Bırakalım Peker’in yalanlarıyla muhalefet uğraşsın, devletin daha önemli meseleleri var

Peker, elinde delilleri olduğunu iddia ettiği sözleriyle ortaya delil koyamayacağını anlayınca Türkiye’den iki müfettiş ve yalan makinesi isteyerek sadece kendi sözüne itibar etmemizi bekliyor artık. Anlaşılıyor ki, Sedat Peker bir enâniyet (kibir ve bencillik) hissine kapılmış. Ve bu his öyle büyümüş ki kendini herkesin üzerinde görmeye başlamış. Ancak bu hislerinin devlet düşmanları tarafından kullanılmasına da mâni olamamış. Kendi kızını nereyse her cümlede kalkan yapan birinin kendini dev aynasında görmesi de bir garip durum…

ELİNE silah alınca kendini dokunulmaz zanneden, uyuşturucu kullanınca dünyaya kafa tutan, cezaevine girmeyi şeref nişanı olarak kabul eden bir sokak çetesi kültürü var Türkiye’de. Bunların içinde özellikle kendini sağ görüşlü olarak nitelendirenlerin örnek aldığı iki önemli isim ise Çakıcı ve Peker.

Her şehirde mafyacılık oynayan küçük gruplar, onları etki alanında tutan daha büyük mafyalar var. Birçoğu Çakıcı ve Peker kadar medyatik olmasalar da sokakta iş tutan küçük gruplar üzerinden para ve güç kazanan, kendi “adamları” dışında da racon kesen onlarca mafya var ülkemizde. Çoğu, işlerini yürütebilecekleri, bürokratik engelleri aşmalarına yardımcı olabilecek, kolluk kuvvetlerinin hışmından kendilerini koruyabilecek kişilerle özel bağlantılar kurarlar. Bu, herkes tarafından o kadar iyi bilinir ve gözlenir ki… Pandemide kahvehanelerin kapalı olduğu aylar boyunca, hatta sokağa çıkma yasağı olan günlerde bile sabaha kadar kumar kahvelerinden, birahanelerden müşteri taşıyan taksici arkadaşlarımın bildiğini devletin bilmemesine imkân yoktur.

Tabiî burada devletten kastım, jandarma ve polis gibi kurumların küçük departmanları… İşte bu departmanlardan, menfaat karşılığı haber alabilecekleri görevlileri bulmak, tehdit, şantaj ya da rüşvetle onları ihanete zorlamak, irili ufaklı bütün mafya gruplarının olmazsa olmazı.

Bir de işi biraz daha büyütüp üst kademelere demir atanlar var ki doğru kanalları bulabilirlerse çok büyümeleri işten bile değil. İşte Sedat Peker de kendine bürokrasi ve siyâset alanında “yardımcı eleman” bulan bir organize suç örgütü liderlerinde biri. Ancak unutulmamalı ki, üst kademe ile olan işbirliği AK Parti döneminde başlamış biri değil. 2002’den çok daha önce, 1990’larda başlamış Peker’in yeraltı dünyasındaki saltanatı...

Sedat Peker ismi, farklı tarihlerde farklı algılarla gündemimize girdi bugüne kadar. Bir organize suç örgütü lideri olmasına rağmen zaman zaman “yardımsever”, “yatırımcı” zaman zaman da “Turancı”, “Erdoğancı” kimlikleri ile konuşuldu. Ancak kartvizitindeki “mafya babası” unvanı hiçbir dönemde silinmedi.

Sosyal medyayı aktif olarak kullanan Peker, çevresine racon kesmekten mutlu olan takipçilerinin sayısını da her geçen gün arttırdı. Parayı nereden kazandığını değil de o parayı nasıl harcadığını, ihtiyaç sahiplerini nasıl sevindirdiğini önemseyenler de sempati beslediler kendisine.

Erdoğan’a yakın olma gayreti, ona olan sevgisinden ve inancından değil, illegal kazanç çarkını daha rahat döndürebilmek için hissettiği bir mecburiyettendi. İktidarda -bu kadar güçlü olmak şartıyla- tamamen farklı bir siyâsî yapı olsa oraya da yaranmaya çalışacağından hiç şüphem yok.

