Bir yürek acısıdır

Anne ve baba, sizi siz yapan en güzel değerdir. İnsan için ölçü, anne ve babadır. Buradan âhirete intikal etmiş tüm anne ve babalara rahmet dilerken, babam Vahdettin Yıldız için sizler de bir Fâtiha’nızı esirgemezseniz ne mutlu bana!

ŞÜKÜRLER olsun ki, “Andolsun kaleme ve satır satır yazdıklarına” (Kalem, 1-2) âyetini bizlere müjdeleyen bir inanca mensubuz.

Yazmak, kalem ve kâğıt ile sık sık bir araya gelmekten ziyâde, bazen onlarla muhabbet etmek, dertleşmek ve hâttâ bir araya gelebilmeyi heyecanla sabırsızca beklemek demek benim için. Yazanlar bilir bu duyguyu, zihin ancak böyle feraha erişebiliyor. Çünkü hiç kimseye, hâttâ kendine bile ifâde etmekte zorluk çektiğin hissiyat, kalem ve kâğıda gelince bir anda dökülüveriyor kalemin ucundan.

Ajanda Yayınlar Grubu’nda aylardır yazı yazmaktayım. Fakat diyebilirim ki, ifâde etmekte en çok zorlanacağım duyguları ilk defa yazacağım. Çünkü her insanın er ya da geç, bir şekilde tadacağı acı ve üzüntü, bana 27 Temmuz 2021 tarihinde uğradı, ama geçmedi.

27 Temmuz 2021... Ben bu tarihte ardımdaki dağ olan babamı iki senedir her ne sebepten ise şifâsı bulunamayan malûm illet hastalık Kovid-19 sebebi ile kaybettim. Bunları yazmak benim için ne kadar zor, ifâde edemem! Ama bu hislerimi biraz olsun yazmasam sanki içimde biriken his aşılamaz bir dağ olup kalacak gibi… 

“Nedir bir evlât için en zor olan?” Bana daha önce bu soruyu sorsalar, emin olun, sıradan birçok duyguyu etkili biçimde söylemeye çalışırdım. Ancak şimdi size bunun cevabını şöyle sıralayayım: O hastalığa yakalandığını fark ettiğiniz hâlde sırf anne ve babanıza yakıştıramadığınız için “Yok, pozitif değilizdir” diye kendinizi gece boyu kandırmak mı? Gecenin bir yarısı, pozitif olduğunu öğrendiğinde hiçbir belirtiyi başta göstermeyen babanızın etrafında “Bir şey olamayacak, geçecek bu da” diye kendi kendinizi avutmak mı? Babanız gece sizden önce uyuduğunda gidip gizlice ateşine bakmak mı? “Acaba hastaneye yatış verirler mi?” diye korkarak tüm sorumluğu elinizle götürmek mi? “Hastaneye kesin yatış olmalı” diyen soğuk ve ilgisiz doktora tüm çâresizliğinizle, gözleriniz dolu dolu hâlde “Yatırmasak, evde tedavi olamaz mı?” diye sormak mı? Hastane odasında kendiniz de pozitif olmanıza rağmen yanınızda kalıp dört duvar arasında her gelen ilâca “Tamam, bu iyi gelecek” diye umut bağlamak mı? Beş gün beş gece her an “Çıkacağız” diye hayâller kurarken hemşirenin “Amca bugün iyi” dediğinde sevinçten tüm çocuksu tarafınızla “Baba, buradan çıkınca bana ne alacaksın?” diye sorup sonraki iki gece ağırlaşması ve gözlerinizin önünde nefesinin azalışını izlemek mi? Yoksa bütün acizlik ve çâresizliğinizle elinize bir su şişesi sıkıştırarak elini ve yüzünü öpüp yoğun bakıma göndermek mi?

Çok zor! Her ânını yeniden hatırlamak bile o günlerin zorluğunun yanında hiç kalıyor. Sadece kendine şunu soruyorsun: “Bu kadar insan babasını kaybettiğinde nasıl dayanıyordu?” Önceleri dışarıdan bakarken normal bir şeymiş gibi gördüğün asıl gerçek, ancak sana geldiğinde anlayabiliyormuşsun. Sadece sıradan, bir o kadar da etkili deyiş ile “Unutamıyor ama alışıyorsun”…

Kayıptan öte bir his... “Eksik” demek bile yetersiz! Bir anda kalabalıklar içinde yalnız kalıyorsun. Maddiyatın olsa bile bir anda yoksul kalmış gibi hissediyorsun. Hayatında kim varsa, sanki o güne kadar başka, o günden sonra daha başka biri oluyor. Kurduğun hayâllerin yerini bir anda “keşke” ve pişmanlıklar alıyor. Kısacası, artık hiçbir şey eskisi gibi olmuyor, olamaz da. Kendi kendine diyorsun ki, “Artık tek başınasın!”. Fakat sonra Nurullah Genç’in ifâdesi geliyor aklıma: “Sonra diyorum ki, ‘Allah’ım! Sen varsın, ben yalnız değilim’.”

