
İNSANLIĞIN varoluşundan bu
yana birey, aile ve toplum ilişkisi sosyolojik, psikolojik ve ekonomik birçok
farklı bakış açısından irdelenmiş bir konu. Gerek bireyin, gerek ailenin ve
gerekse toplumun bu ilişkide birbirine göre olan yeri ve konumları dünden
bugüne çeşitli disiplinlerden araştırmacılar tarafından tartışılagelmiş. Ancak,
araştırmalar incelendiğinde ailenin bu ilişki sürecindeki değeri, önemi ve yeri
konusunda bir fikir birliğinin mevcut olduğu görülüyor.
Konuya
ilişkin çeşitli yaklaşımlar açısından aile, bir yandan neslin devamının
sağlandığı, kişisel eğitimin şekillendiği ve kültürel değerlerin aktarıldığı
toplumsal bir kurum; bir yandan bireyin kişiliğinin geliştiği, sevgi, saygı ve
aidiyet gibi duygularının şekillendiği bir ortam ve bir diğer yandan ise temel ihtiyaçların
karşılandığı, üretim ve tüketim sürecinin devamının sağlandığı ekonomik bir
birim olarak ifade ediliyor.
Birçok
yaklaşımda ailenin değerinin vurgulanmasının yanı sıra birey, aile ve toplum
ilişkisinin de birbirinden ayrılmaz yönü dikkat çekiyor.
Birey,
aile ve toplum çizgisinde ailenin birey ve toplum arasında kurulan bir köprü
görevi gördüğünü söylemek mümkün. Bu açıdan bakıldığında, hem bireyin kişisel
gelişiminin desteklenmesi ile çeşitli duygusal ve sosyal ihtiyaçlarının
karşılanması bakımından önem arz ediyor, hem topluma katılma sürecini
yönlendiriyor.
Bireyin,
dünyaya geldiği andan itibaren dâhil olduğu/olmadığı ya da olamadığı aile ortamı,
şimdiki/gelecek sosyal hayatının şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor.
Toplumsal değer yargılarından kurallara bireyselleşme ve sosyalleşme
temellerinin atıldığı bir ortam olarak aile, bireyin toplumu ve aynı zamanda toplumun
bireyi benimsemesinde etkili bir yapıtaşı olarak göze çarpıyor.
Toplumsal
yapının âdeta çekirdeği olma özelliği taşıyan aile, bireyin topluma uzanan
süreçte bir yandan bağımsız olarak kişisel varlığını korumasına destek olurken,
diğer yandan çeşitli evrensel ve geleneksel kodlarla uyum sürecini gerçekleştiriyor.
Söz konusu sürecin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi ise, büyük ölçüde, birey,
aile ve toplum çizgisinde çeşitli esaslar dâhilinde sürdürülebilirliğin
sağlanmasına bağlı. Bu anlamda, özellikle sevgi ve saygı merkezli iletişim,
değerler eğitimi, değişimlere uyum sağlama yeteneği, bireysel farklılıklara
saygı duyulması, kişisel haklar ve sınırların korunması bilinci, karşılıklı
güven ortamının sağlanması, problemlerin çözümünde ortak akılla hareket
edilmesi ve yardımlaşma ile dayanışma kültürünün oluşturulması gibi noktalar
öne çıkıyor.
Öncelikle
birey, aile ve toplum çizgisinde iletişim, her şeyin başında geliyor. İletişim geçmişten
günümüze toplumu oluşturan bireyler arasında olumlu-olumsuz birçok mesajın
sözlü-sözsüz aktarımıyla ilişkilerin kurulması, gelişmesi ve sona erdirilmesi
sürecinde önemli bir kavram. Bir yandan duyguların, diğer yandan düşüncelerin
istenildiği şekliyle aktarımı bireyler arası ilişkilere birçok açıdan yön
veriyor. Özellikle aile içi iletişim açısından bakıldığında, eşler arasında,
ebeveyn-çocuk arasında, çocuklar arasında ve akrabalar arasındaki sevgi ve
saygı merkezli iletişimin kalitesi bireysel düzeyde çocukların ruhsal ve
zihinsel gelişimine katkı sunarak bireyin toplumsal düzen içinde kendisini
ifade etme, anlaşılırlığını arttırma, olaylar ve insanlar arasındaki süreçleri
algılama ve yorumlama gücünü belirliyor.
Birey-aile-toplum
üçgeninde değerler ve değişim
İkinci
bir esas olarak değerlerden bahsetmek mümkün. Değerlerin aile içinde aktarım
yeteneği ve yeterliliği ise üzerinde durulması gereken konulardan bir diğeri. Bir
yandan evrensel değerler, diğer yandan geleneksel değerlerin bireyler
tarafından benimsenme oranı, birey ve toplum arasındaki bağı sağlamlaştırıyor.
Sorumluluk
bilinci, alçakgönüllülük, ahlâk, hoşgörü, sevgi, saygı, paylaşımcı olma,
dürüstlük, cömertlik gibi birçok değerin bireyin manevî hazinesine
kazandırılması süreci aileyle ve ailede başlıyor. Değer temellerinin atıldığı
aile, bireyin toplumsal hayata katılımındaki konumunu ve kimliğini belirliyor.
