Bir temsil hikâyesi: Terör mü, siyaset mi?

Hizbullah’ın bütün cinayetlerini yalansız dolansız üstlenirken Okkan cinayetini asla üstlenmemesi bir referans vermiyor mu ve HÜDA-PAR’ı nasıl Okkan’ın katili yapıyor? HÜDA-PAR Genel Başkanı Yapıcıoğlu’nun “Hizbullah ile hiçbir bağımız olmadı, şu an da yok!” ifadesi neden görmezden geliniyor? “PKK ile bir bağımız yok” ifadesi yıllardır kendisinden beklenen HDP, “Benim terörüm iyi, onun terörü kötü” mü demek istiyor?

TÜRKİYE, 2017 yılında gerçekleştirilen Anayasa’daki değişiklikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli’ne geçerek yeni bir yönetim tekniğinde karar kıldı. Parlamenter sistem ile yönetmek tercihinden söz konusu sisteme kayan Türkiye’de uzun süre yasama kuvvetinin zayıfladığına yönelik yapılan tartışmalar bugün de devam ediyor. Öyle ki, Millet İttifakı’nın altına imza attığı mutabakat metninin ilk maddesi parlamenter sisteme yeniden dönmeyi beyan ediyor. Hatta üzerine bastırılarak “güçlendirilmiş bir parlamenter sistemden” bahsediliyor.

Daha evvel bu başlığa da dokundurmak üzere “Güçlendirilmiş Cumhurbaşkanlığı Sistemi” başlıklı bir dosya kaleme almıştık. Mevzubahis dosyada Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli’nin Temmuz 2018 tarihi itibariyle uygulanan ilk dört yıllık sürecini değerlendirerek sistemin kimliğine değil, uygulamada baz alınan çerçeveye bazı itirazlar getirmiş ve eksikliklerin tamamlanmasına yönelik bazı tavsiyelerimizi arz etmiştik.   

Türkiye’nin 2023 Seçimleri, bütün dünyayı ilgilendiren bir seçim hâlini aldı. Ve bu seçimlerin öncesinde, 2022 yılında yüzde 7’ye indirilen seçim barajı ve bu barajı geçen ittifak partileri hakkındaki düzenleme, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli’ne yöneltilen “yasama kuvvetinin zayıf kalması” eksenindeki eleştirilerin içinin boş ve haksız olduğunu adeta kanıtladı. Zira bu düzenlemeyle Türkiye’deki bütün siyâsî partilerin seçime girebilme ümidiyle bir ittifakta bulunma iştahına girdiklerine şahit olduk. Bunun iki özel örneği, Memleket Partisi ile Bağımsız Türkiye Partisi’dir.

Dosyanın içeriğine doğrudan girmeden evvel, Bağımsız Türkiye Partisi hakkında bir şerh düşmek güzel bir espri olacak. Şöyle ki; enteresandır, Millet İttifakı’na her şeyiyle destek vermek isteyen BTP, Millet İttifakı’nın iki büyük bileşeni CHP ile İP tarafından ittifaka alınmadı. Bu isteğini birçok defa, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a saldırma şiddetinde adeta yarışırcasına gösteren BTP, ittifak tarafından ısrarla kabul edilmedi. Peki, FETÖ ile arasında nasıl bir bağ olduğu somut olarak ortaya konulamasa dahi FETÖ ve PKK’ya üyeliği nedeniyle tutuklu bulunan veya hüküm giyen, ismi de sözde bir literatür oluşturularak “KHK’lı” konulan (burası önemlidir, zira yargının verdiği hükmü göstermemek ve yürütmenin yargıya doğrudan müdâhil olduğu algısını yerleştirmek için oluşturulan bir sıfat) kişilere özgürlük vaat eden Millet İttifakı, kendisine ısrarla katılmak isteyen BTP’yi neden muhatap almıyor? Ergenekon soruşturmaları ve darbe plânı dâvâları sırasında BTP’nin eski Genel Başkanı ve bugünkü Genel Başkan’ın babası olan Haydar Baş, FETÖ ile hasım olduğunu doğrudan ilân etmişti. FETÖ de bu kartı görmüş ve aynıyla karşılık vermişti. Dahası, Ergenekon ve darbe plânı dâvâları sürecinde Haydar Baş, FETÖ’ye karşı ulusalcı kanada dahi yanaşmış, PKK’ya karşı da ciddî bir tavır takındığını göstermişti. Hatta FETÖ’nün yayın organlarından Samanyolu TV’nin o meşhur dizilerinde (“Tek Türkiye” gibi) Baş, çok çirkin bir karakterle temsil edilmişti. Yaşananlar böylesi bir raddedeyken, FETÖ’ye mensubiyeti nedeniyle tutuklu bulunanlara özgürlük vaat eden ve HDP’den destek isteyen bir ittifaka BTP neden katılmak ister?

