“Bismillah”: En özlü söz

Güzel söz, konuşurken ölçülü bir ses tonuyla, bağırıp çağırmadan, acele etmeden, gereğinden fazla hızlanıp yavaşlamadan, dinleyenleri bıktıracak kadar uzatmadan, tane tane söylenen sözdür. Güzel söz, özentiye ve gösterişe kaçmadan, samimi ve tabiî bir tavırla kalpten söylenen sözdür.

BUGÜN Müslümanlar arasında dahi itici ve ötekileştirici bir kavga dilinin yaygınlaşmış olmasına bakılırsa, bu mükellefiyeti ifada yeterince hassasiyet gösterdiğimiz söylenemez.

Bazen maruz kaldığımız haksız bir suçlama karşısında kapıldığımız öfke ve bazen meşru dairedeki farklılıklara tahammülsüzlüğümüz dengemizi bozuyor, kötü sözler söylememize sebep olabiliyor. Tartışmalarımız çoğu zaman üzüm yemek değil de bağcıyı dövmek niyetiyle yapıldığından kırgınlık, küskünlük, hatta düşmanlıklara yol açıyor. Bir Müslümanın gündeminde olmaması gereken konular üzerine çok konuşup sözü de, vakti de israf edebiliyoruz.

Kim bilir, belki ağız dalaşında muhatabı alt eden sertliği, ince imalara gizlenmiş hakareti, bir meseleyi lüzumundan fazla uzatarak anlatmayı, bağıra çağıra söz söylemeyi yerinde ve doğru bulanlarımız vardır. Belki “güzel sözleri güzel söylemek” mükellefiyetimizi unutmuşuzdur. Yahut güzel nedir, hangi sözler güzeldir, nasıl güzel söylenir, bunlarla alâkalı ölçülerimiz şaşmış olabilir. Böyle bir ihtimâle binaen, güzel söze ve güzel söz söylemeye dair ölçülerimizi hatırlamalıyız…

Ne hazindir ki, “güzel söz” denince akla genellikle yabancı filozof, şair, yazar veya devlet adamlarının vecizeleri geliyor. Bunda temel eğitimin hemen her kademesinde öğrencilerin bir şekilde karşılaştığı “Güzel Sözler” veya “Özlü Sözler” listesinin payının yanı sıra Millî Eğitim müfredatının hâlâ gönül dünyamızın yabancısı olması vardır. Anlaşılır bir ifade ile söylersek, ismi “millî” ancak tatbikatı hâlâ millî olmadı.

“Özlü söz” denilen vecize, “uzun yahut karmaşık bir konuyu az sayıda kelime ile anlatan etkileyici, akılda kalıcı, sloganımsı söz” demektir. Sözün “veciz” olması şüphesiz bir maharettir ama sadece bu vasfı bizim o sözü “güzel” bulmamıza yetmemelidir. Daima şiarımız ve serlevha ettiğimiz, Kur’ân-ı Kerim ve Risâlet-i Resûlullah’ın irşadı ve rehberliğidir. Çünkü Müslümana göre bahis konusu “söz”de güzellik kişilere, zamana, zemine göre değişen bir nitelik değildir. Bizim için “güzel söz” bir “hasene”dir.

Dolayısıyla “İlâhî hakikate ve rıza-yı Bârî’ye uygun, sevaba vesile, doğru, meşru, faydalı olan ve adâbına riayetle söylenen söz”, güzel sözdür. Veciz olması bir güzellik unsuru olarak bunlardan sonra gelir.

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, güzel sözleri bilhassa Batılı meşhurlara atfedilen kısa, çarpıcı, parlak ifadelerden ibaretmiş gibi görmek tehlikelidir de üstelik. Zira bunlar bir hâle uygun olsa da hakikate uygun olmayabilirler. Bizi yabancı hayranlığına ve “hasene” kapsamına girmeyen sakat bir güzellik tasavvuruna sevk edebilirler. Çoğunlukla şahsî ve kibirli bir yaklaşımın ürünü olan birtakım iddiaların kesin doğrularmış gibi anlaşılmasına sebebiyet de verebilirler.

Aslında vecizenin bütün Batı dillerindeki karşılığı sayılabilecek “aforizma” kelimesinin en önemli vasfı budur. Aforizma, “aforoz”dan gelir ve bir konuda aforizma sayılan sözün sınırlarına dâhil olmayan, aynı konudaki diğer bütün düşüncelerin dışlanması, reddedilmesi ve yok sayılması gerektiği iddiasını taşır.

