
DERLER ki, “Eğer arada bir çocukluk etmeyeceksen, büyümenin bir anlamı yok”. Şu bir gerçek ki, çocuklar yetişkinlere göre daha iyi akıl yürütürler. Çünkü ön kabulleri yoktur. Her türlü yenilik ve farklılığa açıktır. Öyle ki, hayat mücadelesinin ilk basamaklarında sahip olduğunuz tecrübe, sizi önünüzdeki uzun ve çetrefilli hayata hazırlamak içindir.
Bu zor ama öğreten dönem, tüm ömrünüzde size mihmandarlık edecek ve sıkıntılı dönemlerinizde sorunlarınızı çözmek için yardımcınız olacaktır.
Çocukluk, sürekli eğitimin ilk merhalesidir ve hayat boyu eğitimin ilk dönemidir. Bu dönemde yaşanan olaylar sizin mücadelede ne kadar dirençli olduğunuzu belirleyecektir. Çocuklukta ebeveyn olarak kolaylaştırdığınız her sorun, çocuğunuzun hayatına vurduğunuz bir darbedir. Bisiklete binerken selenin ardından tuttuğunuzu bilen çocuk, elinizi bıraksanız bile varlığınızı hissettiği için hızlanarak sürecektir. Bu yüzden çocuklarınıza yardımcı olun, destek olun, ancak bunu yaparken hayatını yaşamasına müsaade edin.
***
Çocukluğu özlemek; istediğin ama sahip olamadığın ya da sahip olduğun ama kaybettiğin her şeyi hatırlamak, kocaman olmuşken bile çocukluğundan kalan bir oyuncağa sarılarak ağlamak gibidir. Yani çocukluk mücevher gibidir, yeter ki kalbinde kalsın. Kaldığı an çocukların ile yaşayacağın, torunlarına bırakacağın mirastır. Boşuna söylenmemiş “Çocuktan al haberi” diye.
***
Sevgili dostlar, içinizdeki çocukluk heyecanı yaşıyorsa, yaşlanmıyorsunuz demektir. Bu, hayatınızda ilk döneminizdeki gibi dirençli ve öğrenmeye çabalayan bir hâlde kalmayı sağlayacaktır. Öğrenmek, hayat yolculuğunda bisiklet üstündeyken pedal çevirmek gibi. Öğrenmeyi bıraktığınızda yani pedal çevirmeye ara verdiğinizde bisikletten düşecek, hayatta ise sıkıntı yaşayacaksınız. Hayatsa sürekli mücadele, sürekli pedal çevirmek demektir. Kendi üzerinizde çalışmaktan vazgeçmeyin. Aksi hâlde gelişip olgunlaşamazsınız.
İbrahim Tenekeci’nin yine şu güzel sözünü buraya kaydedelim: “Çocukluk, insanın şiir hâlidir; diğer dönemleri ise düzyazı.”
Peki, Üstad Necip Fazıl ne der Gençliğe Hitabesinde?
“Bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik... ‘Zaman bendedir ve mekân bana emanettir’ şuurunda bir gençlik...
Devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk iki buçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hâkimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını Allah’ın Kur’ân’ında ‘belhüm adâl’ dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle Türk’ü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören... Bu devreleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi, beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik...
Gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün dikeyleri yatay hâle getirecek bir nida kopararak ‘Mukaddes emaneti ne yaptınız?’ diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik... Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün dâvâcısı bir gençlik... Halka değil Hakk’a inanan, meclisinin duvarında ‘Hâkimiyet Hakk’ındır’ düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta bulan ve halis hürriyeti Hakk’a kölelikte bulan bir gençlik...
Emekçiye, ‘Benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın; ama sen de zulüm gördüğün iddiasıyla, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başı boş bırakılamazsın!’; kapitaliste ise, ‘Allah buyruğunu ve Resûl emrini kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın!’ ihtarını edecek, kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik...
Bir buçuk asırdır yanıp kavrulan ve bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan Batı adamının bulamadığını, Türk’ün de yine bir buçuk asırdır işte bu hasta Batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübârek oluş sırrını her sistem ve mezheb, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayâli varsa hakikatinin İslâm’da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna, İslâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik...