Aslında mesele, “Düşmanımın düşmanı dostumdur” çizgisinde durmanın yanı sıra, bu şerhi düşmeden evvelki notumuzun ta kendisidir. Zira Cumhurbaşkanlığı Hükümet Modeli’nin işlediği Türkiye’de Meclis’te yani yasama organında yer almak çok daha önemli bir güç kazandırıcı etkiye sahiptir.

Dosyamızın ana ekseninde ise Meclis’e girmek fikrini 2023 Seçimleri itibariyle daha çok önemseyen iki siyâsî parti olacak: HDP ve HÜDA-PAR.

2019’daki yerel seçimler sırasında daha belirgin şekilde görüldü ve eleştirildi; PKK terör örgütü ile açık illiyeti bulunan HDP, Türkiye’nin siyâsî bağlamdaki kaderini belirleyebilen kilit bir noktaya getirildi. HDP bu noktaya asla kendi politikasıyla gelmedi. Bu noktaya CHP ve kısmen İP eliyle getirildi. Öyle ya, HDP Grup Başkan Vekili Fatma Kurtulan’ın İP’li milletvekillerine Meclis Genel Kurulu’nda yönelttiği şu sözler, sanırım hafızalardan silinmeyecek: “Koltuğunuzda HDP’ye, PKK’ya gönül verenlerin oylarıyla oturuyorsunuz.”

Cumhur İttifakı tarafında, Altılı Masa bileşenlerinden CHP ile DEVA Partisi’nin açıkça destek istediği ve türlü vaatlerde bulunduğu HDP’nin Millet İttifakı açısından öneminin sorgulaması uzun yıllardır yapılıyordu. Ancak 14 Mayıs’a çok kısa bir süre kala HÜDA-PAR’ın Cumhur İttifakı’ndan davet alması ve bu daveti kabul etmesi de Millet İttifakı tarafında bir sorgu aracı oldu.

14 Mayıs Genel Seçimlerinden sonra kuvvetle muhtemel kapatılacak olan HDP’nin “Yeşil Sol Parti” ismiyle alternatif adresi, kuruluşunu gerçekleştirdi bile. HDP ve öncüllerinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yer almak konusundaki tutkusu, bu yeni adresin açılışında mühim bir detay. Bu durumu ortaya koyarken, Türkiye’nin bir döneminin fotoğrafını çekmek kıymetli olacak.

1984’te PKK terör örgütüne ilk kanı döktüren merkez, bu örgütün siyaset zemininde kalmamasını ister biçimdeki hırslandırma programını uygulamaya koymuştu.

PKK Meclis’e ilk kez nasıl girmişti?

