ELİNE silah alınca kendini dokunulmaz zanneden, uyuşturucu kullanınca
dünyaya kafa tutan, cezaevine girmeyi şeref nişanı olarak kabul eden bir sokak
çetesi kültürü var Türkiye’de. Bunların içinde özellikle kendini sağ görüşlü
olarak nitelendirenlerin örnek aldığı iki önemli isim ise Çakıcı ve Peker.
Her şehirde mafyacılık oynayan küçük gruplar, onları
etki alanında tutan daha büyük mafyalar var. Birçoğu Çakıcı ve Peker kadar
medyatik olmasalar da sokakta iş tutan küçük gruplar üzerinden para ve güç
kazanan, kendi “adamları” dışında da racon kesen onlarca mafya var ülkemizde.
Çoğu, işlerini yürütebilecekleri, bürokratik engelleri aşmalarına yardımcı
olabilecek, kolluk kuvvetlerinin hışmından kendilerini koruyabilecek kişilerle
özel bağlantılar kurarlar. Bu, herkes tarafından o kadar iyi bilinir ve
gözlenir ki… Pandemide kahvehanelerin kapalı olduğu aylar boyunca, hatta sokağa
çıkma yasağı olan günlerde bile sabaha kadar kumar kahvelerinden,
birahanelerden müşteri taşıyan taksici arkadaşlarımın bildiğini devletin
bilmemesine imkân yoktur.
Tabiî burada devletten kastım, jandarma ve polis gibi
kurumların küçük departmanları… İşte bu departmanlardan, menfaat karşılığı
haber alabilecekleri görevlileri bulmak, tehdit, şantaj ya da rüşvetle onları
ihanete zorlamak, irili ufaklı bütün mafya gruplarının olmazsa olmazı.
Bir de işi biraz daha büyütüp üst kademelere demir
atanlar var ki doğru kanalları bulabilirlerse çok büyümeleri işten bile değil.
İşte Sedat Peker de kendine bürokrasi ve siyâset alanında “yardımcı eleman”
bulan bir organize suç örgütü liderlerinde biri. Ancak unutulmamalı ki, üst
kademe ile olan işbirliği AK Parti döneminde başlamış biri değil. 2002’den çok
daha önce, 1990’larda başlamış Peker’in yeraltı dünyasındaki saltanatı...
Sedat Peker ismi, farklı tarihlerde farklı algılarla
gündemimize girdi bugüne kadar. Bir organize suç örgütü lideri olmasına rağmen
zaman zaman “yardımsever”, “yatırımcı” zaman zaman da “Turancı”, “Erdoğancı”
kimlikleri ile konuşuldu. Ancak kartvizitindeki “mafya babası” unvanı hiçbir
dönemde silinmedi.
Sosyal medyayı aktif olarak kullanan Peker, çevresine
racon kesmekten mutlu olan takipçilerinin sayısını da her geçen gün arttırdı.
Parayı nereden kazandığını değil de o parayı nasıl harcadığını, ihtiyaç
sahiplerini nasıl sevindirdiğini önemseyenler de sempati beslediler kendisine.
Erdoğan’a yakın olma gayreti, ona olan sevgisinden ve
inancından değil, illegal kazanç çarkını daha rahat döndürebilmek için
hissettiği bir mecburiyettendi. İktidarda -bu kadar güçlü olmak şartıyla-
tamamen farklı bir siyâsî yapı olsa oraya da yaranmaya çalışacağından hiç
şüphem yok.
Aslında AK Partili yıllarda, kendisini rahat
hissettiği bir dönem de yaşamadığını iddia edemeyiz. Ancak o dönem, devletin
FETÖ ile ilk mücadelesi ve ardından 15 Temmuz motivasyonuyla hareket ettiği bir
dönemdi. Yani devletin, bir mafya babasından fazlasıyla uğraşması gerekiyordu.