Öte yandan güzel sözlerin ancak tanınmış kişilerce söylenen fiyakalı laflar olabileceği kabulü, sıradan insanların kendilerini güzel söz mükellefiyetinden muaf tutmasına bahane yapılabilir. Yahut bazıları yapmacık bir şairaneliği ya da her halükârda muhatabın hoşuna gidecek, onayını alacak bir alttan alma dilini güzel söz söylemek zannedebilir.

Her güzel davranış gibi sözün güzelini güzel söylemek de güzel ahlâkın, içselleştirilmiş bir güzelliğin yansımasıdır. Bu sebepledir ki, sözün güzeli, güzelin sözüdür. Öyleyse meselenin hepimizi alâkadar eden kısmına geçmeden önce, güzeller kimlerdir, bu güzellerin sözleri nedir, buna bir bakalım…

***

Evvelâ mutlak mânâda güzel olan, hiç şüphesiz Allah Azimü’ş-Şân’dır. O, Cemâl-i bâ-Kemâl’dir. Yani eksiği, kusuru olmayan yegâne güzelliğin sahibidir ve bütün güzelliklerin kaynağıdır. O’nun kelâmı olan Kur’ân-ı Kerim, “ahsenü’l-kavl” (Zümer, 18) yahut “ahsenü’l-hadîs”tir ki (Zümer, 23) “sözlerin en güzeli” demektir. Müfessirler Kur’ân-ı Kerim’de Kelâmullah’ın güzelliğine dair bazı ibarelerin, meselâ “ahsenü’l-kavl” yahut “temiz, iyi, hoş, güzel söz” diye karşılayabileceğimiz “kelimü’t-tayyib” (Fâtır, 10) veya “kavlü’t-tayyib” (Hacc, 24) ile hususen Kelime-i Şahadet’in kastedilmiş olabileceğini öne sürmüşlerdir. Fakat yine de Kur’ân-ı Kerim’in maksadı ve hülâsası olması hasebiyle Kelime-i Şahadet’e mahsus görünen bu vasıfların bütün ayet-i kerimeleri niteleyebileceğini de söylemişlerdir.

Kısaca en güzel söz, Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, Kur’ân-ı Hakîm’dir. Sonra, Hâlik’imizin bütün mahlûkatı içinde “En güzel kıvamda yarattım” (Tîn, 4) buyurduğu insanların sîrette de, surette de en güzeli Fahr-i Kâinat Efendimizin (sav) hadis-i şerifleri, sözlerin en güzelidir. O, “Yaşayan Kur’ân” olup mübârek sözleriyle Kur’ân ayetlerini en güzel şekilde açıklayan ve “Hayatım elinde olan Allah-u Teâlâ’ya yemin ederim ki, ağzımdan ancak doğru olan çıkar” (Ebu Davud, İlim 3) buyurarak sözlerin en güzelini söyleyendir. Rasul-i Kibriya (sav), en güzel sözleri en güzel surette söyler ki bu, aynı zamanda hakikatin anahtarıdır.

Nihayet ihsan mertebesinde her an her yerde Cenab-ı Hakk’ın huzurunda olduklarını bilen “Muhsin”ler güzeldir ve onların kelâmı, kibârın kelâmıdır. “Kelâm-ı kibâr, kibâr-ı kelâmdır” denilmiştir. “Sözlerin büyüğü, büyüklerin sözüdür” mânâsına gelen bu cümledeki “sözlerin büyüğü”nden kasıt, “hakikati veciz bir tarzda ifade eden hikmetli ve güzel sözler”dir. “Büyükler”i de “Muhsinler” olarak anlamalıdır. Sahabe-i Kiram başta olmak üzere Selef-i Salihîn, Efendimizin (sav) mirasçısı âlimler, ârifler, velîler, kâmil mürşidler bizim büyüklerimizdir. Güzel söz, sözlerin en güzeline uyarak söylenir.

Güzel söz söyleme mükellefiyetimizden bahisle girdiğimiz konuyu, Müslüman nezdinde güzel sözlerin ayet-i kerimelerden, hadis-i şeriflerden ve kelâm-ı kibarlardan ibaret olduğu hususuna getirdik. Buradan sadece “Bu sözleri tekrarlayarak güzel söz söylemiş oluruz” gibi bir neticeye varmak istemiyoruz elbette. Maksadımız, güzel söz söyleyebilmek için daha önce söylenmiş güzel sözlerin hem muhtevası, hem üslubu ile bize örnek olması ve bir çerçeve çizmesi zaruretine işaret etmek. Çünkü diğer bütün davranışlarımız gibi söylediklerimizi de bir şekilde işittiğimiz, okuduğumuz, öğrendiğimiz sözler belirliyor. Zümer Sûresi’nin 18’inci ayet-i kerimesinde, Allah Teâlâ’nın hidayete erdirdiği aklıselim müminler için, “Onlar sözü dinler ve (o sözlerin) en güzeline uyarlar” buyuruluyor. Şu hâlde iman ve aklıselime delâlet eden güzel sözleri söyleyebilmemiz için, söylenmiş en güzel sözlere uymamız, bunun için de o en güzel sözlerin neler olduğunu bilmemiz gerekiyor.

