Birleşmiş Milletler’in iki yüzü

“Allah’ın izniyle büyük bir topluluğa galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 249)

KÂĞIT üzerinde yazıldığı şekliyle sömürü ustalarının ağzında kısa adı “BM” olan Birleşmiş Milletler Teşkilâtı, her derde deva(!), -hâşâ- bîçârelerin başvurduğu hayruhak kuruluşu… Sosyal, siyasal ve idarî ne kadar güzel iş varsa hepsinin membaı(!)...

Ancak bu Haçlı kuruluşu, tarihteki misyonunun bugünkü sivil kisveye bürünmüş yapısıyla garibanların rahatça kandırılabildiği sömürge imparatorluğunun âdeta bir tezgâhı. Asıl ve hak olanım, âdil olanın dayanacağı kalpgâhı ve müracaat mercii Kur’ân’ın ahkâmına dayanıyorsa, can fedâ ve baş üstüne! Ancak küfrün elinden çıkandan beşere hayır olmaz.

Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın ne menem şey olduğunu biraz hülâsa edelim: İnsanlık adına cafcaflı isimlerle kurulu, sosyal aktivitesi yüksek, kimi zaman çocuklar, kimi zamansa sağlıkla alâkalı, kimi zaman da kişilik haklarını koruyan birimlerine rastlıyoruz bünyesinde. Câlib-i dikkat olmalı ki, bu kuruluşların çoğunun merkezlerinin de tıpkı BM gibi ABD’dedir. Hani Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı’nın, “Dünya beşten büyüktür!” diye formüle ettiği o meşhur (!) kuruluş, yıllar yılı ABD güdümünde. Kuruluşun icra-i faaliyeti, hep ABD’nin ve daimî beşli çetenin elinde bir manivela görevi gördü. Diğer üye (!) ülkelerin başlarında “Demokles’in kılıcı” gibi şakıyıp durdu.

Kimi zaman bazı ülkelerin liderleri, BM toplantılarında konuşmaya cesaret edemeyip kendi kamu efkârlarının karşında bu kuruluşun yapısına itiraz eder gibi oldular. Tâbiri yerinde ise, “kendi dillerince sövüp İngilizce yalvardılar”*.

Birleşmiş Milletler’in meşhur beş üyesi; ABD, Fransa, İngiltere, Çin ve Rusya… Bilinmelidir ki, bu ülkelerin cemaziye’l-evvelleri kirli, tarihleri karanlık. Meselâ ABD, koskoca Kızılderilileri yok etti. Sonra da Vietnam, Irak ve Afganistan’ı… Diğer yanda Fransa, başta Cezayir ve sonra tüm Orta Afrika’yı… Rusların SSCB dönemindeki yaptıkları hâlâ hâfızalardadır. Çin’in Uygur Türklerine ve diğer Müslüman tebaaya uyguladıkları hâlâ hâfızalardadır. İngilizlerin karnesi daha büyük zayıflarla dolu. Bu ülkelerin ellerinden, “BMGK” dedikleri oturumlardan nasıl olur da âdil bir karar çıkar? İsrail meselesi ortada; Ruanda, Burma (Myanmar), Afganistan, şimdilerde Irak ve Suriye’nin dâhil olduğu liste uzayıp gidiyor.

Bizim ülkemizdeki duruma gelince…

Ecdâdımız Osmanlı, İlây-ı Kelîmetullah ile özdeşleşmişti. Bunun güçlü bir şekilde adaleti içerdiğini biliyoruz. Osmanlı barışının temelinde adalet vardı. Fakat bu kavramın Osmanlı’yı tanımlamak bakımından yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Bütün yönlere baktığımızda, hem adaleti, hem de mazlumlara sahip çıkmayı başarmış ikinci bir medeniyet göremeyiz. Bu, insanlık adına bir kayıptır. Bugün en güçlü ülkeler, milyonlarca insanın ölümü karşısında sessizliğe gömülüyorlar. Bu, elbette tarihin akışı içinde kayıtlara geçen bir suskunluktur. 

Bizim ümmet olarak ümitvar olduğumuz devlet aklının yerli ve millî olduğu dönemde, ilk olarak Siyonizm’in merkezi İsviçre’de İsrail Cumhurbaşkanı’nın yüzüne karşı “Bir dakika!” dediğinde, Erdoğan’ın eli sadece Müslüman Filistinlilere uzanmış değildi. Üç dinin ortak mekânı olan Kudüs’te barış ve huzurun tesis edilmesi gâyesinden uzaklaşıp sadece Müslümanlara sahip çıkıldığını gösteren bir işaret de söz konusu değildi. Bunun için geçmişe bakmak yeterlidir. Bu durum, Suriye’nin kuzeyi için de geçerlidir.