‘Kim var?’ diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan fert fert ‘Ben varım!’ cevabını verici; her ferdi, ‘Benim olmadığım yerde kimse yoktur!’ duygusuna sahip bir dâvâ ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik... Can taşıma liyakatini canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nispette strateji ve taktik sahibi bir gençlik... Büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifirî karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı fark edecek kadar gözü keskin bir gençlik...
Bugün komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kâğıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hâsılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve temmiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tek başına onlara karşı durabilecek destanlık bir meydan savaşı içinde ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik...
Annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa, gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiçbirini beğenmeyen, onlara, ‘Siz, güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka Müslümanlarısınız! Gerçek Müslüman olsaydınız bu hâllerden hiçbiri başınıza gelmezdi!’ diyecek ve gerçek Müslümanlığın ne idüğünü ve nasılını gösterecek bir gençlik...
Tek cümleyle, Allah’ın kâinatı yüzü suyu hürmetine yarattığı Sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, O’ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve O’nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik...
Bu gençliği karşımda görüyorum. Maya tutması için otuz küsur yıldır devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür Allah’a hamd etme makamındayım.
Genç adam! Bundan böyle senden beklediğim, manevî babanın tabutunu musalla taşına, Anadolu kıtası büyüklüğündeki dâvâ taşını da gediğine koymandır.
‘Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes./ Ey kahpe rüzgâr, artık ne yandan esersen es!’”
Alın, yarını yok, çocuklarınızın çalışma masasının üzerine asın!
***
Üç anahtar
Size bütün kapıları açan üç anahtar sözcük fısıldayayım: Sabır, nezaket ve gayret. Bunlar hayatınızda ne zaman ve nerede düşseniz kalkmanıza yardımcı olacaktır. Zor günlerle baş başa kaldığınızda veya kendi kabuğunuza çekilmek zorunda olduğunuzda göreceksiniz ki, sessiz çığlıklar sesli haykırışlardan daha etkilidir. Sabırla mücadelenize gayret ettiğinizde, kimseye zarar vermeyen nezaketle davranışlarınızı sürdürdüğünüzde, size uzanacak yardım elleri bitmeyecektir.
“Keskin sirke küpüne zarar” derler, sükûneti kaybetmek, yolunuzu kaybetmenize sebep olacaktır. Herkesten ve her şeyden umudunuzu kestiğiniz anda belki de kurtarıcınız sizsinizdir. Çaresiz değil, çare sizsiniz!
Umudu kaybetmemek lâzım. Küsmekten ve kabullenip bir köşeye çekilmekten daha başka bir yol var: Mücadele etmek.
İnsanı ancak kendisi engelleyip kendisi durdurabilir. Mücadeleden vazgeçen insan, duymak istediklerinden vazgeçmedikçe uyanamaz. Beyin her insanda var ancak akıl her insanda yok. Akıl olmayan bir beyin, işletim sistemi yüklenmemiş bilgisayar misâli boştur. Duygu ile akıl birleştiğinde, yazılımla kullanıcı birlikteliği sağlanmış ve sorun çözme kabiliyeti hayata geçmiş olur.
Dünyadaki en güzel laboratuvar insan beynidir. İçine hangi duygularla ne yüklerseniz, size o sonucu verecektir. “Tüm hastalıklar yaşanan duyguların organlara beyin üzerinden sinyalleri ile meydana gelmektedir” diyor doktorlar. Aşırı üzüntü akciğere sinyal gönderiyor ve verem hastalığı meydana geliyor örneğin. Tüm vücudu kontrol eden yazılımın güncellenmesi, ortaya çıkacak yeni sorunlara hızlı adapte olmanızı ve çözüm üretmenizi sağlayacaktır.
Okumak ve okumak
Kitap okumak bireysel bir faaliyet gibi görünmesine rağmen toplumun topyekûn gelişimi için olmazsa olmazdır. Bir nesneyi parlatmak için nasıl başka bir nesne kullanmak zorundaysak, insanın gelişimi için de çevresinde yaşayan kişilerin seviyesinin yükselmesi, kendini yetiştirmesi gerektir. Kişinin kendini geliştirip yenileyebileceği en kolay tecrübe alışverişi kitap okuyarak sağlanır.
