
Mîsak-ı Millî
BİR ara Göç İdaresi’ndeki bir arkadaşa şöyle sormuştum: “Suriyelilerin kayıtlarına bakılırsa yüzde 70’e yakını Mîsak-ı Millî sınırları içinden gelmiş. Eğer gücümüz yetseydi, Mîsak-ı Millî’yi gerçekleştirebilseydik şu an ‘mülteci’ dediklerimizle aynı ülkenin vatandaşı olmayacak mıydık?”
Ne dersiniz, biraz gerçekçi düşündüğümüz zaman karşımıza çıkan gerçek bu değil mi? Sadece bugüne kadar değil, tarihe bakarak düşündüğümüz zaman karşımıza çıkan gerçek, bu sorunun cevabı değil mi? Çanakkale Savaşları’nda tuttuğumuz cephemiz bu sorunun cevabı değil mi? Siyâsî hırslarımızla, ideolojik saplantılarımızla değil, tarihî gerçeklerle yüzleştiğimiz zaman, bugün Suriyeli kardeşlerimize karşı böylesi keskin bir şekilde karşı duruş göstermenin doğru olmadığını söylemek zor mu?
Elimizi vicdanınıza koyalım sevgili dostlar, kendi düşüncelerimizi geçmişimize, tarihimize ve kültürümüze göre eleştirebilir ve belki dünden daha geride görebiliriz ama bugünkü dünya düzeninde hâlâ Ordumuzun doğrudan savaşabileceğini ve milletimizin çok rahat zafer kazanabileceği bir gerçektir. Şu an bu coğrafyada savaşabilecek ve zafer kazanabilecek tek ordu ve tek millet biziz. Ki o küreselci sapkın akım, zaten bunu engellemek veya durdurmak için çalışıyor.
Sömürgecileri hiç bu kadar hazırlıksız yakalama şansımız yok arkadaşlar, kendimizi kandırmayalım. O gün bugün ise eğer, irade koyma zamanıdır! Yarın onları bu kadar hazırlıksız yakalayamayabiliriz. Daha dün önümüzde hiçbir engel yokken, bir de arkadan tutup çekenler olmasaydı, dün, işte bugündü aslında.
Mîsak-ı Millî, kapının eşiğidir. Mîsak-ı Millî, andımızdır, kırmızı noktamızdır. Tarihte Türk’ün ayak bastığı her yer bizim iddiamızdır. Dâvâmızdır, mefkûremizdir. Türk cihan hâkimiyeti mefkûresini vaki ve daim kılmak olmalıdır azmimiz ve gayretimiz. Üçüncü binyıl, inşallah Türklerin ve Müslümanların olacaktır, olmalıdır. Çünkü tam zamanıdır!
Allah’ın bizlere sunduğu bu fırsatı eğer değerlendiremezsek, sadece biz Türkler değil, tüm Müslüman dünyası kaybedecektir. Ki Müslüman dünyanın yıkılmaz kalesi olarak büyük Türk milleti adlandırılmıştır. Ne demişti rahmetli Sezai Karakoç? “Sakın kader deme, kaderin üstünde bir kader vardır/ Ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır/ Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır/ Yanmışsam, külümden yapılan bir hisar vardır…”
İşte bütün mesele budur!
Allah büyük Türk milletini bir sınava tâbi tutmaktadır. O sınav, işte kaderin üzerinde bir kader olduğu gerçeğidir. Bu sınavı başarıyla verirsek, bilin ki dünya Müslümanlarının, kimsesizlerin kimsesi biz oluruz. Aksi hâlde o fırsat başkalarının eline geçer. Bizlere bu fırsatı veren Allah’a ne kadar şükretsek azdır.
Bakınız, göç sorunu da bir sınavdır. Sonuçta, insanın yaşama hakkı sorunudur bu sorun. Yeryüzü bir evse, o evin sahibi biz miyiz? Hayır! Bizler emanetçiyiz. O nedenle insanların kimliklerine veya ırklarına bakarak yaşam haklarına karşı vicdansızlık yaparsak, hatırlayınız, kıyıya vuran Aylan Bebek gibi kardeşlerimizin maruz bırakıldığı tablonun sorumlusu biz oluruz. Aylan Bebeklerin yerine kendi evlatlarınızı koyarak düşünün! Göç sorunu, insanlık sorunudur.
Kavimler Göçü zamanındaki şartlar ile bugünkü şartlar aynı. O zamanlar Allah dünyayı öyle şekillendirmiş olabilir, bugünse böyle. O nedenle, üçüncü binyılda bir şeyler olmalı. Olmalı da…
Liderlik
Bu durumda şu sorumuzu tekrar edelim: Dünyayı liderler mi idare ediyor, dünyanın idarecileri mi? Yoksa liderleri, hani şu “üst akıl” dediğimiz lider idareciler mi idare ediyor?
