“Biz Hak kılıcıyız, emirle keseriz”

Şartlar ne olursa olsun, o rüzgâr bizim sırtımızı yere getirmeyecek ve o sancak yüzümüzü ağartacaktır. Evet, hiçbir millet bizim kadar tehdit altında değildir. Ancak hiçbir millet de bu tehditleri boşa çıkarma konusunda bizim kadar gözü kara ve cesur değildir. Mevlâna Hazretlerinin dediği gibi, “Biz Hak kılıcıyız, emirle keseriz”. Emir verilmiş ki kesmeye de başladık. Bilmem, anlatabildim mi?

ŞU anda dünya üzerinde hiçbir ülke, Türkiye kadar tehdit altında değildir. Hiçbir ülke de kuşatılmışlık çemberini yırtma konusunda Türkiye kadar kararlı ve gözüpek değildir.

Türkiye’nin özellikle bağımsız bir politika izlemeye karar verdiği yahut da verdiği kararı uygulamaya geçirdiği 2013 yılından beri başı ciddî mânâda belâda. Siyasî açıdan belâda, ekonomik açıdan belâda, askerî açıdan belâda, coğrafî, tarihî ve stratejik açıdan belâda…

2013 yılından beri Türkiye’nin açık ve örtülü şekilde maruz kaldığı saldırıların dökümünü yapmaya gerek yok. Türkiye o günden bugüne kadar yapılan bütün alçak ve menfur saldırıların üstesinden gelerek düşman ve işbirlikçilerinin heveslerini boşa çıkardı ve çıkarmaya da devam ediyor.

Türkiye’nin 2016 yılı 15 Temmuz ihanetinden sonra izlediği çizgi, bütün kuşatılmışlık ağını yararak sahneye, kendi eksenini oluşturmuş bir cihan devleti olarak çıkmaktır. Türkiye etrafında oynanan oyunların ve kurulan tuzakların bütün amacı, Türkiye’yi yeni ve büyük bir oyuncu olarak sahneye çıkmaktan alıkoymaktır. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, boş!

Bu ülke, gözünü karartarak tarihiyle, coğrafyasıyla, din ve medeniyeti ile yeniden buluştu.

Türkiye’nin kendi dinamikleri olan bu güçlerle buluşması, onun aradığı sihirli gücün kendi özünde olduğunu kavramasına yol açtı.

Neydi bu sihirli güç? Dünyaya hak ve adalet namına yeniden şekil verme misyonu…

Şu hususun altını çizmekte yarar vardır: Türkiye, Tanzimat ile beraber resmen güdümüne girdiği Batı dünyasının tesir ve zihniyetinde kaldığı müddetçe İlâhî ve tarihî misyonunu kaybetti. İdealsiz, ufuksuz ve hafızasız bir toplum hâlinde düşe kalka bugünlere kadar geldi.

Oysa bu devlet ve bu millete asıl mayasını, öz ve kıvamını veren şey, onun bir büyük ideal ve misyona sahip olmasıydı. Hak ve hakkaniyet çerçevesindeki bu misyonun adı “İlâ-yı Kelimetullah” yani Cenab-ı Hakk’ın isminin yüceltilmesi idi.

Allah’ın isminin yüceltilmesi demek, İlâhî ve Rahmânî bir nizamın dünyaya hâkim olması, insanlar arasında barış, huzur ve esenliğin kaim olması demekti. Ancak şeytanın çocukları da boş durmadılar ve Rahmânî nizamın çocukları üzerine galebe çaldılar. 

Osmanlı’nın çöküşü, insanlık vicdanının çöküşü demekti. Rahmânî nizamın gerilemesi ve şeytanî tayfaların iş başına geçmesi demekti.

Evet, Osmanlı’nın gidişinden beri dünya sahnesi bomboş. Adalet sürgün, hak ve hakkaniyet mahkûm, vicdanlar perdeli ve sesler kısıktır. Cihanda zalimin davulu çalınmakta, hükmü de ferman suretine bürünüp âlemi kuşatmaktadır.

Mazlumun ne yâri, ne de yardımcısı bulunmaktadır. Bu dünyanın böyle gitmesi Sünnetullah’a aykırıdır.

Cenab-ı Hakk, hak sancağını olayların eliyle yeniden elimize verdi ve bizi meydana saldı. Artık Türkiye’nin ne duracak bir vakti, ne gösterecek bir mazereti, ne de sığınacak bir bahanesi vardır. 

Mazlumlar sesimiz olmuş, sessizce bizi beklemekte; inananlar Hakk’a yakararak kendilerine bir kurtuluş yolu talep etmekte ve insanlık, vicdanı olacak bir devlet veya gücün yükselmesini niyaz etmektedir.

Bu devlet ve milletin hak sancağına yeniden sarılarak sahneye çıkması, bütün şeytanî rejimlerin entrika ve tuzaklarını üzerimize salmalarına neden olmuştur. Türkiye’yi boğmak istiyorlar; bölmek, parçalamak istiyorlar, yıkamak ve gömmek istiyorlar.

Bunun için ellerinden gelen her türlü melâneti icra etmekten el çekmiyorlar. Ama ne yaparlarsa yapsınlar, boş! Cenab-ı Allah’ın da bir hesabı vardır ve bu hesabı, seçtiği bir millet ve ümmet marifetiyle muhakkak gerçekleştirecektir.

Evet, Türkiye, bir müddet daha kuşatılacak, bir müddet daha tehdit edilecek, bir müddet daha operasyonlara maruz kalacak ama yılmayacak, yıkılmayacak, hep ayağa kalkacak ve dimdik duracaktır!

Çünkü onun arkasında Rahmânî bir rüzgâr esmekte, İlâhî bir sancak dalgalanmaktadır.

Şartlar ne olursa olsun, o rüzgâr bizim sırtımızı yere getirmeyecek ve o sancak yüzümüzü ağartacaktır.

Evet, hiçbir millet bizim kadar tehdit altında değildir. Ancak hiçbir millet de bu tehditleri boşa çıkarma konusunda bizim kadar gözü kara ve cesur değildir. 

Mevlâna Hazretlerinin dediği gibi, “Biz Hak kılıcıyız, emirle keseriz”. Emir verilmiş ki kesmeye de başladık. Bilmem, anlatabildim mi?