12 Eylül Darbesi, memleket demokrasisini rehin almış ve ülke gençliğini dar ağaçlarında infaz etmekle kalmamış, siyasetin de üzerinden silindir gibi geçmişti. Bunun bir işareti olarak, daha önceki darbelerin ardından kapatılmayan ve “Atatürk’ün partisi” olarak darbe yöneticileri tarafından hürmet gören Cumhuriyet Halk Partisi’ni (CHP) dahi kapatmıştı. CHP ile birlikte Adalet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Millî Selâmet Partisi, Millet Partisi, Türkiye İşçi Partisi, Türkiye İşçi Köylü Partisi ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi gibi partiler de kapatılırken, liderleri ve kadrolarından bazı isimler siyaset yasağına tâbi tutuldu. Bu partilerde siyaset yapmış fakat 12 Eylül Darbesi sonrasında siyaset yasağı almamış isimler, ismini verdiğimiz partilerin ardıllarını farklı adlarla kurdular. Daha doğrusu, kapatılan partileri destekleyen vatandaş kitlelerine bu yeni kurulan partilerle hitap etme yolunu seçtiler. Doğru Yol Partisi AP’nin, Milliyetçi Çalışma Partisi MHP’nin, Refah Partisi MSP’nin, Islahatçı Demokrasi Partisi MP’nin, Sosyal Demokrasi Partisi ile Halkçı Parti CHP’nin kitlesine hitap etmeyi gündemine almıştı.

1985 yılında, CHP’ye oy vermiş kitleleri muhatap alan Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) ile Halkçı Parti (HP), birleşme kararı aldı. Yeni partinin ismi Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) oldu. Bu birleşme süreci, Türkiye’nin kurucu partisi olarak bilinen CHP’nin ne denli değiştiğini ve 12 Eylül darbecilerini haklı çıkarırcasına Atatürk’ün partisi olarak kalmayan bu partinin nasıl tarihe karıştığını ortaya koyan bir dikteci ideoloji hareketini işaret etmişti. Zira SHP’de, Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit’le yaşayan CHP yoktu. Bunu gören Bülent Ecevit, ne SODEP, ne de HP’nin kuruluşunda yer almış, Demokratik Sol Parti’nin (DSP) kurucularından olmuştu.  

Türkiye, 1980 Darbesi öncesinde tanıştığı sosyalist ve komünist hareketlerde 1980 Darbesi sonrasında dönüşümlere şahit oldu. Darbe öncesinde fraksiyon çatışmaları yaşayan Türkiye’deki Sol, bir de etnik fraksiyonlar yetiştirmişti. Sol’da da, Sağ’da da farklı politik yöntemler kullananların mevcudiyeti bu etnik Sol fraksiyonda da vücut bulmuştu. Kemal Burkay ve Abdülmelik Fırat gibi isimleri ekarte eden ve Türkiye’deki Kürt sosyalistleri arasında “Apocular” diye tarif bulan zümre, silahlı eylem tekniğini, anarşi ve hatta gerilla tipi mücadele yöntemini kullanmaya karar kılmıştı. Evet, bu terör demekti. Sözde Kürdistan hayâli güden terör oluşumunun adı “Partiya Karkeren Kürdistan” (PKK, Kürdistan İşçi Partisi) idi.

15 Ağustos 1984 günü Siirt Eruh’ta ilk kanlı eylemini gerçekleştiren PKK, bir askerimizi şehit ederken 9 asker ve 3 sivil vatandaşımızı da yaraladı. PKK terör örgütünün kanlı tarihi işte böyle başlamıştı. Ancak yasadışı bir örgüt olarak kabul edilen PKK, Türkiye’nin uluslararası çalışmaları neticesinde başka ülkeler nezdinde de hukuken terör örgütü olarak görülür oldu. Bu durum PKK’nın siyaset hukuku çizgisinde muhatap alınmasını engelliyordu. Bu noktada devreye eski bir alışkanlık olarak sosyalist-komünist ırkçılığı devreye girdi ve Türkiye’deki Sol tandanslı siyâsî partilerde PKK’nın söylemleri kendisine vücut bulabildi. PKK’ya yakın isimler, Prof. Dr. Erdal İnönü’nün Genel Başkanlığını yürüttüğü SODEP ve daha sonra SHP’de kendilerine yer buldular. Hatta Meclis’e girmeyi de başardılar.

