Biz insanız

Biz insanlar, madde ve mana boyutu olan sosyal varlıklarız. Çevremizle sürekli iletişim halindeyiz. Bu çerçevede olumlu olumsuz, iyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin her tür davranış ve olaylarla karşılaşıyoruz. Bunlardan iyi, doğru ve güzel olanlar ruh dünyamızda olumlu etkiler bırakırken, kötü, çirkin ve yanlış olanlar ise olumsuz bir iz bırakmaktadır.

BU evrenin öznesi insandır. Evrende insan olmasaydı, dünya, haneleri boşalmış metruk bir kasaba gibi olurdu. Evrende insanın hesaba katılmayacağı hiçbir iş yoktur da denilebilir. Dolayısıyla bu yazının özü de insandır. İnsan, karmaşık bir varlıktır. Bu bağlamda insanı anlamak ve çözmek zordur.

Bir insanın çalışma temposunun düşmesi, kendini sürekli yorgun, halsiz ve bitkin hissetmesi, hayatı anlamsız bulması, çevresine yabancılaşması, hiçbir şeyden keyif alamaması ve heyecan duyamaması “tükenmişlik” olarak ifade edilmektedir. Bunları sürekli yaşayan bir kimse, çatışmacı veya içine kapanmış, mutsuz bir kişi olarak hayata tutunmaya çalışır. Bu durumdaki insanlar için hayat, bazen yaşanması zor bir işkenceye de dönüşebilir.

İlk insan topluluğundan günümüze kadarki her devirde çeşitli sıkıntılarla karşılaşan ve o sıkıntıları bir şekilde aşmaya çalışan insan da yine aynı insandır. Dünya döndüğü müddetçe, bundan sonra da sıkıntılar, stresler olacak ve insan bunlardan kurtulmanın yollarını arayacaktır. İnsan, mutluluğu yakalamaya çalışan ve sürekli onun peşinde koşan bir varlıktır. Ancak bunu herkes yakalayamamaktadır. Doğrusu çoğu insan, onu nasıl yakalayacağını da bilememektedir.

Yoğunlaştıkça mutsuzlaşan insan

Sade bir hayattan karmaşık bir hayata geçişle insanın mutsuzluğu daha da arttı. Sanayileşme, büyük şehirlerin oluşması ve teknolojinin hayatımıza girmesiyle huzurumuzu kaçıran etkenlerin de arttığı bir gerçektir. Sanayileşme ve teknoloji, hayatımıza birtakım kolaylıklar getirirken birtakım stres ve gerilimleri de beraberinde getirdi. Teknolojik gelişmelerin karşısında duramayacağımıza ve dışında da kalamayacağımıza göre, teknoloji ve hayat arasında orta bir yol izleyerek denge kurmak zorundayız.

Biz insanlar, madde ve mana boyutu olan sosyal varlıklarız. Çevremizle sürekli iletişim halindeyiz. Bu çerçevede olumlu olumsuz, iyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin her tür davranış ve olaylarla karşılaşıyoruz. Bunlardan iyi, doğru ve güzel olanlar ruh dünyamızda olumlu etkiler bırakırken, kötü, çirkin ve yanlış olanlar ise olumsuz bir iz bırakmaktadır.

Karşılaştığımız bütün olumsuzluklar ruhumuzu iğneliyor ve sinirlerimizin kasılması veya gerilmesiyle yüz mimiklerimize kadar yansıyor. Dışa yansımanın yanında, bunların her biri iç dünyamıza demir atıp kalıyor. Yaşanan olumsuzlukları kendi kendimize tamamen yok edemiyor, birtakım çabalarla ya zararsız hale getirmeye çalışıyor ya da iç dünyamıza gömerek üstünü örtüyoruz. Maalesef hiçbir şey yok olmuyor, ancak şekil değiştirerek kamufle oluyor. Fırsatını bulduğu zayıf bir anımızda gün yüzüne çıkıyor.

Allah, insanlara müthiş bir denge koymuştur. Bu dengenin bozulmasıyla dengesiz insanlar ortaya çıkıyor. İnsanın maddi ve manevi iki yönünün olduğunu yukarıda belirtmiştik. Maddi tarafımızı fiziki ve biyolojik yapımız oluşturur. Ruhi tarafımızı ise inanç ve içsel yaşadığımız yapısal, deruni fıtratımız oluşturur. Maddi boyut hava, su ve gıdalarla beslenerek devam eder. Manevi boyut ise dua ve ibadet gibi ruhu besleyen yüksek değer ve davranışlarla gıdalanır, bunlarla gelişir ve anlam kazanır. İster maddi, ister manevi açıdan olsun, gıdasız kalan insanın zayıflaması kaçınılmazdır. Zayıf olan insanların da üzüntü, stres ve sıkıntı gibi insanı içten çökerten olumsuzluklar karşısında teslim olması daha kolaydır. Dolayısıyla bu dengeye dikkat etmemiz gerekir.