15 Temmuz’un hemen ardından Erdoğan’a bağlılığını bildirmiş olması ise,
cezaevinden çıktığı 2014 senesinden beri adliye koridorlarında görülmeyen
Peker’in AK Parti tabanında da hoş görülmesine sebep oldu.
Gerçi 2019’da hakkındaki şikâyet üzerine açılan bir
dâvâda önemli suç bilgilerinin delillerine ulaşılmasından sonra yurtdışına
kaçmıştı ama aslında ne olduysa Alaattin Çakıcı’nın infaz kanununda yapılan
değişiklikle tahliyesinden sonra oldu. MHP lideri Bahçeli’nin açık desteği ve
ısrarlı af talebi ile dışarı çıkan Çakıcı ile Peker arasında, medya üzerinden
çok büyük bir kavga başladı. Bu kavga, araya giren bazı “büyükler” sayesinde
-geçici bir ateşkesle de olsa- savaşa dönüşmeden duruldu. Muhtemeldir ki
Bahçeli, Çakıcı’ya, “O yurda dönerse cezaevine girecek. Sen rahatına bak, ona
uyma!” diyerek ortalığın yatışmasında rol oynadı.
Peker Erdoğancı maskesiyle dolaşırken, muhakkak ki
devletin içinden de “dostlar” edindi kendine. Bu dostlarına güvenerek, hatta
belki de aldığı sözlerden dolayı, hakkındaki suçlamaların düşeceğini, dâvânın
kapanacağını, örgütünün ellenmeyeceğini falan zannetti. Ancak düşünemediği,
Cumhurbaşkanı ve İçişleri Bakanı’nın suç örgütlerini hiçbir zaman bilerek ve
isteyerek kayırmayacağı idi. Kelle koltukta, onlarca organize suç örgütünü
çökertenin gene bu iktidar olduğunu unuttu.
Örgütüne arka arkaya baskınlar yapılıp adamları içeri
alınmaya başlanınca, kendi etrafındaki çemberin de daraldığını fark eden Peker,
sonunda can havliyle haykırmaya başladı. “Ben yanarsam başkalarını da yakarım!”
şeklinde algılanacak, seviyesiz saldırılarını şu âna (23 Mayıs 2021) kadar yedi
video ile sürdürdü. Bu saldırılardan en çok nasiplenen de İçişleri Bakanı
Süleyman Soylu oldu maalesef.
Aslına bakarsanız, bence seçtiği hedef bir açıdan
doğru, bir açıdan yanlıştı. İddialar gerçek olsa Hükûmet’e en çok zarar verecek
kişilerin başında olan Soylu seçimi, bir iktidar devirme gayreti için biçilmiş
kaftan olurdu. Ancak Soylu’nun AK Parti tabanında Erdoğan’dan sonra en çok
sevilen kişi olması da hedefe tabiî bir kalkan olacağı için yanlış seçim olarak
değerlendirilebilir.
Her ne olursa olsun, can havli ile başlayan bu
saldırılarda Sedat Peker’in özel bir istihbarat desteği aldığı
değerlendiriliyor artık. Sosyal medyada yayınlanan ilk videosunda, devamı
gelmeyecek olsa çok da önemsenmeyecek iddialar, sonraki yayınlarıyla birlikte,
doğruluğu ya da yanlışlığı düşünülmeden önemsenmeye başlandı. Hâlbuki haber kaynağından
bağımsız olarak olayları dillendiren kişinin kimliğini sorgulamamız gerekirdi
öncelikle. Muslukları kapanmış bir mafya liderinin ağzından çıkanların,
dolandırıcılıkta çağ atlayan Cem Uzan’ın, bebek katili Öcalan’ın, devlet
sırrını satan Can Dündar’ın ya da Pensilvanya papazının söylediklerinden daha
fazla önemsenmesi, kurulan tuzağın ehil ellerde hazırlandığını ve siyâsî bir
amaca hizmet ettiğini gözler önüne sermiyor mu sizce de?