Erdoğan, Davos’ta “One minute!” dediğinde kimleri karşısına aldığını biliyordu. Böyle bir tavrı, ancak haklı olduğunu bilen bir ülkenin lideri gösterebilirdi. Bu toprakların çocukları, bütün bedelleri göze almanın ne demek olduğunu gayet iyi bilirler.

Gönlümüzün kırıklığıdır, Türkiye, Batı Avrupa emperyalizmi karşısında mağlûb olmuş ve tarihteki yerini kaybederek sahneden çekilmiş ülkelerden biriydi. Doğrudan sömürge ülkesi olmaması, Türkiye’yi Batı Avrupa ülkeleri dışında kalan dünyanın sıra dışı ülkesi hâline getirmişti. Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’na söylediklerini, 19’uncu yüzyılda Batı karşısında üretmiş olduğumuz ideolojilerden bağımsız göremeyiz. Bu konuşma iyi tahlil edildiğinde, düşünce tarihimizdeki devamlılığı da görebiliriz. Dün önemli şeyler söyleniyordu, bugünse dünden bağımsız değildir.

Recep Tayyip Erdoğan, ilk defa 24 Eylül 2014 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı sıfatıyla BM kürsüsünden bütün dünyaya “Dünya beşten büyüktür” diyerek, Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesinin BM’yi etkisiz hâle getirmesinin kabul edilemez olduğunu söyledi ve yeni karar mekanizmalarına ihtiyaç olduğunu belirtti.

Üstad gazeteci Selçuk Türkyılmaz’ın şu tespitine katılmamak mümkün değil:

“‘Dünya beşten büyüktür’, güç ile hedef arasındaki uçurumu gösteren en güzel örnektir. Kudüs oylamasında olduğu gibi, bu uçurumdan hareketle herhangi bir devlet karşısında komik duruma düştüğümüzü kimse söyleyemez. Üye ülkelerin neredeyse tamamı Türkiye’nin yanında durdu. Amerika ve İsrail’in güçleriyle yalnızlıkları arasındaki uçurum da dikkat çekicidir.

‘Dünya beşten büyüktür’, yeni bir barış arayışının en güçlü ifadesiydi. Elbette çanta dolu olacak. Ya onda bulunan teklifler üzerinde ya da en yakın noktada uzlaşma sağlanıncaya kadar ısrarcı olunacağı anlaşılıyor. Çünkü o çantada sadece Suriyelilerin umutları yok. O çantada küresel güçlere Osmanlı barışıyla meydan okuyan Türkiye’ye, bütün kıtalarda beslenen ümitler var…”1 

Devlet Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan, BM kürsüsünde diğer liderlerden farklı bir şeyler söylüyor, dünyada zalimlerle mazlumların dramını, etobur zenginlerle otla beslenen çâresizlerin derdini dile getiriyor. Çünkü o, Kur’ân’ın ahkâmını referans alarak konuşuyor, ümmetin istikbâlinin ümidi ve kadim bir medeniyetin mîrasının sahibi sıfatıyla Selçuklu ve Osmanlı torunu olarak, güçlü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başkanı olarak konuşuyor. “Peki, bu husus dünya kamu efkârında nasıl karşılık buldu?” derseniz, çok şaşırmamak lâzım.

Şöyle arz edelim: Dünyadaki mazlum ve bîçârelerin yaşadığı coğrafyalarda heyecan ve ümit dolu duâlarla karşılandı. Beşli ülkelerin payitahtlarının resmî mahfillerinde ise endişe ve kızgınlıkla karşılandığı aşikâr. Bizim yerli işbirlikçiler ise “One minute” meselesinde nasıl İsrail yanlısı lâflar etmişlerse, “Dünya beşten büyüktür” hitâbında da sükût etmeyi tercih edip beşlinin yanında yer aldılar ve alışageldikleri durumun şablonunu ezberlediklerinden olsa gerek ki durumu kavrayamadılar.

Devlet Başkanımızın o haklı çıkışı, yarınlar için ümittir ve asla ilticâlen sarf edilen bir lâf değildir. Bizim kanaatimizi ifade edense, İlâhî beyanda, Bakara 249’da gizlidir.

Vesselâm…

 

1Selçuk Türkyılmaz, Yeni Şafak, 30 Eylül 2019

*“Türkçe sövüp İngilizce yalvarmak”: 1978 yılında edebiyatçı merhum Ahmet Kabaklı’nın, dönemin Başbakanı müteveffâ Bülent Ecevit’in İngiltere seyahatinde iken yazdığı yazının başlığı.