Aslında AK Partili yıllarda, kendisini rahat hissettiği bir dönem de yaşamadığını iddia edemeyiz. Ancak o dönem, devletin FETÖ ile ilk mücadelesi ve ardından 15 Temmuz motivasyonuyla hareket ettiği bir dönemdi. Yani devletin, bir mafya babasından fazlasıyla uğraşması gerekiyordu. 15 Temmuz’un hemen ardından Erdoğan’a bağlılığını bildirmiş olması ise, cezaevinden çıktığı 2014 senesinden beri adliye koridorlarında görülmeyen Peker’in AK Parti tabanında da hoş görülmesine sebep oldu.

Gerçi 2019’da hakkındaki şikâyet üzerine açılan bir dâvâda önemli suç bilgilerinin delillerine ulaşılmasından sonra yurtdışına kaçmıştı ama aslında ne olduysa Alaattin Çakıcı’nın infaz kanununda yapılan değişiklikle tahliyesinden sonra oldu. MHP lideri Bahçeli’nin açık desteği ve ısrarlı af talebi ile dışarı çıkan Çakıcı ile Peker arasında, medya üzerinden çok büyük bir kavga başladı. Bu kavga, araya giren bazı “büyükler” sayesinde -geçici bir ateşkesle de olsa- savaşa dönüşmeden duruldu. Muhtemeldir ki Bahçeli, Çakıcı’ya, “O yurda dönerse cezaevine girecek. Sen rahatına bak, ona uyma!” diyerek ortalığın yatışmasında rol oynadı.

Peker Erdoğancı maskesiyle dolaşırken, muhakkak ki devletin içinden de “dostlar” edindi kendine. Bu dostlarına güvenerek, hatta belki de aldığı sözlerden dolayı, hakkındaki suçlamaların düşeceğini, dâvânın kapanacağını, örgütünün ellenmeyeceğini falan zannetti. Ancak düşünemediği, Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı’nın suç örgütlerini hiçbir zaman bilerek ve isteyerek kayırmayacağı idi. Kelle koltukta, onlarca organize suç örgütünü çökertenin gene bu iktidar olduğunu unuttu.

Örgütüne arka arkaya baskınlar yapılıp adamları içeri alınmaya başlanınca, kendi etrafındaki çemberin de daraldığını fark eden Peker, sonunda can havliyle haykırmaya başladı. “Ben yanarsam başkalarını da yakarım!” şeklinde algılanacak, seviyesiz saldırılarını şu âna (23 Mayıs 2021) kadar yedi video ile sürdürdü. Bu saldırılardan en çok nasiplenen de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu oldu maalesef.

Aslına bakarsanız, bence seçtiği hedef bir açıdan doğru, bir açıdan yanlıştı. İddialar gerçek olsa Hükûmet’e en çok zarar verecek kişilerin başında olan Soylu seçimi, bir iktidar devirme gayreti için biçilmiş kaftan olurdu. Ancak Soylu’nun AK Parti tabanında Erdoğan’dan sonra en çok sevilen kişi olması da hedefe tabiî bir kalkan olacağı için yanlış seçim olarak değerlendirilebilir.

Her ne olursa olsun, can havli ile başlayan bu saldırılarda Sedat Peker’in özel bir istihbarat desteği aldığı değerlendiriliyor artık. Sosyal medyada yayınlanan ilk videosunda, devamı gelmeyecek olsa çok da önemsenmeyecek iddialar, sonraki yayınlarıyla birlikte, doğruluğu ya da yanlışlığı düşünülmeden önemsenmeye başlandı. Hâlbuki haber kaynağından bağımsız olarak olayları dillendiren kişinin kimliğini sorgulamamız gerekirdi öncelikle. Muslukları kapanmış bir mafya liderinin ağzından çıkanların, dolandırıcılıkta çağ atlayan Cem Uzan’ın, bebek katili Öcalan’ın, devlet sırrını satan Can Dündar’ın ya da Pensilvanya papazının söylediklerinden daha fazla önemsenmesi, kurulan tuzağın ehil ellerde hazırlandığını ve siyâsî bir amaca hizmet ettiğini gözler önüne sermiyor mu sizce de?