Babaya olan sevgi ve muhabbet üzerine çok şey yazılabilir, fakat inanın, kaybını ifâde edecek her cümle, anlamda yetersiz kalıyor. Daha doğrusu, “kalıyormuş”...

Hastalığın ise başlangıcı ve seyri, özellikle yaşlı insanlar için hem psikolojik, hem de fizyolojik anlamda çok ağır. Çâresiz ve aciz kalışın en ağırını yaşıyorsunuz. Zaten iki yıla aşkın süredir yalnızlığın en zor hâlini yaşamış insanlar hastane odasında bunun katbekat zorunu yaşıyorlar. Doktor her odaya girdiğinde “Acaba bugün ne açıklama yapacak?” diye beklemek, özellikle yoğun bakım sürecinde her telefon çaldığında yüreğimin yerinden çıkacakmış gibi oluşunu size nasıl tarif edeyim? 

Ama bir kere daha en acı şekilde anladım ki, insanı insan yapan her değer, merhamet duygusunun yanında hiç kalıyor. Çünkü ben ve anne babamla çâresizce binbir beklenti ve korku ile hastane odasında kalırken, bir doktordan biraz olsun beklediğim ilgi ve alâkayı oradaki temizlik personelinden, en azından o an yüzümüzde tebessüm ettirebilecek kadar görebiliyorsam, demek ki verilen tüm pozitif ilimler, bizim insanlık değerlerimizin içini boşaltmaktan ve kendimizi üstün ve akıllı gösterme çabasından öteye geçemiyor ve “İnsanlar için hayırlısı, insanlar için en hayırlı olandır” düsturunu her geçen gün bize unutturmaya çaba gösteriyor.

Bu yakarışım hep vardı ama inanın, babamın kaybı ile daha fazla ön plâna çıkarmam gereken bir konu olduğunu fark ettim. Genel olarak toplumda böyle insanları görmüyor musunuz? Biraz olsun ilimle okuyarak bir yerlere gelen insanın ilk sırtını döndüğü şey, oraya kadar gelirken yanında olan ya da yanındaymış gibi gösterdiği değerleri, geçmişi ve mâneviyatı olmuyor mu? Oktay Sinanoğlu’nun deyişiyle, “bizde öyle bir intiba oluşmuş ki, sanki bilimle uğraşan insan mâneviyatla ilgilenmemeli”. Ve ekliyor Hoca: “Bir bilim adamı biraz mânevî değerlerden bahsedince hemen gerici damgası yer.”

Görevini -hangi statüde olursa olsun- insanî değerlerden soyutlayarak, bir makine işleyişi gibi yapmaya çalışmak nasıl bir boşluktur? Hele doktorluk gibi nadîde bir mesleği icra ederken normal insanlardan biraz daha farklı olmaya çalışmak gerekmez mi?

Zor zamanlardan geçiyoruz. Toplumun her kesimi ve her kurumu bundan fazlasıyla nasibini alıyor. En çok da sağlık başta geliyor. Fakat bu mesleği yapmaya karar vermek, biraz olsun bu zorlukları göze almak değil midir?

Karşılıklı anlayış, saygı, nezâket ve merhamet gibi değerleri, hangi kesimden olursak olalım, birbirimize göstermek keyfiyetinde değil, zorundayız!

Zor zamanlardayız. Fakat bu zamanların bile -eğer görebiliyorsanız- bir hayırlı yanı vardır. Zor zamanların en özel yanı, dost ve yakın bildiklerimizin bize kendilerini yeniden tanıtmasıdır. Her şey gelir geçer de, önemli olan, o zor anlarda yanınızda kimin olduğudur. Bir mezarın başında ağlarken sırtını kim sıvazladı meselâ? Hastane koridorunda seninle kim duâ etti? Yokluğu kiminle paylaştın? Her zorluk atlatılır da bunlar unutulmaz, emin olun! Vefâ, dönüp bakmak ve unutmamaktır.

Anne ve baba, sizi siz yapan en güzel değerdir. İnsan için ölçü, anne ve babadır. Buradan âhirete intikal etmiş tüm anne ve babalara rahmet dilerken, babam Vahdettin Yıldız için sizler de bir Fâtiha’nızı esirgemezseniz ne mutlu bana! (Âmin.)