“Ekim 1989’da, Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlenen ‘Kürt Ulusal Kimliği ve İnsan Hakları’ konulu bir konferansa katılan Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) milletvekilleri Kenan Sönmezİsmail Hakkı ÖnalAhmet TürkMehmet Ali ErenAdnan EkmenMahmut Alınak ve Salih Sümer, 16 Kasım’da partiden ihraç edildi. İhraç kararını protesto eden Abdullah BaştürkFehmi IşıklarCüneyt CanverMehmet KahramanArif Sağ ve İlhami Binici 23 Kasım’da, Kemal AnadolHüsnü Okçuoğlu ve Tevfik Koçak 1 Aralık’ta, Kamil Ateşoğlu ve Aydın Güven Gürkan da 13 Aralık’ta partiden istifa ettiler. Bunu Diyarbakır örgütündeki toplu istifalar izledi.

Aralarında istifacı 10 milletvekilinin de (Abdullah Baştürk, Ahmet Türk, Cüneyt Canver, Kenan Sönmez, Salih Sümer, İsmail Hakkı Önal, Mehmet Ali Eren, Arif Sağ, İbrahim Aksoy, Adnan Ekmen) bulunduğu bazı eski SHP’liler tarafından 7 Haziran 1990 tarihinde Halkın Emek Partisi (HEP) kuruldu. Partinin ilk Genel Başkanı Fehmi Işıklar, ilk Genel Sekreteri İbrahim Aksoy oldu.”

HEP ile Kürtçü etnik Sol hareket, hukuk zemininde yasal bir siyâsî parti olarak politika üretebilirdi artık. HEP, kuruluşundan iki yıl sonra ilk kez ülke seçimlerine girme imkânı yakalamıştı. Zira 1991 Genel Seçimleri, Mesut Yılmaz yönetimindeki Anavatan Partisi’nin (ANAP) aldığı bir erken seçim kararı üzerine organize edilmişti. Seçim öncesinde Meclis’teki en fazla milletvekiline sahip siyâsî parti ANAP’tı. Turgut Özal’ın Çankaya Köşkü’ne çıkmasının ardından ANAP’ın zayıflığından faydalanmak isteyen muhalefet, ekonomik problemleri işaret ederek baskısı altına aldığı iktidara söz konusu erken seçim kararını aldırmıştı.

HEP, 20 Ekim 1991 günü yapılacak genel seçimlere eski yuvası SHP ile girme konusunda SHP ile anlaşma yoluna girmek üzereydi. Ancak HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın, 8 Temmuz 1991’de ölü bulundu. Faili meçhul bu cinayet oldukça şüpheliydi. Her nedense ABD’li ve Avrupalı merkezler bu cinayetle doğrudan ilgilenmiş ve Aydın’ın, HEP’in faaliyetlerini kısıtlamak için öldürüldüğü yorumunu Sol çevrede yaymıştı. Aydın’ın cenazesine büyük bir kalabalık katılmış, polisle kalabalık arasında çıkan olaylarda altı kişi daha ölmüş ve yüzlerce kişi yaralanmış, aynı günlerde bir de HEP Gaziantep İl Başkanı Abdulsamet Sakık öldürülmüştü. Yani 1984’te PKK terör örgütüne ilk kanı döktüren merkez, bu örgütün siyaset zemininde kalmamasını ister biçimdeki hırslandırma programını uygulamaya koymuştu.

Yeminler edilmiş, tek başına iktidar şansı bulamayan partiler koalisyon görüşmelerine girmişlerdi. HEP’li isimleri vekil olarak Meclis’e sokan Erdal İnönü’nün SHP’si ile HEP’li isimleri yemin esnasında protesto çeken Süleyman Demirel’in DYP’si, 49’uncu Hükümet için anlaşmaya varmıştı.

Ekim’e kadar sadece üç ay vardı. Ve PKK’nın HEP ile olan illiyetini bilen vatandaşlar arasında SHP’nin HEP ile yapacağı seçim ittifakı sinirleri geren bir duraktaydı. İkinci plânda Aydın’ın katli de HEP tarafındaki gerilimi artırmıştı. 20 Ekim’deki seçimler gerçekleşti ve SHP, 88 sandalye ile Meclis’teki yerini aldı. Bu 88 sandalyenin 21’i HEP’e aitti. Ve o meşhur yemin krizi gelip çatmıştı…

