Birlikte fethedeceğimiz gönüllerin fâtihi olmak

Ramazan-ı Şerif ayının 30 niyet miktarı bir açlık ayı olmadığının, İstanbul’un Fethi’nin iki kitap kapağı arasına hapsedilmiş bir masalı anlatmadığının, masal gibi bir yaşanmışlık olduğunun farkına yeniden varmak gerekiyor. Önce içimizdeki imana, sonra yola ve dahi yolculuğumuza, en önemlisi de yol arkadaşlarımıza inanarak yürümek düşüyor iman eden ve hür bir coğrafyada nefes alan herkese.

BAHARIN içindeyiz… Fetih mevsimindeyiz…

Üstelik kutlu vakitlerdeyiz. Ramazan-ı Şerif ayını ağırladığımız, bayramı umutlarımızı dererek beklediğimiz demlerdeyiz.

İnsanlık zor zamanlardan geçiyorken Âlemlerin Rabbine iman ediyor olmanın itminanı, Vahy-i İlâhiye ve Peygamber Efendimizin (sav) sünnetine tâbi olmanın tevekkülü ile her zorluk nispetince kolaylıkların ikram edileceğinden hiç şüphe duymadığımızdan sabrın en güzelini, şükrün en mütebessim hâlini kuşandığımız zamanlardayız.

İlâhî ikramlar peşi sıra sunuluyorken, kâinat yeniden dirilişten söz ediyorken, bayramın eşiğinde duruyorken, müminler birbirlerini dualarında anıyorken, “inşirah” ayet ayet kalplerimize akıyorken inancımızın muazzam tesellisi ile onarıldığımız vakitlerdeyiz.

İnsanlık acemisi olduğu bir süreci imtihan olarak yaşarken, “yeni dünya düzeni” kuruluyorken, tüm ezberler bozulup yerine Batı/lca sistemler ikâme edilmeye çalışılıyorken iman etmenin ve imanî esaslarla dayanışma içinde olmanın farkındalığı ile Müslümanlara düşen mesuliyet günbegün artıyor.

Bugün imtihanımızın adı pandemi gibi görünüyor olsa da, tarihler boyunca din, su, toprak ve güç savaşlarından, işgallerden, coğrafyaları bölüp parçalayan iç çatışmalardan öğrendiğimiz odur ki insan, insanî vasıflarını yitirdikçe zalimleşiyor, İlâhî sistemden uzaklaştıkça zulüm durdurulmaz bir hızla coğrafyaları kol geziyor ve ancak İlâhî adalete güvenenler için “nişanlı melekler” yardıma koşuyor.

“O zaman inananlara şöyle diyordun: ‘Rabbinizin, indirilen üç bin melekle size yardım etmesi sizin için yeterli değil mi?’ Evet, eğer siz sabır gösterip itaatsizlikten sakınırsanız, onlar şu anda süratle üzerinize gelseler bile Rabbiniz size nişanlı beş bin melekle yardım edecektir” ayetleri şifa olup ruhumuza inşirah ikram ediliyor.

Ancak Rabbimiz tarafından işaretlenmiş meleklerin yardımımıza gelmesi için ruhlarımızı huzura erdirecek bir varoluş yolculuğu, kalplerimize yüklenmiş ihlâslı bir iman, akıllarımızı kuşatan idrakli bir seferberlik gerekiyor.

İşte Peygamber Efendimizin müjdesine mazhar olmuş bir sultan, müyesser olmuş bir fetih, fethedilmiş bir şehir ve mübârek vakitlerin teneffüs edildiği muzaffer ve kutlu bir sene-i devriye aynı anda yaşanıyor.

Şimdi bize tarihten izler sürerek yeni inkişaflar için silkelenmek düşüyor. Tüm dünyada insanlığın hak ve hürriyetini korumak, soykırımları durdurmak, şehirlerin altüst edilip tarihî mirasların yerle bir edilmesine mâni olmak, adaleti en ücra köşelere ulaştırmak için İlâhî olan yol haritasından hakikati öğrenmeye talip olmak gerekiyor.

Çünkü talip olmakla değişiyor yazgımız. Ve bir fısıltıyla başlıyor dünyayı kasıp kavuran zulmü seyrederken çığlıklarımız. Tek bir adımın “Besmele” ile atılmasına bakıyor hep uzun yolculuklar.

Öyleyse davranmalı! Tarihin bu demini geçmişin söyledikleriyle okumalı. Millet için, ümmet için yürümeli ecdadın ayak izlerini takip ederek...

Ramazan-ı Şerif ayının 30 niyet miktarı bir açlık ayı olmadığının, İstanbul’un Fethi’nin iki kitap kapağı arasına hapsedilmiş bir masalı anlatmadığının, masal gibi bir yaşanmışlık olduğunun farkına yeniden varmak gerekiyor.

Önce içimizdeki imana, sonra yola ve dahi yolculuğumuza, en önemlisi de yol arkadaşlarımıza inanarak yürümek düşüyor iman eden ve hür bir coğrafyada nefes alan herkese.

Arif Nihat Asya’nın “Fetih Marşı” dizelerinden kendimize pay çıkarmalı, ihtar almalı. Hâlimizi baştan okumaya çalışmalı:  

“Yüzüne çarpmak gerek zamânenin fendini!/ Göster: Kabaran sular nasıl yıkar bendini!/ Küçük görme, hor görme delikanlım kendini!/ Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın,/ Fâtih'in İstanbul’u fethettiği yaştasın!”

Sesli sessiz, hızlı yavaş, genç yaşlı, hanımefendi ve beyefendiler, genç kızlar ve delikanlılarla el ele, omuz omuza şanlı mirasımızı seyretmeli.

Nasıl mı?

Tarihin derin dehlizlerinden sızan ve şavkı hiç azalmayan zafer ışığını takip ederek... Kutlu vakitlerden ecir biriktirerek… “Nişanlı meleklerin” iman edenler için bir muştu olduğu hakikatini hiç unutmayarak… Ve şairin dizelerinden cesaret, ümit devşirerek: “Bu kitaplar Fâtih’tir, Selim’dir, Süleyman’dır;/ Şu mihrab Sinânüddin, şu minâre Sinân’dır;/ Haydi artık uyuyan destanını uyandır!/ Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın?/ Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın!”

Şair gençlere seslense de, bilelim ki, inanç ateşiyle tutuşmuş bütün kalpler, ideal sancısı ile zonklayan bütün zihinler gençtir ve önce gönül, sonra mekân fetihleri için mümin, her daim dinçtir!

***

Böylesi muzaffer, böylesi kutlu bir zaman diliminde hazırladığımız Kültür Ajanda dergimizi kıymetli yazarlarımızın ihlâslı satırlarıyla donattık ve siz güzide okurlarımızın dikkatlerine sunduk.

Aynı heyecanı paylaştığımıza inanarak şimdiden Ramazan Bayramınızı kutluyor, hep birlikte fethedeceğimiz gönüllerin fatihi olmayı diliyorum.

Huzurlu okumalar efendim!

Hoşnut kalınız…