Bir yerde yanlışlık var!

15 Temmuz 2016 günü bu gözler devletimize, vatanımıza kastetmeye çalışanların tepelendiğini gördü, 24 Temmuz 2020 günü bu kulaklar Ayasofya’nın dört minaresinden de okunan ezanları duydu ya, “Falanca sözleşmeyi kaldırmalı”, “Filanca kadroları temizlemeli”, “Haklarımızı alamıyoruz, bu duruma bir el atılmalı” gibi “malayani”, evet, hem de son derece “malayani” sözlerden artık hayâ etmelidir. Zira bundan böyle her gün 15 Temmuz, her karar Ayasofya’dır!

YASALARLA hayat arasında yanlış bir bağlantı kurduk, bunu kendimize itiraf etmeliyiz.

Hukuktan anladığımızı anayasa, kanunlar, tüzükler ve maddeleri olarak sıralayınca, hayatı da bir sıraya hapsetme isteğine gark olduk.

Önce karar verelim, komünist mi olacağız, liberal mi? Yoksa bu ikisini de kafamızdan silip kendi bağımsız yolumuzda mı ilerleyeceğiz?

İşimize gelişine göre yaşamayı arzuluyorsak, vallahi bu yaşamak değil, sadece fırıldaklık!

İşimize gelince “Nerede bu devlet?”, işimize gelince “Benim vergilerimle yapılıyor her şey” diyorsak, kusura bakılmasın ama aslında ne olduğumuzu unutuyor, ardını burada anmaktan korktuğum başka bir mecranın eşiğine adım atıyoruz…

***

“Anayasa” isimli kavramın binyılların sözlüklerine aykırı anlamlarla doldurulduğu süreci yaşıyoruz.

Tabiî ortada bir ana varsa, âdeta onun yavruları gibi emzirilen bebeleri olarak yasaları da büyütüyoruz. Evet evet, yasaları gözümüzde, zihnimizde, yaşantımızda biraz fazla büyütüyoruz!

Hayatı yasalar, sözleşmeler, kurallar ve maddeler belirleyince, boşlukları arasında menfaatimiz eksenindeki yönlendirmeler ile zararımızı aza, hattâ kâra dönüştüren aralıklarla ilgileniyoruz. “Ne de olsa” diyoruz, “Bu benim hakkım!”

E tabiî bizim haklarımızı koruduğu müddetçe hukuku önemsiyoruz. Haklarımızı korudukça hukuk üstün oluyor bu yüzden, adalet değil! Zira adalet, hukuk karşısında soyut, dolayısıyla muallâkta kalan, edebiyat soslu bir kelime, o kadar!

Ailemizi yasalarla korutmaya çalışıyoruz meselâ. Yanlış yazmadım, “korumaya” değil, doğrudan “korutmaya” çalışıyoruz zira. Birileri diyorlar ki, “Falanca sözleşme var olduğu müddetçe falanca konu bizim için tehlike!”. Tuhaf bir psikoloji ve bu psikolojinin doğurduğu tuhaf bir edebiyat!

Aileyi yasa korumaz!

Çocuğunuzun cinsel tercih yönelimi gibi bir düşünceye kapılmasına yasa veya sözleşme alan açmaz!

Devletin dinsiz tanımlanması sizi dinsiz yapmaz!

“Ben çocukken dinime çok bağlıydım, bir gün camiden kovdular, her şeye küstüm; günahı vebâli o kimselerin boynuna!” der kimileri. Tuhaftır, bunu söyleyeni sorgulamak yerine kovanların peşine düşeriz. Kimse demez: “O kovulma, senin işine gelmiş!”

Çocukken camiden kovulmama, sûreyi yanlış okuyup sopa yememe, hattâ arkadaşlarımla abdest aldığım sırada çok alçakça bir hakaretle karşılaşmama rağmen dinime küsmedim. Zira küsmek, hiçbir zaman işime gelmedi!

Çünkü küsmek kolay!

Çünkü işine geldiği gibi yaşamak kolay!

Çünkü “Nerede bu devlet?” demek kolay!

Çünkü “Benim vergilerimle yapılıyor her şey” demek kolay!

Ama Müslümanca yaşamak zor…

Müslümanın anayasası bellidir.

Müslümanın kanunu, tüzüğü bellidir.

Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaya gayret etmeyen kimseyi ne anayasa paklar, ne kanun, ne de uluslararası sözleşme maddeleri!

Size bir şey diyeyim mi?

15 Temmuz 2016 günü bu gözler devletimize, vatanımıza kastetmeye çalışanların tepelendiğini gördü, 24 Temmuz 2020 günü bu kulaklar Ayasofya’nın dört minaresinden de okunan ezanları duydu ya, “Falanca sözleşmeyi kaldırmalı”, “Filanca kadroları temizlemeli”, “Haklarımızı alamıyoruz, bu duruma bir el atılmalı” gibi “malayani”, evet, hem de son derece “malayani” sözlerden artık hayâ etmelidir.

Zira bundan böyle her gün 15 Temmuz, her karar Ayasofya’dır!