Bir varmış, bir yokmuş, bir marka hikâyesi varmış

Eğer bir marka olarak ürünlerimizi satın alanların hayatlarına dokunmak ve onların gönüllerinde kalıcı olmak istiyorsak, etkileyici bir hikâye şarttır. Bu hikâye, markanın kuruluş hikâyesi olabileceği gibi ürünün hammaddesinin nereden ve nasıl temin edildiği veya üretim aşaması da olabilir.

“AH! Geçenlerde ne olduğunu dur, hemen anlatayım…”

Bu cümle ile başlayan basit bir olayı arkadaşınıza aktarırken anlatacağımızı başlangıç, gelişme ve sonuç bölümüne ayırıp olayın karakterlerinin, mekânın ve sair noktalarının karşımızdaki kişinin gözünde canlanabilmesi adına otomatik bir kurgu çerçevesi çizdiğimizi hiç fark ettiniz mi?

Sonuç: Hayırlı uğurlu olsun, güzel bir hikâyemiz oldu! Belki sadece birkaç cümle ile anekdot olarak anlatabilirdik. Lâkin karşımızdaki kişinin zihninde bu kadar kalıcı olamayabilirdi.

Hikâyesi bulunan olaylar, nesneler, akılda kalıcı olduğu gibi her yeni anlatımda, anlatan insanın katkıları netîcesinde daha da gelişir. Peki, hikâyeler insanı neden bu kadar çok etkiler?

İnsan hikâye dinlerken, sorgulayan mantığı devreden çıkarıp bağ kuran ve anlam arayan psikolojiye bürünerek algılarını açıp etkilenmeye açık bir duruma geçmekteymiş.

İçerisinde birçok mesaj barındıran hikâyeler, hayata dair önemli kavramları da kimi zaman eğlenceli, kimi zamanda hüzünlü bir şekilde sunarak, hem bilişsel, hem de duygu dünyamızın gelişimine önemli katkı sağlar. Günümüzde “hikâyeleştirme” kelimesini pazarlamadan siyasete varıncaya kadar hemen hemen her alanda görmek ve duymak mümkün hâle gelmiştir. “Düş Toplumu” kitabının yazarı fütürist Rolf Jensen, bir röportajı sırasında, “Neden ‘Düş Toplumu’?” sorusuna, “Gelecek bu yeni döneme ‘Düş Toplumu’ adını uygun gördüm. Bu işletmelerin, toplulukların, fert olarak insanların sadece verileriyle değil, hikâyeleriyle de gelişip serpilecekleri yeni bir toplumdur” cevabını vermiş.

Her marka, tıpkı olaylar gibi hikâyeleştirilmeyi sever. İster ki, hikâyesi dilden dile dolaşarak büyüsün. Aynı zamanda hikâyeler markanın kolay ve anlaşılır nitelikte kimlik bilgisini de içerir. Bir adım öne geçmek isteyen markaların yapması gereken, iyi bir ürüne/hizmete ya da fiyata sahip olmanın yanında, bunlardan daha da önemlisi, satın alma kararında etkili olan ve markayı diğer rakiplerden farklılaştıran marka hikâyesi oluşturmalarıdır.

Eğer bir marka olarak ürünlerimizi satın alanların hayatlarına dokunmak ve onların gönüllerinde kalıcı olmak istiyorsak, etkileyici bir hikâye şarttır. Bu hikâye, markanın kuruluş hikâyesi olabileceği gibi ürünün hammaddesinin nereden ve nasıl temin edildiği veya üretim aşaması da olabilir. Birçoğumuzun severek tükettiği, ünü dünyaya nam salmış Kahramanmaraş dondurmasının hikâyesi ise bu maddelerin hepsini kapsar nitelikte.

Geleneksel Maraş dondurmasının yapımında süt, sahlep ve şeker kullanılmaktadır. Kullanılan sütün “keçi sütü” olmasına dikkat edilmelidir. Çünkü Maraş dondurmasına has tadı veren en etkili faktör, keven otlarıyla beslenen keçilerden sağılan süttür. Bu tadın ortaya çıkışında ikinci faktör ise, Maraş’ta yetişen yabanî orkidelerin köklerinden elde edilen dondurmaya eşsiz kokusunu, sertliğini ve aromasını veren sahleptir.

90 santigrat derecelik sıcaklıkta kaynatılan keçi sütüne önce sahlep, ardından şeker katılmakta, sakız hâline gelinceye kadar karıştırılarak 6 ilâ 8 saat dinlendirdikten sonra soğutulmakta ve tüketime sunulmaktadır.

Maraş dondurmasının oluşumunda çok önemli bir etken olan sahlep, Ahır dağında yetişen orkidelerin kirli beyaz renkteki yumrularından elde edilir. Toplanan yumrular ipe dizilip kurutulduktan sonra öğütülmektedir. Elde edilen beyaz toz ise dondurmanın yapımında kullanılmaktadır.

21’inci yüzyılın pazarında artık markalar birer hikâyeci olmak zorunda!