19’uncu Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi, 20 Ekim 1991’deki seçimlerden alınan sonuçlarla oluştu. 6 Kasım 1991 günü, seçilen milletvekilleri yemin ederek göreve başlayacaklardı. SHP Diyarbakır Milletvekili Hatip Dicle, yemin metnini okumadan önce, yemini Anayasa’nın baskısı altında ettiğini dile getirdi. Süleyman Demirel’in Genel Başkanı olduğu DYP sıralarındaki vekiller, masalara vurarak Dicle’yi protesto ettiler. Yine Diyarbakır SHP listesinden milletvekili seçilen Leyla Zana, Süleyman Demirel’in başlattığı sıraya vurma protestosu altında kürsüye çıktı. Oturum Başkanı Ali Rıza Septioğlu, gürültüyü susturmaya çalıştı. Zana yeminini etti, ancak Septioğlu’nun gürültüden duyamadığını belirtmesi üzerine yeminini tekrarladı. Bu durum bir kez daha yinelendi. Sonunda Zana, Türkçe ettiği yeminin ardından Kürtçe şekilde “Bu yemini Türk ve Kürt halkı adına yaptım” dedi. Zana, olağandışı bir tepkiyle kürsüden yaka paça indirildi.

 

Yeminler edilmiş, tek başına iktidar şansı bulamayan partiler koalisyon görüşmelerine girmişlerdi. HEP’li isimleri vekil olarak Meclis’e sokan Erdal İnönü’nün SHP’si ile HEP’li isimleri yemin esnasında protesto çeken Süleyman Demirel’in DYP’si, 49’uncu Hükümet için anlaşmaya varmıştı. Yemin krizinden 24 gün sonra, 30 Kasım 1991 günü yapılan güven oylamasında Demirel, protesto ettiği partiyle kurduğu koalisyon için Meclis’ten destek istedi. Anavatan Partisi ile Refah Partisi’nin destek vermediği, MÇP’li 6 milletvekilinin oylamaya katılmayarak protesto ettiği koalisyon, DYP, SHP ve MÇP oylarıyla kabul edilerek göreve başladı.

1992’nin Mart ayındaki Nevruz Bayramı kutlamalarında HEP tandanslı SHP’li vekillerin de katıldığı ve HEP’in organize ettiği eylemler, kamuoyuna PKK propagandası olarak yansıdı. SHP lideri İnönü, HEP’li vekillerden SHP’den ayrılmalarını istedi. SHP içinde 21 sandalyesi bulunan HEP’in 18 ismi SHP’den ayrıldı. 3 Temmuz 1992’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkında kapatma dilekçesi verilen HEP, 14 Temmuz 1993’te Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Kapatma dâvâsının açıldığı süreçte alternatif adres olarak 19 Ekim 1992’de kurulan Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP), HEP kapatılana kadar Demokrasi Partisi (DEP) ismini almıştı bile. 18 vekil, HEP’in kapatılmasının ardından DEP’e geçti. Bu durum daha sonra bir silsile gibi, kurulan her partinin kapatılmasının ardından yenisinin açılmasıyla sürdü. DEP’ten sonra HADEP, HADEP’ten sonra DEHAP, DEHAP’tan sonra DTP, DTP’den BDP ve BDP’den sonra da HDP oldu PKK illiyetli yasal partinin adı. Nihayet yeni adres, Yeşil Sol Parti… Tabiî onun gündemimize girmesi için HDP’nin kapatılma tarihini bekleyeceğiz gibi.

Peki, Millet İttifakı’nın bugün desteğini beklediği Kürtçü etnik Sol hareket böyle bir serüvene sahipken, Cumhur İttifakı’na destek vereceğini açıklayan HÜDA-PAR’ı nasıl ele almalıyız?

HÜDA-PAR Hizbullah mı?

PKK, Marksist-Leninist bir örgüt kimliğine sahip olarak silahlı eylemi ve dolayısıyla terörü kendisine yöntem edinmiş bir yasadışı organizasyondu. Dolayısıyla din ile arasında problem vardı. Kürt’e kimlik veren İslâm’ı da doğal olarak düşman kabul etmişti. Keza kendisine olumlu bakmayan kitlelerin birinci dayanağı, İslâm ve dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne sadakatle bağlılıktı.

