Biz kadınız, o zaman kutlu olsun!

Gözlerinin en derinine baktığınız hemen hemen her kadının yüreğinden gözlerine süzülen bir iç burukluğu, bitmemiş çilesi, siyah renkli gülüşleri ve her şeye rağmen ümitle, sabırla, hoşgörü ve samimiyetle ruhunuzu ısıtan içten bakışları, sizi geçmiş ve gelecek arasında binbir gece masallarına nispet yaparcasına, aklınızı ve gönlünüzü duygu karmaşası içine sürükleyip ağlarken güldüren, sevincin zirvesinden ıstırabın göbeğine çakılmanıza sebep olan hikâyeleri vardır.

NAZIM Hikmet der ki, “Ve kadınlar…/ Bizim kadınlarımız…/ Korkunç ve mübarek elleri,/ İnce küçük çeneleri, kocaman gözleriyle/ Anamız, avradımız, yârimiz/ Ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen/ Ve soframızdaki yeri/ Öküzümüzden sonra gelen”.

Gözlerinin en derinine baktığınız hemen hemen her kadının yüreğinden gözlerine süzülen bir iç burukluğu, ufacık da olsa uğradığı bir haksızlığı, bitmemiş çilesi, siyah renkli gülüşleri ve her şeye rağmen ümitle, sabırla, hoşgörü ve samimiyetle ruhunuzu ısıtan içten bakışları, sizi geçmiş ve gelecek arasında binbir gece masallarına nispet yaparcasına, aklınızı ve gönlünüzü duygu karmaşası içine sürükleyip ağlarken güldüren, sevincin zirvesinden ıstırabın göbeğine çakılmanıza sebep olan hikâyeleri vardır.

Her biri bu ülkede ve dünyanın her yerinde, ne gariptir ki bundan bin yıl önce ve dahi bin yıl sonra da değişmeyen zihniyetle el üstünde tutulmadı, tutulmayacak. Değer veriliyor gibi yapılıp herhangi bir anda yine “Kadın işte! Saçı uzun, aklı kısa… Elinin hamuruyla” türü darbımesellerle maateessüf acıtılır, incitilir, itinayla sessizce ağlatılır.

Ve ben kadınlara dair yazılan bilmem kaç bininci yazıyı yazarken, dünyada ve ülkemizde kim bilir kaç kadınımız daha kocasından, abisinden, babasından, sevgilisinden dayak yiyecek, ağlatılacak, tokatlanıp bıçaklanacak ve belki de hayatını bir erkek yüzünden kaybedecek.

Bu konuda “Neden?” veya “Niçin?” diye sormayı çoktan bıraktım; düşündüğüm zaman da içinden çıkamıyorum. Zira o canavarlaşmış, adeta kan içici vampirlere dönüşen ruh hastalarını da biz kadınlar yetiştirmiyor muyuz? Nerede yapılıyor yanlışlık?

Aslında “Erkektir, yapar!”, “Babasının oğlu!”, “Aslanım benim!” gibi şişirme sözlerle büyütülmemeli erkek evlat. En mühimi de, erkek çocuk su ister, ne hikmetse evin kızı ağabeyine veya erkek kardeşine hizmet eder, “Kalk suyunu iç” diyen kimse olmaz. Ama kız çocuğu susadıysa tıpış tıpış mutfağa gidip suyunu içer, sessiz sedasız odaya döner. İşte çifte standart böyle başlar. Erkek çocuk daha istemeden bisiklet alınır, kız çocuk isteyince. “Otur oturduğun yerde!” cümlesiyle susturulmasıyla devam eder kızın yaşadığı.

Erkek çocuk, evde bir araba varsa anahtarı gizlice alıp arabayı kullanır, fark edilince ebeveyn kızar gibi yapar ama çok da umursamaz. O arabanın anahtarına kız evladın eli değmeye görsün, kıyamet kopar. Bunları daha saymayayım, zira yüreğim daralmaya başladı.

Oysa biz kadınlar naif, nazik, narin, kırılganızdır. Bir o kadar da cabbar, azimli, gözü kara, istikrarlı, acıya dayanıklıyızdır. Bunu fark etmek, erkek insanlarının pek işine gelmez.

Biz kadınız!

Biz kadınız, ama önce anneyiz; yavrularımızı sevgimizle besler, büyütür, koruyup gözettikten sonra gelir aklımıza kadın olduğumuz.

Biz kadınız, artık anlayın bizi! Uysal bir kedi oluruz şefkat ve sıcak bakışlarınızda, haksızlığa uğramadığımız müddetçe sevgimiz sonsuzdur.

Biz kadınız! Yüreğimizin yarısı melek safiyetinde iken, diğer yarısı amazonca savaşçı, zorluklara karşı ailesini korumak adına gözünü kıpmadan canını feda edebilecek kadar yürekliyizdir.