Eğer maddi ve manevi açıdan zayıf değilsek, karşılaştığımız sıkıntılardan daha çabuk sıyrılabiliriz. Kur’an’ın mesajlarında ve Hz. Peygamber’in uygulamalarında Allah’a inanan bir insanın üzüntüye saplanıp kalma yerine kendini toparlayarak -dengeyi kurarak- işine bakması telkin edilmektedir.

Maddi ve manevi yapımız gereği bizler, kimi zaman neşelenir, kimi zaman kederlenir ve üzülür, kimi zaman da karşılaştığımız sıkıntı ve üzüntülerden kurtulmak için bir teselli ararız. Bizi rahatlatacak bir teselli kaynağı bulabilirsek, çabucak kendimize gelir ve toparlanırız. İçsel yaşadığımız sıkıntı ve engellenmelerde çevremizden gelecek bir olumlu mesaj çok önemlidir. Bunu, Peygamberimiz’in ashabına bizzat uyguladığını görüyoruz. O, zaman zaman sahabelerini teselli etmiştir.


Yapamayacağını yüklenme!

Biz insanlar, her yönüyle sınırlı, aynı zamanda da sorumlu varlıklarız. Sorumluyuz, çünkü bilinçliyiz. Bizim gücümüz, görmemiz, duymamız ve aklımızın hepsi sınırlıdır. Dolayısıyla üstesinden gelebileceğimiz ve gelemeyeceğimiz işler vardır. Herkes her işi yapamaz. Herkesin her işi yapması da gerekmez.

Hepimizin birbirimizden farklı yetenekleri vardır. Birimiz fen dalında, diğerimiz sosyal alanda iyi olabiliriz. Bir başkası da güzel konuşabilir veya güzel yazı yazabilir. Bunların hepsi sanatsal, güzel yeteneklerdir. Bir kişi kendi kabiliyetine bakmadan, “Bunların hepsi bende olsun” diye ısrarcı olursa ve eğer o alanda yeteneği de yoksa büyük sıkıntı çeker. İçine girdiği sıkıntı, hazır yapabileceklerini de olumsuz etkiler. Sonunda kendi yetenek ve kabiliyetini tanımadığından bir engellenme ile karşılaşır ve mutsuz olur.

Kendi kabiliyet ve yeteneklerimizin farkında olup bizi aşan işlere soyunmamalıyız. Yapamayacağımız işlere “Hayır!” demesini bilmeliyiz. Aksi halde hüsrana uğrarız; başarısız ve mutsuzluk yoldaşımız olur. Kendimizin farkında olmalıyız.

Sevgili Peygamberimiz’in uygulamalarına baktığımızda, etrafındaki insanlara hayata tutunma, normal işlerine devam etme ve üzüntü girdabından çıkarma adına moral desteği verdiği ve onları şevklendirdiği anlaşılıyor. O sahabelerinden, eşlerinden ve çocuklarından bazılarını teselli etmiştir. O’nun bu uygulaması, toplumsal mutluluğu yakalamada önemli bir veridir.

Teselli kıymetlidir

Boş bir avuntu değildir teselli. Teselli, insanı içinde bulunduğu buhranlı durumdan normal haline getirme çabasıdır. Biz insanlar üzüntü, stres, sıkıntı ve korku gibi olumsuzluklar karşısında duygusal yoğunluk yaşadığımız zaman normal hayattaki aktivitemizi kaybederiz. Bu girdabın dışına çıkamazsak, en sonunda tükenmişlik hali belirmeye başlar. İşte teselli, tükenmişlik haline girmeden normale dönmek için bir çıkış kapısı aralamaktır.

Normal evsafa sahip olan hiçbir insan mutsuz olmak için çalışmaz. Bizim nihai amacımız, (dünya/ahiret) mutlu bir hayat yaşamaktır. Yaptığımız bütün iş ve uğraşlarımız, mutluluğu yakalamak için birer araçtır. Aslında mutluluk ve mutsuzluk biraz da hayata bakış açımızla alakalıdır. Biz hayata pozitif pencereden bakarak mutlu olmak için pek çok sebep görebiliriz. Örneğin gözümüzün birini kaybettiğimizde, “Şükür diğeri sağlam” şeklinde duruma yaklaşırsak mutlu olabiliriz.

Olaylara negatif pencereden bakarsak, üzüntü ve strese sebep olacak birçok neden bulabiliriz. Örneğin ayakkabımız eskidiğinde bundan mutsuz olabilir ve strese girebiliriz. Hâlbuki “Ayakkabım eski ama çok şükür ayaklarım yerinde” şeklinde düşünebilirsek o stresi yaşamayız. Bu yaklaşımların ikisi de mümkündür. O zaman bizim bunlardan birincisini tercih etmemiz, yani olumlu bakmasını ve düşünmesini, dolayısıyla şükretmesini öğrenmemiz gerekir.