Esas olan, güzel sözlerin yani ayet-i kerime ve hadis-i şerifler ile bunların açıklaması mahiyetindeki sözlerin çizdiği sınırlarda kalabilmektir. Bu sınırlar gözetildiği takdirde, gündelik hayatın akışı içinde sarf ettiğimiz sıradan sözler bile edebine riayetle söylendiğinde güzelleşecektir. Edep, girdiği her davranışı güzelleştirir. Sözü uzatmamak, nezaketi elden bırakmamak, muhatabın durumunu dikkate almak, çirkin ifadelerden kaçınmak için parlak bir hatip veya şair olmaya gerek yoktur. Her hâliyle hakka ve hakikate şahitlik eden, salih amel işleyen ihlâslı bir mümin olmak yeterlidir.

Nitekim Fussilet Sûresi’nin 33’üncü ayet-i kerimesinde şöyle buyurulur: “Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve ‘Ben gerçekten Müslümanlardanım’ diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?”

Bu emr-i İlâhî bize rehber olmalıdır.


Söz söylemek bir maharet mi, yoksa “Laf ola beri gele” kabilinde bir boş sâdâ mı? Doğrusu, sözü nasıl söylediğimiz kadar ne söylediğimiz de önemlidir. Çirkin söz, çirkinlik derecesi ve tesirine göre yapılan bütün tarif ve konumlandırmaların ötesinde, “güzel olmayan söz”dür. Fakat işte güzelliği sadece “söyleyiş”te arayıp “söylenen”i ihmâl eden İslâm’a aykırı bir anlayış, bugün bizi de güzel olmayan sözleri, güzel sözlermiş gibi söyleyip dinler hâle getirdi.

Malayaniden ibaret bir konunun etkileyici bir dille anlatılmasını güzel bulabiliyoruz meselâ. Polemik yapmayı, rakiplerimize yönelik mesnetsiz iddia ve suçlamalara kitleleri inandırabilmeyi, bizim gibi düşünmeyen herkesi ustalıklı bir dille suç oluşturmayacak şekilde aşağılayıp alaya almayı meziyet zannedebiliyoruz. Asabiyemiz, hakikati aramaya da, söylemeye de mâni oluyor çoğu zaman. Söz söyleme gündemimizi gazete ve televizyon haberleri, politikacıların demeçleri, internet sitelerindeki ölçüsüz ve aykırı konuşmalar yahut yazılar belirliyor.

Bu kaynaklardan duyup okuduklarımızı taraf veya karşı oluşumuza göre bir vazife hissiyle çevremize aktarırken, bir yalana şahitlik edip etmediğimizi sorgulamıyoruz bile. Hem, “Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeylerin peşine düşme!” (İsra, 36) mealindeki İlâhî emrin, hem de Efendimizin (sav) “Her işittiğini söylemesi, kişiye yalan olarak yeter” (Müslim, İman, 3) ikazının hilafına davranabiliyoruz.

Hâlbuki sözü güzel kılan “sabit kök” mesabesindeki ölçüler, bizim ve yakınlarımızın aleyhine bile olsa doğru söylememizi gerektiriyor. Başkalarının bizzat şahit olmadığımız hâllerini şahit olmuş gibi anlatmamızı, böylece iddia ve ithamlarda bulunmamızı “yalancı şahitlik” sayıyor. Zandan ve münakaşadan kaçınmamızı, iyice araştırıp soruşturmadan fâsıkların verdiği haberlere itibar etmememizi istiyor bizden. En azından Müslümanlık iddiamız, “Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir” (Buharî, Rikak 26) hadis-i şerifi mucibince kardeşlerimize karşı güzel, yapıcı, gönül alıcı, samimî bir muhabbet dilini zarurî kılıyor. Buna rağmen güzel olmayan, kırıcı, kaba, aşağılayıcı ve ayrıştırıcı bir dil kullanabiliyor, böyle sözlere konu olan kişi veya toplulukların hata, kusur ya da günahları sebebiyle bunu hak ettiğini düşünüyoruz.