Biz kadınız! Güvenmek, dayanmak, korunmak isteriz elbette. Başımızı yaslayacağımız omuz, bizim kalamızdır. Ne arkasında, ne önünde, erkeğimizin yanında yürümek isteriz.      

Biz kadınız! Dürüst olmasını isteriz her zaman eşimizin. Gurur duyarız ailemizle, onları baş tacı ederiz ve zekâmızla şaşırtırız çoğu zaman. Biraz gizemli, biraz tutkulu, bazen de isteyerek aptal oluruz.

Biz kadınız! Bizi biz yapan özelliklerin başında gelir “sevgi”. Çok şey beklemeyiz, gerçek sevgi ve saygıyla baksın gözleriniz, yeter! Sabırla beklemesini biliriz biz.

Duyguların çağlayan kadar yoğun aktığı, sabır ve sevecenliğin dişi ve güzelliğin timsali... Şefkati, utangaçlığı, hayalleri olan insanlarız biz. Yaşı ne olursa olsun, kimi zaman erken büyümüş, kimi zaman hâlâ çocuk kalmış olsak da kadınız biz.

Gözlerimiz hep güzellikleri yaşamaya odaklı; bazen fırtınalar kopsa da ruhumuzda, üşütmeyin yüreklerimizi soğuk, itici, insanlık dışı hal ve etvarla.

Aklınıza geliversin lütfen, arada bir ruhumuza dokunun! Korkmayın şımarmayız, çünkü biz kadınız!

Ve kadın demek, dokuz ay karnında, canının içinde başka bir can taşırken cenneti ayaklarının altına serdiren, bu sebeple daha da yücelen, içinde büyüyen yavrusuyla olgunlaşan, canının içindeki varlığı zedelemeden, düşürmeden taşımak için bin mücadele verip zamanı geldiğinde onu tarifsiz acılara rağmen büyük bir cesaretle doğuran, yavrusunu göğsüne aldığı anda bütün çektiği sıkıntıları, sonsuz sancıları unutup yavrusuyla bütünleşen mucize demektir. Ve kadın, az pişen aşını bereketiyle taşıran, sofra kurulduğunda en son oturan ve çoğu aç kalkan sessiz güzelliktir.

Kadın demek, sabaha kadar çocuklarını kontrol etmekten ötürü çoğu geceler uykusuz kalıp, buna rağmen sabah işine gayet verimli gidip, iş dönüşü hiç yorulmamış gibi evdeki mesaisine devam eden huzurun adı demektir.

Kendi için gittiği alışverişte, ihtiyaçlarını unutup çocuklarının istediklerini alıp sevgi kelebeği gibi eve uçarak gelendir kadın. Yüzümüzün acılı tarafı hep gizli saklıdır, içimizde yaşarız. Biz her zamanki gibi yaparız ve içimiz yandıkça “sus”arız.

Mutsuz zamanlarımızda bile mutlu gibi görünmekte usta yapmıştır hayat bizi. Çocuklarımız için çırpınır, onlar için her türlü fedakârlığı baş vazifemiz gibi yapar, ama bunu asla dile getirmeyiz. Biz, iffetiyle, onuruyla, sabrıyla hayata meydan okuyan insanlarız. Varını yoğunu sevdiğiyle paylaşan, azla yetinmeyi bilen, şükreden yürekleriz.

Kadın, sevilmeyi hak edendir. Kadının sevgisi tüm hastalığa şifa dağıtan tek ilaçtır. Kadının kalbi yelkendir; tüm fırtınalara göğüs açar kadın, hem onun gücünü sert rüzgârlar deviremez.

Kadın, aslında hayatın ta kendisidir. Kısacası kadın, eşinden yediği tüm dayaklara rağmen, annesi yüzünün neden morardığını sorduğunda kapıya çarptığını söyleyip, kendine kalkan elin haksızlığını içine gömerken ezilip hiçe sayıldığının çaresizliğini dik durarak, acziyetini hissettirmeme adına susan ve efsaneleşen şahsiyettir.

“Artık sahip çıkın ve kadına dair yasaları değiştirip sertleştirin!” demeyeceğim. Sadece Rabbin rızası için insan olun, insanlara insan gibi davranın!

Yaşı kaç olursa olsun karartmayın kadınların dünyasını. Yaşamak güvendir, ama en önemlisi, gerçek olan o güveni ruhta, yaşadığımız ortamda, öz benliğimizde hissetmektir.

Gücünüzü kadınların üzerinde denemekten vazgeçin. Zira biz eşiz, ablayız, kız kardeşiz, teyzeyiz ama her şeyden önce anneyiz. Annene zeval gelsin ister misin ey insanoğlu?

Kıymet bilin, incitmeyin, üzmeyin ki akıl ve ruh sağlığı sağlam nesillerle hayata gülümsemeyi bilelim…