
ÜLKÜCÜLER ve Alperenler, ocak bağlamında bir zamanlar yalnız kavgayla, belâyla anılıyorlardı.
Aslı vardı veya yoktu, ama Ülkücüler de, Alperenler de iyi kavga ederlerdi.
Ocakta bulunduğum, hatta idareci olduğum dönemde sadece bir kavga, kendisine şahit olmasam da başımızı ağrıttı.
Daha çok, “Kavga var” deyip de teşkilattaki bütün gençlerin toplanıp gittikleri mekâna vardığımda, “Özür dileriz reis, hakkını helâl et! Seni buraya kadar getirttik, ayıp oldu” beyanına çok muhatap oldum.
Yanlarına vardığımızda bizim çocuklar bizim yanımızda kavga etmekten ar ederlerdi.
Ottan çöpten bahanelerle başlatılan tartışmalardan gelinirdi o kavga ortamına. Bizim müdahalemiz ise bunu hatırlatmak ve geleceklerini düşündürmekti.
En çok ifade ettiğim söz şu olurdu: “Hazreti Musa, adamın birine bir yumruk atmış, adam oracıkta ölmüş. Attığınız yumruğun neye bedel olacağını biliyor musunuz?”
Bu örnek çokça korkutur, geleceğini kıytırık bir kavga yüzünden yakmak istemeyen gencin aklını başına getirirdi.
Hem çocukluk arkadaşlarımdan, hem de okul arkadaşlarımdan biri, eşimle evliliğimizi tebrik ettikten sonra bana şöyle söylemişti: “Kavgaya belâya hiç karışmadın bizim gibi. Şimdi sevdiğinle de evlendin. Ne mutlu sana! O zamanlar sana kızardım ama ne kadar doğru yaptığını şimdi çok iyi anlıyorum.”
Çocukken başka sınıftan veya başka mahalleden biriyle kavga ettiklerinde herkes gibi beni de çağırırlardı. Ben de giderdim. Ben gittiğimde ya dayak yerdim ya da kavga olmazdı. Maksat, seni kavgaya çağıranın yanında olmak.
Bir de bazen kavgaya çağırmak, kavgaya tutuşarak olurdu. “Filancayla kavga var” demeye gerek kalmazdı; tanıdıklardan birini kavga ediyor görürsen, ayırmak daha mümkünse ayırmaya, haklıysa onunla birlikte gerekirse dayak yeme pahasına dövüşmeye girişilirdi. Zaten benim başıma da o gelirdi.
Aslında babam henüz ilkokul ikinci sınıftayken önce tekvandoya, aynı kulübün bu kursu kapanınca karate okuluna yazdırmıştı. Karate bir savunma sporuydu ve ahlâkı vardı. Ben işte onu aldım sanırım sadece.
Sağda solda “Karateye gidiyon madem, şunu dövsene hadi” dediklerinde hiçbir girişimim olmadı. Zira henüz yeni başladığım günlerde bir komşumuz hareket göstermemi istemişti de burnuna zarar vermiştim. Sonrasında o hareket ve kışkırtmalardan hep uzak durdum. Belki de ocak idarecisiyken verdiğim Hazreti Musa örneği oradan ileri gelir.
Hayatı boyunca ya kıyasıya kavga etmemiş ya da girdiği kavgada dayağını yiyip usluca oturmuş biri olarak bu kavga meselesine biraz takıntılıyım.
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse, bir kötülük gördüğünde onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa yanlışlığını anlatsın. Buna da gücü yetmiyorsa, imanın en zayıf hâli de olsa kalbinden buğz etsin” hadisini bir ilke olarak daima kılavuz kabul etmeliydik zira.
Ve acı… Bize hep imanın en zayıf göstergesi düşüyor. Bunu kabul edemiyorum.
Siyonist terörist işgalciler her gün Gazze’de, Batı Şeria’da, Kudüs’te, Mescid-i Aksâ’da baskınlar, cinayetler, yargısız tutuklamalar, işkenceler ve türlü aşağılık eylemler uygularken, bir sabah bütün bu zulümlere karşı verilen cevabı başka başka yorumlara götürmek daha ağır. Bu, sanırım imanın daha da zayıf hâli…
Mahalleden arkadaşı, sınıftan dostu, ocaktan ülküdaşı bir kavgaya giriştiğinde, dayak yese bile onunla birlikte dövüşmekten, onunla aynı güce karşı çarpışmaktan geri durmayan delikanlılar, reel politiğin altında imanın en zayıf dairesinde yorumlar yapıyorlar.
Bir kardeşimin kavgasına taraf olmam için illâ “Kavgaya gidiyorum” diye benden yardım istemesi gerekmezdi. Onun kavgaya girişmesi beni çağırması demekti.
Fakat bugün hem kardeşimin kavgasına katılmıyorum, hem de benim olmayışımın boşluğundan faydalanan aymazı kavga alanında görünce başka lakırdılar konuşuyorum.
Bu delikanlı işi değil. Elbette akılla davranacağız, fakat aklın ortaya koyduğu yöntem tek değil. Hele uzak durmak hiç değil!
“Bu aşk bir bahr-i ummândır, buna hadd ü kenâr olmaz
Delîlim sırr-ı Kur’ân'dır, bunu bilende âr olmaz
Süre geldik ezelîden, Pîrim Muhammed Alî’den
Şerâb-ı lâ-yezâlîden içenlerde humâr olmaz
Eğer âşık isen yâre sakın aldanma ağyâre
Düş İbrahim gibi nâre, bu gülşende yanâr olmaz
Kıyamazsan baş ü câna, uzak dur, girme meydana
Bu meydanda nice başlar kesilir hiç sorar olmaz
Hakk ile Hakk olanlara, kendi özün bilenlere,
Dost yolunda ölenlere kan bahası dinar olmaz…”
(Nizamoğlu Seyfullah)