Peker, Amerikalı darbe sevici yazar Michael Rubin’le sosyal medyada girdiği diyalogda, ABD tarafından resmî olarak muhatap alındığını, kendisinin mafya lideri olması durumunda ABD ile görüşmesinin resmî kanallardan yapılamayacağını söyleyerek geçmişini aklamaya çalışıyor. Oysa Amerikan İstihbaratı ve Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi tarafından ziyaret edildiğini iddia eden Peker’in, bu kurumların illegal yapılarla kurdukları ortak plânları bugüne kadar hiç duymamış olması düşünülemez.

Sedat Peker bir organize suç örgütü lideridir. Bu gerçeği ne Kafkasya’daki -sözde- destekleri, ne memleketinde kurduğu aşevi, ne depremzedelere yaptığı yardımlar değiştirebilir. Kaynağı belli olmayan paralarla yapılan yardımların, menfaat karşılığı dağıtılan rüşvetten farkı olamaz.

Şimdi siyâsetin muhalefet ayağı bu konuya odaklanmış durumda. Hâlâ “Erdoğan’ı severim” diyen Peker’in Süleyman Soylu hakkındaki iddialarına öyle bir sarıldılar ki, zannedersiniz, bu iddiaları ileri süren adam makbul biri. Peker, elinde delilleri olduğunu iddia ettiği sözleriyle ortaya delil koyamayacağını anlayınca Türkiye’den iki müfettiş ve yalan makinesi isteyerek sadece kendi sözüne itibar etmemizi bekliyor artık. Anlaşılıyor ki, Sedat Peker bir enâniyet (kibir ve bencillik) hissine kapılmış. Ve bu his öyle büyümüş ki kendini herkesin üzerinde görmeye başlamış. Ancak bu hislerinin devlet düşmanları tarafından kullanılmasına da mâni olamamış. Kendi kızını nereyse her cümlede kalkan yapan birinin kendini dev aynasında görmesi de bir garip durum.

***

Şimdi, topun Erdoğan’da olduğunu ileri sürenler var. Bunlar, 17/25 Aralık sürecinde adı geçen bakanların Yüce Divan’da yargılanmasını isteyenler. Bülent Arınç da bu listeye adını yazdırmaktan çekinmedi tabiî. Bu iddialar karşısında savcıların re’sen devreye girmesini, hareket etmekten çekiniyorlarsa Erdoğan tarafından talimat verilerek devreye sokulmalarını talep ediyor Arınç.

Babacan da DDK’nın “derhâl” görevlendirilmesini salık veriyor. Kimse de, “Ya Hû! Bu adam kim ki dediği doğru kabul edilsin?” demiyor. Siz bakanlar ve milletvekilleri hakkındaki her iddiaya soruşturma yolu açarsanız, ağzı olan konuşur, devlet iş yapamaz olur.

***

Sonuç olarak Sedat Peker, hakkında kırmızı bülten çıkarılmış, tutuklama kararı olan, Türkiye’de herkesin ittifakla dile getirebileceği gibi bir mafya lideri. Bu adamın sadece sözlü ifadesiyle Süleyman Soylu ve bir grup bürokratla siyâsiyi suçlamasının ne hukuken, ne siyaseten bir anlamı olmaması gerekir.

Erdoğan’ın bu olayda yapacağı tek şey, Soylu’nun arkasında durmak, Soylu’nun yapacağı ise “uyuşturucu müptelâsı” olarak tanımladığı biriyle medya üzerinden daha fazla uğraşmamaktır. Yapılacak olan, “Dönmeyeceğim, gelin alın!” diye Devlete kafa tutan Peker’i Türkiye’ye getirmek, hukuk sistemi içinde hâddini bildirmek ve önüne o dev aynasını koyanları deşifre etmektir. Bunu yaparken Çakıcı ya da başka bir isme alan açılmasının önüne de geçmek Devletin görevidir.