Bir toplumun okuyup geçenlere değil, okuyup düşünenlere ihtiyacı var. Her yeni kitap size yeni bir aklın akışını sağlayacak ve yazarını bilgi ve tecrübelerini size intikaline vesile olacaktır. Birkaç yüz kelimeyle düşünen biri, binlerce kelimeyle düşünen birini asla anlayamaz. Ekonomik refah seviyesi size toplumda geçici de olsa bir yer verebilir ancak Nasreddin Hoca’nın dediği gibi, kıyafetlerinizle karşılanıp konuşma ve davranışlarınızla uğurlanırsınız.
***
Düşünceniz fakir ise diğer zenginlikleriniz sizi kurtaramaz. Bu dünyada makam, para, sorumluluk, itibar yerine ve zamanına göre büyük bir güç gibi algılanabilir. Ancak gerçekten büyük bir güç mü istiyorsunuz? İşte o hiçbir maliyeti olmayıp sadece yaşayarak ve uygulayarak diri tutacağınız güç, hayâl gücü!
Kitaptan ve kütüphaneden uzaklaşıldıkça cehalet artar, hayâl kuramaz hâle gelirsiniz! Yarınlar adına ümitvar olmadığınız gün, sosyolojik ve psikolojik yıpranmanın başladığı gündür. Cehalet arttıkça sefalet ve felâket artar. Olayları yorumlayamayan bir kişi olarak rüzgârla savrulan yaprak gibi nereye konacağınızı bilemeden, hayat yolculuğu hedefe varamadan biter. Sefalet ve felâketin getiriyse acı ve gözyaşıdır. Sorunları yaşamasanız da çevrenizde oluşan sefaletten sizin de etkilenmeniz mümkündür. Çünkü insan çevresiyle var olan bir canlıdır.
Yalnızlıkla mutlu olmak insana verilmemiştir. İnsan, sorun yaşadığı oranda değil, sorun çözdüğü oranda gelişir ve olgunlaşır. Peki, kendi sorunlarımız mı, toplumun sorunları mı öncelikli? Çağımız insanı bencil bir rekabet ortamında yeşerdiği için “Önce ben!” demektedir. Ancak çevreniz mutlu değilse sizin de mutlu olma oranınız azalır ve bu mutluluğu yaşama zevkiniz kaçar.
Gönlü güzel olanın niyeti de, söylemi de, eylemi de güzeldir. Ne diyor eskiler? “Niyet hayır, akıbet hayır.” Niyetimiz nispetinde sorgulanacağız.
***
Dilinizi sökün, tamir edin ve yeniden yerine takın. Konuşma yerinde, zamanında ve dozunda olduğu zaman değerlidir. İlaç, ancak ihtiyaç kadar tüketilirse şifa verir. Fazla miktarda tüketilirse zehrolur. Bütün sorunların temelinde de o boş konuşmalar var. Konuşmanın ayarını kaçırdığımızda, fazla sorgulamaya başladığımızda sıkıntı baş gösterebilir. Aptallaşmanın en kolay yolu merak etmeyi bırakmaktır. Ancak bu merak, kişilerin hürriyet alanlarıyla sınırlıdır.
Uzmanı olmadığınız konularda kendinize yakışanı yapın ve bir kenara çekilip sessizce oturun. Her konu ilgi alanınıza girebilir ancak hüküm içeren cümlelerden kaçınmak size itibar kazandıracaktır. Söz gümüşse sükût altındır. Unutmayın, birbiri ardına devrilen her gün, her ay, her yıl insandan bir şeyler alıp götürürken, birçok şeyi de getirip koyar ömür heybesine. Kaybettiklerimiz uğruna kazandığımız ve ileriki yaşantımızda bize fayda sağlayacak her şey tecrübedir. Beşikten mezara kadar tüm hayat tecrübedir. Bu yüzden önemli olan, ölmeden ölebilmeyi başarabilmektir.