Birinci Meclis’e giden yol ve Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin siyasallaşması (3)

28 Temmuz 1919’da yani Cumhuriyet’in ilânından dört yıl üç ay önce Mazhar Müfit Kansu’ya, “Sen ve özel kalem müdürü Süreyya dışında kimse bilmeyecek” diyerek, “Zaferden sonra hükûmet biçimi cumhuriyet olacaktır, bu bir! İki, Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır” şeklinde not aldıran Kemal Paşa’nın, Meclis kurulduğunda bu amacını gizliyor olmasının tek amacı olabilirdi…

BİRİNCİ Meclis binası, Sultan’ın endişelerini haklı çıkaran bir mekândı. Osmanlı Devleti’ni kurtarmak iddiasıyla kurulan meclis için, Osmanlı Devleti’ni yıkmak için türlü entrikalarla tarihe mâl olmuş İttihat ve Terakki’nin kulüp binasını seçmiş olmak, sadece tesadüflerle açıklanamayacak kadar önemliydi bence.

Aslında Mustafa Kemal, “Heyet-i Temsiliye Başkanı” sıfatıyla Sadaret mâkâmının 9 Ekim 1919 tarihli yazısına verdiği cevapta, “Girişimimizin ve millî kuruluşumuzun İttihatçılıkla hiçbir ilgisi olmadığı, kötü düşünen kişiler dışında gerek millet ve gerek ilişkide olan yalancılarca anlaşıldığı hâlde açıkladığınız kötü anlayışı tam olarak ortadan kaldırmak umuduyla Sivas Genel Kongresi’nin birinci oturumunda konuşmalara başlamadan önce bütün delegeler, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin canlandırılması için çalışmayacakları konusunda açık olarak birer birer ant içmişler” diyerek endişeleri bertaraf etmeye çalışmıştır. Ama yaşanacaklar, İstanbul’un gördüğü tehlikeyi doğrulayacaktır…

Genel kabul görmüş rivayete göre, Meclis, 22 Nisan Perşembe günü açılacaktı. Ancak şer’î hükümler ile yoğrulmuş halk ve önemli sayıdaki mebus tarafından itiraz göreceği ihtimâli üzerine bir gün tehirle 23 Nisan Cuma gününde karar kılındı. Hacı Bayram Câmiî’nde Cuma namazı kılındı, kurbanlar kesildi, Hilâfet bayrakları ve İslâmî flamalar eşliğinde, saat 14:00 civarında ilk Meclis açıldı.

TBMM arşivlerindeki -kesin olmayan- bilgilere göre, ilk Meclis’te 52 asker, 42 idareci, 39 memur, 32 din adamı (16 müftü, 9 müderris ve 7 şeyh), 30 öğretmen, 16 sağlıkçı (15 doktor, 1 eczacı), 7 aşiret reisi, 4 emniyet mensubu, 2 reji görevlisi ve 1 diplomat ile 102 serbest meslek mensubu milletvekili bulunuyordu (TBMM Bülten-19).

Aynı belgede, açılışa çağırılan 338 mebus olduğu hâlde yukarıdaki sayıların toplamının 327 olması ise günün şartlarında yeterli kayıt tutulmadığının bir göstergesi olsa gerek.

Meclis’in en yaşlı üyesi sıfatıyla toplantıya başkanlık eden Sinop Mebusu Şerif Bey, konuşmasında, “Ulusumuzun iç ve dış tam istiklâli içinde yazgısının sorumluluğunu doğrudan doğruya yüklenip kendisini yönetmeye başladığını bütün cihana duyurarak Büyük Millet Meclisi’ni açıyorum” derken, Mustafa Kemal’in henüz dillendirmediği ama öğrencilik yıllarından beri aklının bir köşesinde sakladığı yeni yönetim şeklini de açıklamış oluyordu.

Ertesi gün, Başkan seçildiği toplantıda Kemal Paşa’nın yaptığı konuşma ise hâlâ Osmanlı Devleti’nin kurtarılmasına yönelik ifadeler içeriyordu. İtilâf Devletleri ile yapılan barış anlaşması gereği ortaya çıkan hudutların, henüz Erzurum Kongresi’nde kabul edildiğini, “Bizzat bulunmuş olmam dolayısıyla kongrenin o zamanki anlayışını yakından bilmekteyim. Herhâlde Osmanlı topluluğunun bütünlüğü, millî bağımsızlığın kazanılması, her şeyden önce yüce Saltanat mâkâmının dokunulmazlığı, mutlaka güvenilir bir kuvvete ve sağlam bir yönetime bağlı olarak gerçekleşebilir. Bu ise ancak millî egemenlik esasına dayanan yönetim ve kuvvetle sağlanabilir. Erzurum Kongresi’nde, millî sınırlarımız içinde yaşayan Müslüman olmayan unsurlar bile göz önüne alınmıştır. Hepimizce bilinmektedir” cümleleriyle ifade ediyordu.

Konuşmasının sonunda, Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş amacını, daha önce defalarca tekrar ettiği dille, “Meclisimizde oluşan ve beliren millî kudretimiz, Hilâfet mâkâmı ve Saltanat’ı yabancı baskısından kurtaracak ve Osmanlı Devleti’ni dağılma ve tutsaklıktan kurtarma önlemleri alacaktır” şeklinde açıklıyordu.

Ama daha İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Meşrutiyet için Abdülhamid’i sıkıştırdığı günlerde sınıf arkadaşı olan Ali Fuat Cebesoy’a, “Meşrutiyet köhneleşmiş insicamını kaybetmiş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun gövdesi üzerine değil, aksine Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerine oturtulmak, düşmanlarının yani büyük devletlerin yapacağı bir tasfiye yerine ihtilâl idaresi kendi başına bir Türk devleti kurmalıdır”  diyen Mustafa Kemal’in, bu hedefine bir adım daha yaklaştığı şüphe götürmez bir gerçekti.

28 Temmuz 1919’da yani Cumhuriyet’in ilânından dört yıl üç ay önce Mazhar Müfit Kansu’ya, “Sen ve özel kalem müdürü Süreyya dışında kimse bilmeyecek” diyerek, “Zaferden sonra hükûmet biçimi cumhuriyet olacaktır, bu bir! İki, Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince gereken işlem yapılacaktır” şeklinde not aldıran Kemal Paşa’nın, Meclis kurulduğunda bu amacını gizliyor olmasının tek amacı olabilirdi: Mevcut mebusların ve Millî Mücadele’ye “Osmanlı ve Hilâfet mâkâmını korumak ve kurtarmak” amacıyla inanmış olan halkın şahsına olan teveccühünü kaybetme korkusu…

Konunun muhtemelen son yazısında, yeni devlet hedefinin gündeme gelmesi ve bu hedefe Meclis içinden yükselen muhalif sesleri, bu açıdan bakınca da bizim 23 Nisan’a bakışımızı aktarmaya çalışacağım…

 

 

 

.