PKK’nın özellikle Batman ve Diyarbakır’da baskı altına almaya çalıştığı vatandaşlar arasında İslâm reflekslerine sarılan ve Kürtçü olmayan fakat Kürt kimliğini bir akrabalık/yakınlık unsuru sayan fikir teatileri şekillenmeye başladı. Her ne kadar bazı kaynaklar Hizbullah terör örgütünün 1983 yılında İstanbul’da kurulduğunu gösterseler de, Batman ve Diyarbakır’da PKK’nın karşısına dikilen kitle, İstanbul’da organize edilen örgütten bağımsızdı. Hizbullah, Türkiye’ye başka ülkelerce ihraç edilmiş bir terör hareketi olarak biliniyordu. Ancak PKK’nın silahlı tehditleri ve katliamları, Batman ve Diyarbakırlı bazı küçük kitleleri de bu adrese itebiliyordu.

25 Ocak 2011 tarihli Sabah gazetesinde Nazlı Ilıcak, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun AK Parti-Hizbullah ilişkisine dair yazısıyla o günlerden bugünlere şöyle bir izah yapıyor:

“Kemal Kılıçdaroğlu, ‘AK Parti-Hizbullah’ işbirliğinden söz etti; Tayyip Erdoğan da bu iddiaya çok sert karşılık verdi. Siyâsî partiler arasındaki böylesine mesnetsiz suçlamalar bir işe yaramadığı gibi, aksine, söz konusu örgütün gerçek kimliğini anlamak da zorlaşıyor. İhaleyi AK Parti’ye çıkarıyorsunuz, hakikatlere gözünüzü yumuyorsunuz. Hizbullah nasıl doğdu? Niçin teröre başvurdu? Ve bugün hangi çizgiyi benimsiyor?
Hizbullah, lider konumunda bulunan Hüseyin Velioğlu’nun örgüt evinde basılıp öldürülmesinden sonra (17 Ocak 2000) şiddetten uzaklaştı. Mustazaf-Der gibi dernekler aracılığıyla faaliyetini sürdürüyor; bu kapsamda yoksullara yardım, okuma salonları açma gibi çalışmaları var. Acaba aynı yolda devam eder mi? Yoksa eskisi gibi şiddete mi sapar? Ya da gene kendini kullandırır mı? İzleyip göreceğiz.
Geçmiş yıllara döndüğümüz takdirde… 1979-80’de, çeşitli illerimizde dinî yayınların satıldığı kitabevlerinde, dindar kişiler bir araya gelip fikir alışverişinde bulunuyorlardı. Fidan Güngör ve Hüseyin Velioğlu, Diyarbakır ilindeki Vahdet Kitabevi’nde toplanan grubun içindeydi. Daha sonra Fidan Güngör, Menzil Kitabevi’ni kurdu ve Vahdet çevresinden koptu. Hüseyin Velioğlu da İlim Kitabevi’ni kurdu. Fidan Güngör, Velioğlu’na göre daha derin bir dinî bilgiye sahipti, şiddeti onaylamıyordu. Hüseyin Velioğlu önderliğindeki İlim grubu ise PKK’ya karşı kendilerini savunmaları gerektiğini ileri sürerek silahlı mücadeleye başladılar. Bu noktada Hizbullah ile Devlet’in menfaatleri örtüştü. Hüseyin Velioğlu ve arkadaşları hiçbir zaman güvenlik güçlerine silah çekmediler; PKK’yı hedef aldılar.

