Birinci Meclis’e giden yol ve Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti’nin siyasallaşması (2)

Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti, bünyesine topladığı tüm Millî Müdâfaa örgütleri ile yeni kurulacak meclisin çatısı altında faaliyetine devam edecekti. Bütün politik beklentilerden arındırılmış olduğu iddiası ile kurulan cemiyet, bir süre bu kuruluş bildirgesine uygun hareket etmişti; tâ ki Mustafa Kemal’in yeni devlet hedefi zuhur edene dek…

BİLDİĞİMİZ, öğrendiğimiz adıyla Sultan Vahdettin, Osmanlı tarihine göre Altıncı Mehmet. Tarih bize gösteriyor ki, Osmanlı’nın en büyük sultanlarından biri değil. Osman Bey’le başlayan 36 sultan arasında bir sıralama yapmak zorunda kalsak, muhtemel ki son beşe falan koyardık kendisini. Ancak bu, sadece Sultan Vahdettin’in suçu ve yetersizliği ile ilgili bir sonuç olamazdı.

Evet, son dönem şehzadeleri 1800’lere kadar bildiğimiz usullerle yetişmediler. Genellikle siyâsetten uzak, sosyal ve sanatsal faaliyet erbâbı olarak hayat sürerken, birdenbire kendisini tahtta bulan sultanlar serisinden biri Vahdettin de. Bu özellikler hiç kimseyi kötü insan yapmasa da, kötü yönetici olmasının da önüne geçemez maalesef.

Son Padişah Sultan Vahdettin için söylenemeyecek tek özellik ise, onun hain oluşudur. Zaten herhangi bir padişahın hain olduğunu iddia etmenin mantıkla izah edilebilir bir tarafını bulamaz kimse. Zira bir karış toprağı bile kalmış olsa kendi mirasından, kendi mâkâmından, kendi devletinden vazgeçmesi mümkün olamaz insanın. Ve her ihanetin, karşılığında bir kazanç beklentisi olması gerekmez mi?

Peki, birilerinin iddia ettiği gibi, Vahdettin hain idiyse, bu ihanetten ne kazanmıştır?

İyi yöneticiler kriz dönemlerinde belli olur, iyi insan ise hayatının tamamında…

Osmanlı Devleti, -belki de yanlış stratejiler sonucu- anavatanında savaş kaybetmeden dünya savaşının mağlûplar takımında yer aldı. Bunun hukukî sonuçları olacaktı elbette. Ancak, kaybeden taraf Müslüman Osmanlı olunca, kazananların kuyruk acıları bedeller konusunda çok cömert davranmaya başlamışlardı. Yanlış ekiple çalışan Sultan Vahdettin de bu zorlu dönemin üstesinden gelmek için gerekli manevraları yapmakta zorlandı. Onun en büyük günahı, dediğim gibi, yanlış ekiple çalışmasıydı belki de. Sonuçta kendi başını da kendi ekibi yedi zaten.

15 Mayıs’ta Bandırma Vapuru ile başlayacak Anadolu yolculuğu öncesi Sultan Vahdettin, yaveri Mustafa Kemal’e, “Paşa, şimdiye dek devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi tarihe geçmiştir. Bunları unutun, asıl şimdi yapacağınız hizmet hepsinden daha önemli olabilir. Devleti kurtarabilirsin!” demişti. 80 sene okul kitaplarında öğretildiğinin aksine, Karadeniz’in hırçın dalgalarına dayanamayacak bir taka değil, 18 asker ve bir kaptanla yola çıkan ve bugün hâlâ ayakta olan bir vapur tahsis edilmişti bu görev için. Miktarı konusunda farklı görüşler olsa da günün şartlarına göre çok önemli bir nakit tahsisat da verilmişti organizasyonun başarısı için. Ve bu organizasyonun tek hedefi vardı: Devleti kurtarmak.

19 Mayıs’ta Samsun’dan Anadolu’ya çıkan Mustafa Kemal, Padişah’ın verdiği kudret ve aynı yerden güç alan Kâzım Karabekir gibi komutanların desteği ile işgale isyan ateşini harlamaya başlamıştı. -Sözde- müfettişlik görevinden ve askerlikten ayrılmış olması bile Sultan’ın verdiği devleti kurtarma görevinden vazgeçmesine sebep olmamıştı. Anadolu’daki halk hareketinin her aşaması düzenli olarak İstanbul’a bildiriliyor, işgal devletlerinin ateşini almak için Vahdettin tarafından verilen göstermelik kararlara rağmen Kemal Paşa’nın Osmanlı Padişahına hürmeti telgraf ve mektuplarına yansıyordu.

Son Osmanlı Meclisi, 12 Ocak 1920’de toplanıp başkanını seçmiş, aldığı tüm sözlere, Anadolu’daki tüm çalışmalarına rağmen Mustafa Kemal, meclis başkanı olamamıştı. Buna o kadar içerlemişti ki, Ankara’da söz verdiği hâlde kendisine oy vermeyenleri daha sonra Nutuk’ta, “Sözlerinde durmayan bu efendiler imansızdırlar, korkaktırlar, cahildirler” diyerek suçlayacaktı.

Bu son meclisin de ömrü kısa sürdü. 16 Mart 1920’de İstanbul tüm devlet kurumlarıyla işgal edilince, iki gün sonra Meclis-i Mebûsan da çalışmalarını sonlandırdı. Ancak hâlâ bir devlet vardı ve yönetilmesi gerekiyordu. Bunun için de vakit kaybetmeden işgal edilmemiş topraklarda yeni bir meclis kurulmalıydı. Hiç vakit kaybetmeden, Kemal Paşa önderliğinde, Ankara’da kurulacak yeni meclisin hazırlıkları başladı.

Ankara, yeni meclise ev sahipliği yapacak ve artık millî müdafaa merkezi olacaktı. Erzurum ve Sivas Kongrelerinin ardından teşkil edilen ve kurtuluş mücadelesinin yürütme organı olarak görev yapan Heyet-i Temsiliye’nin başkanı sıfatıyla 19 Mart 1920’de bir genelge yayınladı. Buna göre Ankara’da özel yetkili bir meclis kurulacak ve bu meclis, ulusun bağımsızlığını ve devletin kurtarılmasını sağlayacak önlemleri düşünüp uygulayacaktı. Görüldüğü gibi, ilk Meclis’in kurulma aşamasında da hedef hâlâ Osmanlı Devleti’ni kurtarmaktı. Bunun delili, son Osmanlı Meclisi’nin mebuslarının da ilk Meclis’e davet edilmiş olmalarıydı.

Anadolu ve Rumeli Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti, bünyesine topladığı tüm Millî Müdâfaa örgütleri ile yeni kurulacak meclisin çatısı altında faaliyetine devam edecekti. Bütün politik beklentilerden arındırılmış olduğu iddiası ile kurulan cemiyet, bir süre bu kuruluş bildirgesine uygun hareket etmişti; tâ ki Mustafa Kemal’in yeni devlet hedefi zuhur edene dek…

Konumuzun sonraki yazısında, Birinci Meclisin kuruluşunu, Kemal Paşa’nın “yeni devlet” hedefini, kendisine biat edenleri ve ilk Meclis içindeki muhalefeti anlatacağız inşâallâh…