Aynı sebeple, muhteva itibariyle güzel ve doğru olan bir sözü kötü, çirkin, incitici, muhatabı rahatsız edici bir tarzda söylediğimiz oluyor. Elbette güzel sözleri en güzel üslûpla söylemek ve bazı durumlarda yanlış yapanları, hata ve kusurlarında ısrar edenleri doğruya yönlendirmek için eleştirmek, kınamak, sert bir üslûpla uyarmak kaçınılmaz olabiliyor. Böyle bir tavır, Allah-u Teâlâ’nın rızasını gözeten, muhatabın ıslah ve iyiliğini isteyen bir muhabbet ve samimiyetin eseriyse eğer, güzeldir. Yine de önce kendimizdeki kusurları görüp eleştiri ve kınamayı kendi nefsimize yöneltmek, her insanın hata yapabileceğini hesaba katmak, düşmanlığımızın günahkâra değil, günaha olduğunu hissettirmek ve rıfk ile söz söylemede ısrarcı olmak daha güzeldir.

Müslüman, güzel sözler söyleme mükellefiyetini ifada da hep “daha güzeli” tercih etmelidir. Bunun için “en güzel sözleri” yani ayet-i kerimeleri, hadis-i şerifleri ve kelâm-ı kibarı öğrenmeli, sözümüzü daha güzel söylemek için bu sabitelerin belirlediği sınırlara titizlikle riayet etmelidir.

Büyükler, “Dil, insanın terazisidir” mânâsına gelen “El-lisan veznü’l-insan” sözüyle kişinin kemâlinin kelâmının altında olduğunu beyan etmişler. Yani “Kemâlüke tahte kelâmik” buyurmuşlardır. Bugün de kullandığımız “Üslûb-i beyan ayniyle insan” sözü, “Bir insanın ifade tarzı, onun nasıl biri olduğunu gösterir” demektir. “Küp, içindekini sızdırır” fehvasınca, güzel sözleri en güzel şekilde söylemek için öncelikle her işi gibi sözlerini de amel-i salih yapmaya çalışan kâmil iman sahibi “güzel bir mümin” olmaya gayret etmelidir.

Bu uğurda güzel müminlerle, Rabbimizin sadık, salih ve müttaki kullarıyla beraber olarak, kalbi tamamen en güzel sözlerin sahibi Cenab-ı Mevlâ’ya tahsis eyleyip Beytullah kılmak üzere yola koyulmalıdır.

Sarahatle söyleyelim: Allah Teâlâ’nın Habib-i Edîbi Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimizin sözü en güzel şekilde söylememiz hususunda da bizim için “Üsve-i Hasene” yani En Güzel Örnek, En Doğru Rehber olduğu unutulmamalıdır.

Genelde asrımızın ve özelde günümüz bakımından materyalizmin büyüsüne kapılan kimi yetkili ve sözü dinlenen zevatın kibrine sebep modernite, ahlâkî zaaf meydana getiriyor. Bu hâl, verdiği maneviyatsızlık hastalığı ve vahşi kapitalizmin getirdiği şımarıklıkla kalpleri viraneye çeviriyor. Özellikle fitne ve güce tapanların kullandıkları dil ve söyledikleri kırıcı kelâm topluluklara, hatta devletlere, kıtalararası beşerî infiallere sebebiyet verebilmektedir. Ancak Müslümanlara düşen görev, Kur’ân’ı rehber, Hazreti Muhammed’i (sav) önder bilerek ona göre söz söylemektir. 

Hâsılı, hayatımızın her alanında, tefekkür dünyamızda, konuşmalarımızda ve işlerimizde daima Allah’ın ilmini ve kudretini, kendimizin de acziyetini hatırlamalıyız.

***

Sayfalar dolusu nasihate konu olan güzel sözün nasıl olmasını birkaç cümle ile hülâsa edelim.

Güzel söz, konuşurken ölçülü bir ses tonuyla, bağırıp çağırmadan, acele etmeden, gereğinden fazla hızlanıp yavaşlamadan, dinleyenleri bıktıracak kadar uzatmadan, tane tane söylenen sözdür.

Güzel söz, özentiye ve gösterişe kaçmadan, samimi ve tabiî bir tavırla kalpten söylenen sözdür.

Güzel söz, hep bir fayda veya hayrı gözeterek, dostça, nezaketle, yumuşaklıkla söylenen sözdür. Vesselâm…