek. Fakat atlanılan bir detay olarak, İslâm düşmanının derdi din değildir. Onlar, İslâm’ın kudreti altına giren ve girecek olan bütün imkânların peşinde, asırlardır bir sarhoş narasıyla gezip durmaktalar.

Onlar toprakların, doğal kaynakların,  ticaretin ve tüm ekonomik kazanımların var olduğu uzakları ellerine almak ve bu varlıklardan âdeta bir kene gibi beslenmek gayesiyle hareket ederler. Arap yarımadasının tarımsal zayıflığına karşın petrol yatakları bakımından zenginliği, Mezopotamya ve çevresinin tarımsal işlevselliği, Küçük Asya’nın ticaret yollarında verimli bir istikamet oluşu ve daha pek çok getiririnin Doğu ve Orta Doğu ekseninde tomurcuklanması, aç midelerin ve ihtiraslı gözlerin hedef noktası olmasında din düşmanlığını baskılayan aslî unsurlar.

Peygamberimiz zamanında da Mekke ve çevresi, tarım ürünlerinin kıtlığına ve kurak iklimlerin var ettiği geçim zorluğuna karşın Kâbe çevresinde teşkilatlanan alışveriş, ticaret ve daha pek çok faaliyetin bölgede ekonomik canlılık sağlaması ve yine aç gözlerin hedef noktası olmasıyla oldukça kıymetliydi.

İslâm’ın yayılışından önce pek çok dinden ve pagan inanışından toplumun bile bölgeye gelişi, hac zamanlarında artan ticarî aktiviteler ve benzeri her türden aksiyon ile Ebrehe’nin de ihtirasla kabaran midesi kendince hain plânlar kurgulamasında itici güçtü. Tıpkı bugün yükselen, büyüyen ve hâkimiyet alanı genişleyen Türk-İslâm toplumuna karşı kurgulanan iç ve dış odaklı plânlar gibi…

Ebrehe öncelikle kendi kıblesini yaptırmakla Allah’a karşı komik bir direnç göstermişse de bu din kamuflajlı ekonomik kurgu, İslâm’ın kudret ve hâkimiyetini arttırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Aklınca Kâbe çevresinde şekillenecek ticarî hareketliliği kendi yaptırdığı kilise çevresine çekmiş olacak ve bu suretle zenginleşecek ve daha geniş coğrafyalarda hükmedecekti. Fakat ilk plânı etkisiz kalan Ebrehe, çareyi Kâbe’yi yıkmakta bulmuş, buna güç yetirebileceği gafletiyle ordusunu önüne katmıştı.

İslâm düşmanlarının her zaman bir plânı vardı ama Yüce Allah’ın plânı bu zavallı kurguları yerle bir ederdi.

Bugün İslâm topraklarına ve Müslüman milletlere yapılan her türlü saldırı, sömürü ve hain savaş plânının ardında Kâbe’yi yıkma gayreti olduğunu hepimiz biliyoruz.

Bugün Ebrehe’nin ordusu sadece Kâbe’ye değil, İslâm’ın var olduğu her bir coğrafyaya aynı gayeyle geliyor ve çok daha stratejik saldırı plânları içerisinde. Fakat Yaradan, Evini ve o Evi sevenleri yıkıma ve bozguna uğratmayacaktır. Bizim bilmemiz gereken, “biz” olmamız gerektiği ve Ebrehe’nin ordusu ne kadar kalabalık ve donanımlı olsa da imanın gücünü yıkabilecek hiçbir mamulatın var olamayacağı gerçeğine sarılmamız gerektiğidir. Mülkün yalnızca Allah’a ait olduğunu bilmek, onu koruyacak olanın yalnızca Allah olduğunu idrak etmek ve kulluk acziyetinde bize verilen iman ve imkânla elimizden geleni yapmak da İslâm ahlâkının gerektirdiği bir davranış biçimi olacaktır.

Ebrehe, Kâbe’yi yıkma plânını küstahça bir öneriyle dile getirdiğinde Hazreti Peygamber’in dedesi, Kureyş Reisi Abdülmüttalib Bin Haşim de bu inanç ve şuurla, düşmandan sadece gasp edilen develerini istemiş ve şöyle demişti:

“Ben develerimin sahibiyim. Kâbe'nin de bir sahibi ve koruyucu vardır. Elbette onu koruyacaktır.”