BİRİNCİ Meclis binası, Sultan’ın endişelerini haklı çıkaran
bir mekândı. Osmanlı Devleti’ni kurtarmak iddiasıyla kurulan meclis için,
Osmanlı Devleti’ni yıkmak için türlü entrikalarla tarihe mâl olmuş İttihat ve
Terakki’nin kulüp binasını seçmiş olmak, sadece tesadüflerle açıklanamayacak
kadar önemliydi bence.
Aslında Mustafa Kemal, “Heyet-i Temsiliye Başkanı”
sıfatıyla Sadaret mâkâmının 9 Ekim 1919 tarihli yazısına verdiği cevapta, “Girişimimizin
ve millî kuruluşumuzun İttihatçılıkla hiçbir ilgisi olmadığı, kötü düşünen
kişiler dışında gerek millet ve gerek ilişkide olan yalancılarca anlaşıldığı hâlde
açıkladığınız kötü anlayışı tam olarak ortadan kaldırmak umuduyla Sivas Genel
Kongresi’nin birinci oturumunda konuşmalara başlamadan önce bütün delegeler,
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin canlandırılması için çalışmayacakları konusunda
açık olarak birer birer ant içmişler”
diyerek endişeleri bertaraf etmeye çalışmıştır. Ama yaşanacaklar,
İstanbul’un gördüğü tehlikeyi doğrulayacaktır…
Genel kabul görmüş rivayete göre, Meclis, 22 Nisan Perşembe
günü açılacaktı. Ancak şer’î hükümler ile yoğrulmuş halk ve önemli sayıdaki
mebus tarafından itiraz göreceği ihtimâli üzerine bir gün tehirle 23 Nisan Cuma
gününde karar kılındı. Hacı Bayram Câmiî’nde Cuma namazı kılındı, kurbanlar
kesildi, Hilâfet bayrakları ve İslâmî flamalar eşliğinde, saat 14:00 civarında
ilk Meclis açıldı.
TBMM arşivlerindeki -kesin olmayan- bilgilere göre,
ilk Meclis’te 52 asker, 42 idareci, 39 memur, 32 din adamı (16 müftü, 9
müderris ve 7 şeyh), 30 öğretmen, 16 sağlıkçı (15 doktor, 1 eczacı), 7 aşiret
reisi, 4 emniyet mensubu, 2 reji görevlisi ve 1 diplomat ile 102 serbest meslek
mensubu milletvekili bulunuyordu (TBMM Bülten-19).
Aynı belgede, açılışa çağırılan 338 mebus olduğu hâlde
yukarıdaki sayıların toplamının 327 olması ise günün şartlarında yeterli kayıt
tutulmadığının bir göstergesi olsa gerek.
Meclis’in en yaşlı üyesi sıfatıyla toplantıya
başkanlık eden Sinop Mebusu Şerif Bey, konuşmasında, “Ulusumuzun iç ve dış
tam istiklâli içinde yazgısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip
kendisini yönetmeye başladığını bütün cihana duyurarak Büyük Millet Meclisi’ni
açıyorum” derken, Mustafa Kemal’in henüz dillendirmediği ama öğrencilik
yıllarından beri aklının bir köşesinde sakladığı yeni yönetim şeklini de
açıklamış oluyordu.
Ertesi gün, Başkan seçildiği toplantıda Kemal Paşa’nın
yaptığı konuşma ise hâlâ Osmanlı Devleti’nin kurtarılmasına yönelik ifadeler
içeriyordu. İtilâf Devletleri ile yapılan barış anlaşması gereği ortaya çıkan
hudutların, henüz Erzurum Kongresi’nde kabul edildiğini, “Bizzat bulunmuş
olmam dolayısıyla kongrenin o zamanki anlayışını yakından bilmekteyim. Herhâlde
Osmanlı topluluğunun bütünlüğü, millî bağımsızlığın kazanılması, her şeyden
önce yüce Saltanat mâkâmının dokunulmazlığı, mutlaka güvenilir bir kuvvete ve
sağlam bir yönetime bağlı olarak gerçekleşebilir. Bu ise ancak millî egemenlik
esasına dayanan yönetim ve kuvvetle sağlanabilir. Erzurum Kongresi’nde, millî
sınırlarımız içinde yaşayan Müslüman olmayan unsurlar bile göz önüne
alınmıştır. Hepimizce bilinmektedir” cümleleriyle ifade ediyordu.
Konuşmasının sonunda, Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş
amacını, daha önce defalarca tekrar ettiği dille, “Meclisimizde oluşan ve
beliren millî kudretimiz, Hilâfet mâkâmı ve Saltanat’ı yabancı baskısından
kurtaracak ve Osmanlı Devleti’ni dağılma ve tutsaklıktan kurtarma önlemleri
alacaktır” şeklinde açıklıyordu.
Ama daha İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Meşrutiyet
için Abdülhamid’i sıkıştırdığı günlerde sınıf arkadaşı olan Ali Fuat Cebesoy’a,
“Meşrutiyet köhneleşmiş insicamını kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun
gövdesi üzerine değil, aksine Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerine
oturtulmak, düşmanlarının yani büyük devletlerin yapacağı bir tasfiye yerine
ihtilâl idaresi kendi başına bir Türk devleti kurmalıdır” diyen Mustafa Kemal’in, bu hedefine bir adım
daha yaklaştığı şüphe götürmez bir gerçekti.
28 Temmuz 1919’da yani Cumhuriyet’in ilânından dört yıl
üç ay önce Mazhar Müfit Kansu’ya, “Sen ve özel kalem müdürü Süreyya dışında
kimse bilmeyecek” diyerek, “Zaferden sonra hükûmet biçimi cumhuriyet
olacaktır, bu bir! İki, Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince gereken
işlem yapılacaktır” şeklinde not aldıran Kemal Paşa’nın, Meclis
kurulduğunda bu amacını gizliyor olmasının tek amacı olabilirdi: Mevcut
mebusların ve Millî Mücadele’ye “Osmanlı ve Hilâfet mâkâmını korumak ve
kurtarmak” amacıyla inanmış olan halkın şahsına olan teveccühünü kaybetme
korkusu…
Konunun muhtemelen son yazısında, yeni devlet hedefinin
gündeme gelmesi ve bu hedefe Meclis içinden yükselen muhalif sesleri, bu açıdan
bakınca da bizim 23 Nisan’a bakışımızı aktarmaya çalışacağım…
.