Peker, Amerikalı darbe sevici yazar Michael Rubin’le
sosyal medyada girdiği diyalogda, ABD tarafından resmî olarak muhatap
alındığını, kendisinin mafya lideri olması durumunda ABD ile görüşmesinin resmî
kanallardan yapılamayacağını söyleyerek geçmişini aklamaya çalışıyor. Oysa
Amerikan İstihbaratı ve Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi tarafından ziyaret
edildiğini iddia eden Peker’in, bu kurumların illegal yapılarla kurdukları
ortak plânları bugüne kadar hiç duymamış olması düşünülemez.
Sedat Peker bir organize suç örgütü lideridir. Bu
gerçeği ne Kafkasya’daki -sözde- destekleri, ne memleketinde kurduğu aşevi, ne
depremzedelere yaptığı yardımlar değiştirebilir. Kaynağı belli olmayan
paralarla yapılan yardımların, menfaat karşılığı dağıtılan rüşvetten farkı
olamaz.
Şimdi siyâsetin muhalefet ayağı bu konuya odaklanmış
durumda. Hâlâ “Erdoğan’ı severim” diyen Peker’in Süleyman Soylu hakkındaki
iddialarına öyle bir sarıldılar ki, zannedersiniz, bu iddiaları ileri süren
adam makbul biri. Peker, elinde delilleri olduğunu iddia ettiği sözleriyle
ortaya delil koyamayacağını anlayınca Türkiye’den iki müfettiş ve yalan
makinesi isteyerek sadece kendi sözüne itibar etmemizi bekliyor artık.
Anlaşılıyor ki, Sedat Peker bir enâniyet (kibir ve bencillik) hissine kapılmış.
Ve bu his öyle büyümüş ki kendini herkesin üzerinde görmeye başlamış. Ancak bu
hislerinin devlet düşmanları tarafından kullanılmasına da mâni olamamış. Kendi
kızını nereyse her cümlede kalkan yapan birinin kendini dev aynasında görmesi
de bir garip durum.
***
Şimdi, topun Erdoğan’da olduğunu ileri sürenler var.
Bunlar, 17/25 Aralık sürecinde adı geçen bakanların Yüce Divan’da
yargılanmasını isteyenler. Bülent Arınç da bu listeye adını yazdırmaktan
çekinmedi tabiî. Bu iddialar karşısında savcıların re’sen devreye girmesini,
hareket etmekten çekiniyorlarsa Erdoğan tarafından talimat verilerek devreye
sokulmalarını talep ediyor Arınç.
Babacan da DDK’nın “derhâl” görevlendirilmesini salık
veriyor. Kimse de, “Ya Hû! Bu adam kim ki dediği doğru kabul edilsin?” demiyor.
Siz bakanlar ve milletvekilleri hakkındaki her iddiaya soruşturma yolu
açarsanız, ağzı olan konuşur, devlet iş yapamaz olur.
***
Sonuç olarak Sedat Peker, hakkında kırmızı bülten
çıkarılmış, tutuklama kararı olan, Türkiye’de herkesin ittifakla dile
getirebileceği gibi bir mafya lideri. Bu adamın sadece sözlü ifadesiyle
Süleyman Soylu ve bir grup bürokratla siyâsiyi suçlamasının ne hukuken, ne
siyaseten bir anlamı olmaması gerekir.
Erdoğan’ın bu olayda yapacağı tek şey, Soylu’nun
arkasında durmak, Soylu’nun yapacağı ise “uyuşturucu müptelâsı” olarak
tanımladığı biriyle medya üzerinden daha fazla uğraşmamaktır. Yapılacak olan,
“Dönmeyeceğim, gelin alın!” diye Devlete kafa tutan Peker’i Türkiye’ye getirmek,
hukuk sistemi içinde hâddini bildirmek ve önüne o dev aynasını koyanları
deşifre etmektir. Bunu yaparken Çakıcı ya da başka bir isme alan açılmasının
önüne de geçmek Devletin görevidir.