Bakınız, her başbakan, her cumhurbaşkanı, her devlet başkanı lider değildir. Cumhurbaşkanı olmak başka, lider cumhurbaşkanı olmak bambaşkadır. Ne yazık ki, değişen dünya düzenine şekil vermeye çalışanlar ise kullanılan liderler değil, kullanılan başbakanlar yahut cumhurbaşkanlarıdır. Küresel emperyalizmin oyuncağı bunlardır.
Bugün Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın düşmanlarının bu çapta olmalarının ve Erdoğan’ın üzerine oynanan bunca oyunun nedeni de kullanılamayan bir iradeye sahip olmasıdır. Keza Rus lider Putin için de bunu söyleyebiliriz.
Ne yazık ki bugün dünyada lider eksikliği sorunu yaşanmaktadır. Çünkü liderin ardından yeni bir lider kolay kolay gelmemektedir. Var olanlar bu nedenle hedeftirler. Mevcut liderler, yaşamları sürerken haleflerinin önünü açmak için kılavuz olmak zorundadırlar. Çünkü lider fâni, devlet bakîdir.
Öyle ya, Yavuz Sultan Selim Han’ı anlamak için kendi çağına ve kendisinden önceki liderlerin ne yaptıklarına bakmamız gerekir. Fatih Sultan Mehmed Han’ı anlamak için kendisinden öncekilerin ne yaptıklarını anlamamız gerekir. Halife İkinci Abdülhamid Han’ı anlamak için kendi çağının şartlarını ve kendisinden önce “lider” unvanını kazanmamış ama liderlik kapasitesi olan insanların neler yaptıklarını görmemiz gerekir. Bunların her biri birer derstir.
Meselâ Mustafa Kemal Atatürk, döneminin lider adaylarından sadece biriydi. Ama ne oldu, şartlar gereğince güç onun eline geçti. Lider oldu. Hâkim oldu. Ülkeyi yönetti. Ya sonrası? Tablo ortada değil mi? Bugün hâlâ çekilen bunca zahmetin ve yaşanan sorunların merkezi, Atatürk sonrası gelen zihniyet değil mi?
Dâvâya hizmet
Çalıştığınız kurumun başındaki kişi iyi bir dâvâ adamı. Hani o kelimeyi sevmesem de, “bizden” deniyor ya, öyle olabilir. Ama büyük felâket alt tarafta!
Her sabah yaptığın toplantıdan çıktığın dakika, başta tesettür olmak üzere bütün değerlerine galiz küfrü sıradan hâle getiren sözde insan kılığındakiler seninle birlikteler. Üstelik Allah’a inanmamakla övünüyorlar. Onlarla hangi yolu kat edebilir, hangi samimiyeti inşâ edebilirsin? Ancak ısrarla onlarla çalışmaya devam ediyorsun. Kötü niyetlerini biliyorsun ama onlardan vazgeçmiyorsun. Peki, “Sen nasıl bir dâvâ adamısın?” diye sormazlar mı?
Arkadaş, senin mahallende millî ve manevî değerleri yüksek liyakat sahibi insanlar yok mu? Var. Vallahi var, billahi var! Ama senin gönlünde yok. O gönül kime âşık? Onlar sana benzedikleri için çalışmak istemiyorsun! Seni sevmeyeni, bırak sevmemeyi, sana küfredeni besliyor ve büyütüyorsun. Bu üzücü değil mi?
Her sabah yaptığın toplantıdan çıktığın dakika, başta tesettür olmak üzere bütün değerlerine galiz küfrü sıradan hâle getiren sözde insan kılığındakiler seninle birlikteler. Üstelik Allah’a inanmamakla övünüyorlar. Onlarla hangi yolu kat edebilir, hangi samimiyeti inşâ edebilirsin?
Sabır
Bu devlet an itibari ile 5 milyon memura, 15 milyon emekliye maaş ödüyor; EYT nedeniyle rakam 20 milyonlara yükselecek. Yaşadığımız gibi büyük bir deprem felâketi sonrası hiçbir devlet EYT Yasası gibi bir yasayı çıkarmaya tevessül dahi edemezdi. Lâkin yaşadığımız olumsuz süreçte her şeyden vareste olan, sorumsuz ve konforlu muhalefetin de popülist etkisinin varlığını unutmayalım.
“40 yaşında emekli olayım ama Avrupa gibi müreffeh bir seviyeye çıkarak yaşayalım. Villalarım, yatlarım, lüks araçlarım olsun, vergi vermeyeyim ama ABD ve Japonya gibi de gelişelim. Masa başında, kamuda rahat rahat çalışayım ama tarımda dünyanın en iyisi olalım. Hayvancılık ile uğraşamam ama Suriyeliler ve Afganlar gitsin” diyorsun da, sonra?
Eti sütü ucuz yiyelim. Savunma sanayiine gerek yok ama dünyanın en güçlü devleti biz olalım. Yerli araba yapmayalım ama ucuz arabaya binelim. Petrol aramayalım ama yakıtı ucuza alalım. Yol, köprü, hızlı tren, baraj, havaalanı yapmayalım ama beton olmasın, trafik olmasın… Böyle bir dünya var mı kardeşim?
