Bitpazarına nur yağıyor

Diyeceksiniz ki, “Bizim Anadolu medeniyetimiz eşyaya hiç mi kıymet vermez?”. Verir vermesine de, Batı’daki gibi sadece pahalı ve lüks şeylere değil, içinde yaşanmışlık olan ne varsa bizler için değerlidir. Gün olur, bizim oranın bitpazarına nur yağar. Bazen bir gaz lâmbası, bazen eski bir harita metot defteri, bazen de saten kaplı bir yorgan, yeri gelir, baş tâcı edilir.

BABAANNEM ve dedem rahmetli olduklarında, çocukluğumun geçtiği Adapazarı’ndaki mütevazı evlerine yolum düştü. Amacım belki rahmetli dedeciğimin bir tespihini bulmak, belki de babaannemin seccâdesini alıp ömür boyu saklamaktı. Evden içeri adımımı atar atmaz, hiç kıymet verilmeyecek eşyalara dokunurken bile gözlerimin dolduğunu hissettim.

Babaannem, sabah namazına kalkayım diye türlü bahanelerle evin içinde muhtelif sesler çıkartırdı. Gün daha ışımadan perdeleri büyük bir hışımla açardı; tuvalette tazyikli su ile doldurduğu maşrapanın sesi, uykumun en tatlı yerinde gözlerimi gafletten uyandırırdı. Eve girince, tuvalette ilk o maşrapa ilişti gözüme. Mavi renkliydi. Siz deyin 30, ben deyim 40 yıllık…

Evde mutfağa giden koridorda gaz lâmbamız asılı dururdu. Elektriklerin mütemadiyen bir kesilip bir geldiği gecelerde babaannemin o gaz lâmbasının önünde saatlerce dikiş diktiğini hatırlarım. Üstü tam bir huni gibi yukarı kısımlarda incelirken, alttaki gaz doldurulan kısım kadifeydi ve bej rengindeydi. O gaz lâmbasını, babaannem istediğinde duvardaki asılı yerinden alıp mutfağa götürdüğüm zamanlarda lâmba benim için sıradandı. Bugünse çocukluğumun en güzel günlerinin geçtiği evde camlı kısmı biraz çizilmiş ve tozlu olsa da anılara ışık tutuyordu.

Evde gaz lâmbası hâricinde bir sürü şey buldum. Kırtasiyeden özenerek aldığım ve henüz tek bir satır dahi yazmak nasip olmayan eski bir harita metot defterinin yırtık parçaları çıktı karşıma. Ben o defteri çoktan unutmuştum. Dedem “Günahtır” deyip atmamış. Kullanılmış serum hortumlarından mahalledekilerle birlikte yaptığımız kuş sapanları, yokluktan fazla bir oyuncağımız olmadığı için babaannemin eczaneden alıp oyuncak niyetine bize verdiği ve çocuk aklımızla araba yaptığımız boş ilâç kutuları, babaannemin akşam saatlerinde uğradığı pazarda ucuzluktan aldığı sebze ve meyveleri taşıdığı yırtık pazar filesi, onaramadığı için dedemin babaannemden sürekli fırça yediği sigortanın porselen kapakları, nereden baksan on kilo çeken yatak odasındaki kömürlü ütü, ama en çok da saten kaplı yorgan parçaları, beni yıllar öncesine götürdü.

Günlük hayatta sıradan görünen o alelâde eşyaların hep o evde babaannem ve dedem ile birlikte duracağını, canım istediğinde hep elimin altında olduklarını sanmıştım. Yanılmışım! Her birinde o nur yüzlü ihtiyarları, çocukluğumu, hatıraları barındıran o küçük eşyalar meğer ne kadar değerliymiş.

Nimeti görmek

Bizler kimi zaman bir gaz lâmbasında, kimi zaman bir yorganda geçmişe, hatıralara dalıp gidip mutlu olurken, bunlardan çok daha pahalı eşyalara sahip olup “huzur”un “h”sine sahip olmayan nice insanın ömrünü yok yere hebâ etmesine tanık oldum.

Geçenlerde bir gazetede okumuştum. Ekonomik gelişimini tamamlamış gayrisâfî millî hâsılası muadillerine nazaran yüksek seviyelerde seyreden ülkelerde, gün geçmiyor ki yeni bir teknolojik ürün piyasaya sürülmesin. Sadece gazetelerde değil, televizyon izlerken bile, Japonya’da ev temizliği yapan robotlardan tutun da Almanya’da yeni nesil mikro işlemcili araçlara dek pek çok teknolojik ürünün haberine denk gelmişizdir. Muhtemelen çoğumuz, “Adamlar yapmış kardeşim!” tarzında tepkiler vermişizdir. Burada tutup teknolojik icatları eleştirecek değilim. İnsanlığa yararlı olması ve kötü amaçlarla kullanılmaması şartı ile her türlü icadı doğal olarak destekliyorum. Ben de “Adamlar yapmış. Keşke biz daha iyisini yapsak” tarzında hayıflanmadım değil. Lâkin ne oldu, biliyor musunuz? Aynı gazetenin bir sonraki sayfasında, dünyadaki intihar vakalarını araştıran bir yazı da gözüme çarptı.