İslam ve olumlu düşünce tavsiyesi

Olumlu düşünme ve görme, öğrenilebilir bir beceridir. Dinimiz bize bunu tavsiye ediyor. Bu bağlamda İslam, inananları olumlu düşünmeye özendiriyor. Örneğin Peygamberimiz bir hadislerinde söyle buyurmuştur: “Allah (meleklerine), ‘Kulum bir iyilik yapmayı aklından geçirir de yapamazsa, onu bir iyilik olarak yazın. Şayet o iyiliği yaparsa, onu on kat olarak yazın’ buyurur.”[i]

İyi ve güzel bir iş yapmak istesek, fakat bazı nedenlerden dolayı onu yapamasak, o samimi düşünce bile bize sevap kazandırmaktadır. Görüldüğü gibi burada, müspet düşünce özendirilmektedir. Eğer biz olumlu düşünebilirsek, etrafımıza olumlu bakar, olumlu şeyler görürüz. Bu pozitif bakış açısı bize huzur ve mutluk verir.

Yine Peygamberimiz, “Güzel bir söz sadakadır”[ii] veya “Her iyilik bir sadakadır”[iii] buyurarak, bizleri güzel söz söylemeye ve iyilik yapmaya teşvik etmiştir. Birine iyilik yaptığımızdan veya güzel bir söz söylediğimizden dolayı Allah’ın vereceği karşılık ayrı; asıl dikkat çekmek istediğim, söylediğimiz söz veya yaptığımız iyiliğin karşımızdaki kişi üzerinde bırakacağı olumlu tesirdir.

Bir toplum düşünün, insanlar birbirini güler yüzle selamlıyor, birbirine iyilikte bulunuyor ve birbirine güzel sözler söylüyor. Böyle bir toplumda sıkıntısı olan bir insanın sıkıntıları, yerini huzur ve mutluluğa bırakmaz mı? Peygamberimiz’in bu tür sözlerine kulak veren insanlar, hayata hem pozitif bakar, hem de mutsuzluk çukuruna kolayca düşmezler. Bir yönüyle “İslam, hayatı güzel yaşama sanatıdır” denilebilir.

Bizim robot gibi mekanik bir yapımız yoktur. Duygu, düşünce ve irademiz vardır. Zaman zaman sıkıntı ve üzüntülerle elbette karşılaşacağız. Bu, insan olmamızın bir gereğidir. Böylesi durumlarda göstereceğimiz sabır ve alacağımız destekle (dua, ibadet, terapi) ondan hasarsız kurtulabiliriz. Sıkıntımızı samimi bulduğumuz bir dosta açarak da rahatlayabiliriz.

Sıkıntının belli bir dönemi vardır ki o süreçte kilitlenir kalırız ve aklıselim ile düşünemeyiz, işte bu süreci atlatmak için birinin desteğine ihtiyacımız olabilir. Bu süreci atlattıktan sonra daha sağlıklı düşünerek, kendimiz bazı çözüm yolları üretip çıkış yolları bulabiliriz. Bu süreci atlatamadığımız zaman problemin derinleşmesi ve bizi ümitsizliğe doğru sürüklemesi söz konusudur. Allah korusun, böyle durumlarda insan tükenmişlik yaşar ve girdiği karanlık tünelde hiçbir ışık göremeyerek kendini yok etmeye, yani intihara yönelebilir. Bu duruma sürüklenmememiz için sohbet meclislerimiz, samimi arkadaşlarımızla belli zamanlarda bir araya gelmemiz gerekir. Çünkü bir taraftan sürekli deşarj olurken, bir taraftan da şarj olmamız önem arz eder. Bu bağlamda derdimizi açabileceğimiz samimi dost ve arkadaşlar, nasihat eden, teselli veren bilge kimseler, stres ve sıkıntılarımızın sigortasıdırlar.

Allah, Peygamberimiz’i karşılaştığı bazı sıkıntılar karşısında teselli etmiş, üzüntüyü bırakıp işine devam etmesini istemiştir. O, Elçisi’ni üzüntülerle baş başa bırakmamış ve onu tükenmişliğe terk etmemiştir.[iv] Onu her zaman desteklemiştir. Peygamberimiz de bu metodu çevresindekilere uygulamış ve onların hayattan kopmalarına izin vermemiştir.

Bizim bir günümüz, ayımız veya yılımızın aynı olmadığı gibi, hayatımız da sonuna kadar aynı değildir. Çünkü biz insanız…



[i] Müslim, İman, 203.

[ii] Müslim, Zekât, 56.

[iii] Buhari, Edeb, 33.

[iv] “Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah’ın kelimelerini (kanunlarını) değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.” (En’am, 34. ayet) .“(Resûlüm!) Eğer seni yalancılıkla itham ettilerse (yadırgama); gerçekten, senden önce apaçık mucizeler, sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren nice peygamberler de yalancılıkla itham edildi.” (Âl-i İmran, 184.)