Emekliye ikramiye verince, en büyük Erdoğan. Asgarî ücrete zam yapınca, en büyük Erdoğan. Depremzedelere konut yapınca, en büyük Erdoğan. Doğalgaz bedava olunca, en büyük Erdoğan. EYT onaylanınca en büyük Erdoğan. Bedava muayene olunca, en büyük Erdoğan. Bütün bunlar yapılınca her şey güzel ama KDV yüzde 18’den yüzde 20’ye çıkınca, “Vay efendim böyle olur mu?”. Erdoğan bol keseden dağıtırken sıkıntı yok, ama biraz zamlara dokununca “Yapma Tayyip Erdoğan!”, öyle mi? Biraz şükür be kardeşim şükür!
Az sabredin, nankör olmayın. Dünyanın hangi ülkesinde böyle bir zihniyet var? “Hep bana!” zihniyetiyle bu devlet nasıl ayakları üzerinde duracak?
Sevgili dostlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a güvenelim. O bizi ne zaman yarı yolda bıraktı? O bize verdiği hangi sözü yerine getirmedi? Dünyada başı dik ve alnı açık bir Türkiye gerçeği ortaya koymadı mı? Parayı bulursunuz ama devleti bir daha bulamazsınız!
Bugün dünyanın en çok konuştuğu lider, “Recep Tayyip Erdoğan”. En çok konuşulan ülke ise Türkiye. Yok mu bunun bir hikmeti?
Ne diyordu rahmetli Üstad Kadir Mısıroğlu: “Türkiye’de zengin yeraltı kaynakları var. Siz yeter ki zincirleri kırıp Ayasofya’yı açın, ondan sonra bir yerden doğalgaz, öbür yerden petrol fışkıracak, göreceksiniz!” Peki, ne olduğunu görüyoruz, değil mi? Duanın gücüne inandığınız zaman, biliniz ki başarırsınız.
Neden mi Recep Tayyip Erdoğan?
Her Türk evlâdının hayâli olan Turan Birliği’ni, Türk Devletleri Teşkilatı’nı kurduğu için… 45 senedir başımıza belâ olan PKK terör örgütünden ülkemizi temizleyip sınır ötesinde nefes aldırmadığı için… Suriye’de kurulacak olan Amerika destekli PYD terör örgütünü Fırat’ın batısına geçirmeyip onları püskürttüğü için… KKTC’nin 50 senelik su sorununu çözdüğü için… Yine KKTC ‘de Kapalı Maraş’ı açtığı için… 50 senedir Devlet’in her hücresine giren Fetullahçı terör örgütünü yerle bir ettiği için… Ülkemizi, başına karabasan gibi çöken suç örgütü liderlerinden kurtardığı için… CHP’nin yıllardır uyguladığı başörtüsü yasağını kaldırdığı için… “Yerli ve millî sanayi” deyip uçaklar, gemiler, silahlar, tanklar, füzeler, İHA’lar, SİHA’lar ve sayısız ürüne zemin açtığı için… Fatih’in kılıç hakkı olan Ayasofya Camiî’ni ibadete açtığı için… Türk Devleti’nin itibarını uluslararası alanda koruduğu için…
Recep Tayyip Erdoğan… Allah varlığını eksik etmesin! Ne mutlu değerini bilenlere! Ne mutlu 22 yılda Türkiye’nin nereden nereye geldiğini vicdanına sorup cevabını verenlere!
Biz, Tarık Bin Ziyad gibiyiz, gemileri yakmışız. Ya istiklâl, ya istiklâl, ya istiklâl! İstiklâlin dışında bir tek şeyimiz var, o da şehadet. Ama korkaklarla bu çetin yol yürünmez.
Peki, ne yapacağız? Millet olarak kararlı olacağız. Millet olarak uyanık olacağız. Millet olarak daima dikkatli olacağız. Eksiklikler olabilir, ama bilin ki -Evvel Allah- yükseliş dönemi başlamıştır. “Bu yükseliş döneminde benim de gönül katkım var” diyorsanız, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüküne omuz verelim.
Anlatılır ki, dervişin birine, “Her şeyimi kaybediyor gibi hissediyorum, içim hiç rahat değil” demiş biri. Derviş, “Ağaçlara bak” demiş, “Her yıl yapraklarını kaybediyorlar ama hâlâ ayaktalar. Sen sabret, şükret ve dua et!”. Mesele budur sevgili dostlar, sabredin, şükredin ve dua edin!
Millî Şair Mehmet Akif, “‘Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi’ desem, iki kazma kürek, iki de ırgat gerek/ Ancak… ‘Hadi gel yapalım şunu gene’ desen, bir Sinan, bir de Süleyman gerek” der. Ne kadar manidar değil mi?
Allah, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a uzun ömürler versin. “Bir Tayyip Erdoğan gerek” deme noktasına gelmeyelim.