İletişim
ve değerlerin yanı sıra birey, aile ve toplum çizgisinde üçüncü bir esas olarak
değişim de önemli kavramlardan birisi. Tarihsel süreçte bireysel ve toplumsal
alanda yaşanan değişim ve dönüşümlerin söz konusu değişimlere uyum ve
yenilikleri benimseme yeteneği ölçüsünde yaşamın hemen her alanını
şekillendirdiği görülüyor. Modernleşme, küreselleşme, teknoloji, üretim ve
tüketim anlayışındaki değişim ve dönüşümler birey, aile ve toplum çizgisinde
bireyin hangi esaslara dayanarak yaşamını yönlendireceğini belirleyebiliyor. Bu
noktada, toplumsal yapının dönüşümünde aile, yine baskın bir aktör olarak öne
çıkıyor. Bireyin toplumsal değişimlerde nelere direnç gösterip neleri uyum
içinde benimseyeceğinin cevabını yine aile veriyor.
Farklılıklara saygı ise birey, aile ve toplum çizgisinin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesinde etkili olan bir diğer faktör. İnsanların gerek fikirlerine, gerek yaşam tarzına, gerekse seçimlerine saygılı olabilmek son derece önemli. Her bir insan; din, dil, ırk, mezhep, meslek, statü, zenginlik fakirlik gibi ayrımlar gözetilmeksizin biricik. Öncelikle bu durumun farkında olarak hareket etmenin bireyin toplum üyeleri ile olan ilişkisinin boyutunu ve sürecini etkilediğini göz önünde tutmak gerekiyor. Bireyin bu farkındalık yolculuğunun başlangıç noktasını ise içerisine doğduğu aile ortamı oluşturuyor.
Birey-aile-toplum
üçgeninde hak ve güven
Birey,
aile ve toplum çizgisinde “hak” kavramı da değinilmesi gereken bir diğer konu
olarak yer alıyor. Öncelikle bütün insanların özgürlük, onur ve haklar
bakımından eşit olduğu ilkesinin kabulü ve farkındalığının kazanılması önemli.
Yaşama hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, yasalar önünde eşitlik gibi kişi
temel hak ve hürriyetleri konusundaki bilincin birey, aile ve toplum ekseninde etkili
olabildiğini söylemek mümkün.
Hem
kendisinin, hem karşısındaki bireyin hak ve özgürlük çerçevesinin sınırlarının
farkında olan bireylerin toplumsal düzenin sağlıklı yürütülebilmesindeki önemi,
yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
Birey,
aile ve toplum çizgisi ekseninde öne çıkan bir diğer husus ise gerek toplumsal
alanda bireyler arası, gerek aile içi ilişkilerde karşılıklı güven ortamının
tesis edilmesi konusu. Güven olgusunun, öncelikle ilişki temelinde, ardından
davranışlar ve tutumların oluşumu ve gelişimi sürecinde etkili olduğu
görülüyor. Bireyin güven duygusunun filizlendiği aile ortamı, bireyi güven/güvensizlik
açısından da topluma hazırlayan bir eğitim sunabiliyor. Güven açısından aile
içerisinde yeterli derecede beslenebilen birey, toplumsal hayatın
getirebileceği olumsuzluklar karşısında da direnç gösterebilme ve problemin
kendisi yerine çözüme odaklanma gibi konularda daha kendinden emin bir tutum
sergileyebiliyor.
Problemlerin
çözümünde benimsenecek yol ve yöntemin ne olacağı, birey, aile ve toplum
çizgisinde vurgulanması gereken bir diğer husus. Birey, yaşamının hemen her ânında
çözüm bekleyen çeşitli problemlerle karşılaşıyor. İşte bireyin söz konusu
problemler karşısındaki duruşu, problemlere bakış açısı, çözüme giden yolda kullandığı
yöntem gibi tutumlara ilişkin ana etkenin yine aile olduğu görülüyor. Ailede
anne-babanın problem noktasında takındığı tavır, ortak akılla hareket etme
kabiliyeti, çocuğun yaklaşımını da şekillendiriyor. Özellikle bir yandan kişisel
ve bağımsız fikirler dikkate alınırken diğer yandan çözüm konusunda ortak karar
verilebilmesi, bireyin bugün ve gelecekte toplumsal düzeyde problemler
karşısındaki tavrını da belirliyor.
Birey,
aile ve toplum açısından son olarak dayanışma ve yardımlaşma kültürünün hem
aile içi, hem toplumsal ilişkilerde benimsenmesi önem taşıyor. Özellikle
bireyler arası duygusal bağların oluşması açısından değerlendirildiğinde
dayanışma ve yardımlaşma olgusu, birey, aile ve toplumu bir arada tutan bir güç
olarak karşımıza çıkıyor. Yalnızca kendi hayatına odaklanma döngüsünden çıkarak
başkaları için hayatında alan açan, maddî-manevî sıkıntı içerisinde olan
kişilere yardım elini uzatan, bireysel ve toplumsal sorunlar karşısında
duyarlılık gösteren bireylerin toplumsal bağların beslenmesinde önemli rol
oynadıkları görülüyor.
Sonuç itibariyle denilebilir ki, birey, aile ve toplum çizgisinin sağlıklı bir şekilde işleyişi ve bu işleyişte sürdürülebilirliğin sağlanması hem bireysel, hem ailevî, hem de toplumsal açıdan önem taşıyor. Bu çerçevede özellikle aile, birey ve toplum arasında kurabildiği bağ nedeniyle itici bir güç konumunda. Aile, bireye topluma katılım sürecinde birçok açıdan etkili bir ortam sunabiliyor. Birey, aile içerisinde dolaylı-dolaysız aldığı her türlü eğitimle toplumsal bağlamda kimliğini şekillendirebiliyor. Bu noktada bireyin aile ortamında gerek iletişim, değerler, değişim, farklılıklara saygı, hak bilinci ve gerekse güven duygusu, ortak akıl ve yardımlaşma-dayanışma gibi hususlarda elde edebildiği maddî-manevî donanım, toplumsal hayat içerisinde önemli bir çıkış noktası olarak tepkilerini ve seçimlerini yönlendirebiliyor.