17 Ocak 2000’de, Velioğlu’nun Beykoz’daki evi güvenlik kuvvetleri tarafından basıldı; Hizbullah lideri öldürüldü. Bu olaydan sonra, çok kısa bir süre içinde örgüt evleri tespit edildi, Hizbullah militanları yakalandı. Sanıklar mahkemeye sevk edildi; 10 yıldır yargılanıyorlar. Herhâlde Kılıçdaroğlu, Hizbullahçıların salıverilmesinden yola çıkarak AK Parti’yi sorumlu tutuyor ve bu sebepten dolayı böyle bir işbirliğine işaret ediyor. Geçmişte Devlet, Hizbullah’a göz yummuştu. Ama bugün için AK Parti ile irtibattan söz etmek insafsızlık. Yargıtay, öncelik tanımak suretiyle pekâlâ Hizbullah dosyalarını sonuçlandırabilirdi…”

Bugün Millet İttifakı bileşenlerinin, hatta terör örgütü PKK’dan güç alan HDP’nin itham ettiği HÜDA-PAR hakkında FETÖ’yle iltisaklı olmaktan yargılanan Nazlı Ilıcak’ın ifadeleri bunlar. 14 Mart 2023 tarihli Haber Ajanda NET yayınında servis ettiğimiz yazıdaki ifadelerimizi, Ilıcak’ın bu yorumuna eklememiz gerekiyor:

“Vahdet grubunun kıymetli bildiği isimlerden Şerif Karaaslan’ın 1991 yılında anne ve babasını öldüren PKK’nın, sözde hâkimiyet kurmak istediği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde bu grubu İslâmî saikleri nedeniyle kendisi için hedef aldığı biliniyor…

Adına ‘Kobani Eylemleri’ denilen ve dönemin HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın azmettirdiği olaylarda 16 yaşındaki Yasin Börü ve üç arkadaşı vahşice katledildi. 2019 yılında da İhya-Der yöneticisi Aytaç Baran, Diyarbakır’da PKK’nın kurşunlarına hedef oldu.

HÜDA-PAR illiyetindeki bir kursun öğrencisi olan çocuklar ile yine HÜDA-PAR illiyetine mensup bir derneğin yöneticisi olan Baran’ın ölümleri, HÜDA-PAR üzerinden kimsenin silaha sarılmasıyla sonuçlanmadı. Bırakın HÜDA-PAR’ı, onunla birlikte anılan farklı bir örgütün böyle bir kalkışmasına da tanık olunmadı.”

14 Mayıs gecesi, terörün değil siyasetin girdiği ve Cumhurbaşkanlığı Modeli’nden güç alarak oluşan bir Meclis görmek ümidiyle…

2012 yılında kurulan HÜDA-PAR’ın, Fidan Güngör ekolünden olduğu dahi değerlendirilmeyip bir de doğrudan Veli Dedeoğlu üzerinden yorumlanarak eski Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan’ın katili olarak lânse edilmesi ilginç değil mi? Hizbullah’ın bütün cinayetlerini yalansız dolansız üstlenirken Okkan cinayetini asla üstlenmemesi bir referans vermiyor mu ve HÜDA-PAR’ı nasıl Okkan’ın katili yapıyor? HÜDA-PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu’nun “Hizbullah ile hiçbir bağımız olmadı, şu an da yok!” ifadesi neden görmezden geliniyor? “PKK ile bir bağımız yok” ifadesi yıllardır kendisinden beklenen HDP, “Benim terörüm iyi, onun terörü kötü” mü demek istiyor?

Şüphesiz HDP’nin ve dolayısıyla PKK’nın giremediği bir Meclis, terörün meşrulaştırılmadığı, teröristlerin övülmediği bir Meclis olacak. Ancak “Kürt siyaseti” diye nitelenen süzgeçten HÜDA-PAR’ın geçerek Meclis’te ilk kez yer alacak olması, ülke siyaseti açısından çok farklı bir zemin hazırladığı gibi, yıllardır hem Türk, hem de Kürt bakış açısını birilerinin suiistimal ettiği dönemin bitişini, kirli bilgi ve deforme bilincin tasfiye edilmesini hazırlayacak.

14 Mayıs gecesi, terörün değil siyasetin girdiği ve Cumhurbaşkanlığı Modeli’nden güç alarak oluşan bir Meclis görmek ümidiyle…

  

https://tr.wikipedia.org/wiki/Halk%C4%B1n_Emek_Partisi

https://web.archive.org/web/20160810055302/http://www.sabah.com.tr/yazarlar/ilicak/2011/01/25/ak_partihizbullah_isbirligi