Allah muhafaza, şeytanın en tehlikeli tuzaklarından biri olan ve dinimizce de asla ve kât’î şekilde yasaklanmış olan intihar mefhumunu mukayeseli rakamlarla ortaya koyan bir yazıydı bu. Başta Türkiye, Bahreyn, Mısır, Kuveyt ve Endonezya gibi İslâm ülkelerinde intihar vakaları her 100 bin kişide ortalama 1,9 iken Japonya, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İsveç ve İsviçre gibi teknoloji lideri ülkelerde bu rakam ortalama 17,3’lere kadar çıkıyordu. Yani İslâm ülkelerinden 9 kat daha fazla!

Dinsizliğin ve inançsızlığın ne yazık ki moda hâline geldiği Batılı ülkelerde teknolojinin armağan ettiği son model ürünleri kullanan, fiyakalı evlerde oturan, konforlu lüks araçlara binen, tâbiri caizse bir eli yağda bir eli balda insanların Allah’ın kendilerine Er-Rahmân sıfatı ile ikram etmiş olduğu dünya nimetlerini ellerinin tersi ile itip aslında kendilerine ait olmayan yaşamlarına bir çırpıda son vermeleri, ilk başlarda insana garip gelebilir. Tam tersinden bakarsak, bulundukları coğrafyada açlığın, yoksulluğun, savaşların, darbelerin veya ölümlerin kol gezdiği İslâm ülkelerinde de intihar vakalarının Batılı ülkelere nazaran çok daha düşük oranda görülmesi, bizleri değil ama Batılı ülkeleri şaşırtabilir.

Bizler şaşırmıyoruz. Çünkü insanı dünya hayatında ayakta tutan yegâne şeyin inancı ve mânevî değerleri olduğunu çok iyi biliyoruz. İşte o yüzden Filistin’de İsrailli askerlerin sırf zevk için sakat bıraktıkları masum bir çocuk, Suriye’de tepesinden bombalar yağarken vücûdunu evlâtlarına siper eden fedakâr bir anne, Mısır’da seçilmiş hükûmetinin Batı tipi askerî bir darbeye kurban edilmesine gözyaşlarıyla şâhit olan Kahire’deki demokrasi âşığı bir genç ya da mütevazı bir evde 40 sene aynı eşyaları kullanan insanlar, Batı’nın bu saydıklarımın hiçbirini yaşamamış rahat insanlarına nazaran hayata daha çok bağlı. Neden mi? Çünkü Müslüman kişi, inancı gereği dünya hayatının bir imtihandan ibaret olduğunu görür.

Rahmet Peygamberi’nin (sav), “Lâ râhate fî’d-dûnya” (Dünya hayatında rahat yoktur) dediği bir yerde, yeryüzünde kusursuz bir cennet aramak, olsa olsa mânevî körlük ya da cahilce bir saflıktır.

Üzerlerine bombalar yağarken, düşman askerleri ülkelerinde cirit atarken, darbeciler göz göre göre yaşadıkları ülkenin geleceğini çalarken, ellerini semâya açıp Mevlâ’sından sabır ve metânet dileyen insanların oturup intihar etmelerini beklemek, İslâmiyet’i bilmiyor olmak demektir kanımca.

Yüce dinimiz İslâmiyet’in emir ve yasaklarına ellerinden geldiğince riayet etmeye çalışan mümin kimseler, Allah’ın Er-Rahmân sıfatı ile bu dünyada yaratmış olduğu tüm canlılara nimetlerinden ihsan edeceğini, Er-Rahîm sıfatı ile de ahiret hayatında yalnızca mümin kimselere merhametinden ve güzelliklerinden ihsan edeceğini yani asıl mükâfatın ebedî saâdette verileceğini çok iyi bilir. O yüzden o kimseler, üzerlerinden tank da, tır da geçse, semâya açmış olduğu elleri asla aşağı indirmezler.

Mukayese

Bizim medeniyetimizde Batılı ülkelere nazaran intihar vakalarının daha az görülmesinin bir diğer sebebinin de küçük şeylerle mutlu olabilen beşerî yapılar ve insan ilişkileri olduğunu düşünüyorum. Gerçekten farklı ve güzel bir medeniyete sahibiz.

Bugün dünyanın konuştuğu ortak dil olan İngilizcede “kalp” kelimesinin karşılığı bulunurken, “gönül” kelimesinin bir karşılığı yok meselâ. “Bereket” kelimesinin karşılığı yok. “Nasip” yok. Yazı bütünlüğü bozulmasın diye devam ettirmiyorum. Çünkü liste uzayıp gidiyor. Bu kelimelere yakın gelebilecek sözcükler mevcut, ancak tam olarak aynı anlamları karşılamıyor. Sözlüğünde “bereket”, “nasip”, “gönül” olmayan kültürlerde insanlar yalnızlaşıyor. Etrafa karşı her şeyin yolunda gittiği hayatlar süslenip püslenip paketlenerek önümüze sunuluyor. Paketi açtığımızda, içinde derin bir boşluk ve yalnızlık duygusuna şâhit oluyoruz. Ne acı!

Diyeceksiniz ki, “Bizim Anadolu medeniyetimiz eşyaya hiç mi kıymet vermez?”. Verir vermesine de, Batı’daki gibi sadece pahalı ve lüks şeylere değil, içinde yaşanmışlık olan ne varsa bizler için değerlidir. Gün olur, bizim oranın bitpazarına nur yağar. Bazen bir gaz lâmbası, bazen eski bir harita metot defteri, bazen de saten kaplı bir yorgan, yeri gelir, baş tâcı edilir.

Bakın, bir kelime daha buldum: “Saten kaplı yorgan”… Bunun da İngilizcede karşılığı yok sanırım!