BİR tarafta, Lokman
Suresi’nde, “İnsana da, anne babasına iyi
davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında
taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için)
insana şöyle emrettik: ‘Bana ve anne babana şükret’” diye bizi sarsması
gereken İlâhî emir, diğer yanda anne veya babasına iyi davranmayan evlâtlar…
Bir
tarafta, “Ana babaya, akrabaya,
yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa,
yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin” diyen Nisa Suresi’ndeki
Allah’ın çağrısı, diğer tarafta anne babasına ve akrabalarına iyilik değil
kötülük yapanlar, hor davrananlar, şiddet uygulayanlar...
Bir
tarafta, “Rabbin, anaya babaya iyi
davranmanızı kesin olarak emretti. Onlardan biri ya da ikisi senin yanında
ihtiyarlık çağına ulaşırsa, sakın onlara ‘Öf!’ bile deme, onları azarlama, onlara
tatlı ve güzel söz söyle!” diyen İsra Suresi’ndeki açık seçik emir, diğer
tarafta anne ve babasını huzur evlerine bırakan ve yıllarca yanlarına uğramayan,
değil “Öf!” bile dememek, anne babasını döven, eziyet eden, hakaret eden evlâtlar...
Bir
tarafta, “Erkeklerin kadınlar üzerinde,
kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır” diyen Bakara Suresi ayeti,
diğer tarafta sadece kendi hakkı-hukuku olduğunu sanan erkekler…
Bir
tarafta, “Mümin erkekler ve mümin kadınlar
birbirlerinin velileridirler” diyen Tevbe Suresi’ndeki müthiş ikaz, diğer
yanda birbirinin hakkını korumayan, cinsiyet ayrımcılığı üzerinden birbirlerine
haksızlık yapan kadınlar ve erkekler…
Bir
tarafta, “Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar,
Allah’ın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!” diyen Peygamberimizin
tavsiyesi, diğer tarafta yemeğin tuzunu, çayın şekerini, sigarasının külünü
bahane ederek eşine bağıran, çağıran, eşini döven erkekler…
Bir
tarafta “Zinaya yaklaşmayın, çünkü o pek
çirkindir ve kötü bir yoldur!” şeklindeki İsra Suresi’ndeki koruyucu ikaz,
diğer tarafta zinanın sadece kadına yasak olduğunu sanacak kadar kendilerini
özgür sanan ve “Erkeğiz, yaparız!”
diyerek cehlini savunan erkekler…
Bir
tarafta, “Hayırlınız, kadınlarına karşı
hayırlı olanlardır” şeklindeki Peygamberimizin sözü, diğer tarafta eşine
iyi, zarif, iltifatkâr davranmayı kılıbıklık sayarak nobranlığı, kabalığı, nezaketsizliği
marifet sanan erkekler...
Bir
tarafta, “Kadınlarını döven o kimseler,
sizin hayırlınız değildir” diyen Peygamberimizin açık ikazı, diğer yanda “Kocam değil mi, döver de, sever de”
diyen anlayış ve bu anlayışı istismar ederek kadınlarını dövmekten zevk duyan
erkekler…
Bir
tarafta yüze vurmayı yasaklayan Merhamet Peygamberi, diğer tarafta dayağın
Cennet işi olduğunu sanan ve “Bir tane
patlatacaksın, bak bir daha yapıyor mu?!” diyerek kız ve erkek çocuklarının
dövülmesine dinî kılıflar uyduran ümmeti…
Bütün
bu çatışan anlayışlar ve zihin karışıklıklarının sonucu olarak her gün duya
duya gözümüzün ve ruhumuzun alıştığı dayak, şiddet, taciz, tecavüz, cinayet,
intikam haberleri... Eskiden kötü işleri “Batı’nın
işleri” diyerek kendimizden uzak sanırdık. Artık kötü işlerin bazıları
bizim de işlerimiz oldu. Haber bültenleri bazen cinayet, tecavüz, kavga haberleri
bültenine dönüşüyor, her yerden can sıkıcı haberler geliyor. Evet, kötü işlerde
kendimizi -şimdilik- oransal olarak başka ülkelerden iyi görüyor olabiliriz,
ama zamanla bu bir avuntuya dönüşebilir.
Yozlaşma hızlı, öngörülemez ve yıkıcı bir süreçtir. Toparlanmalıyız. Ahlâk, salt bilgi değil yaşamdır, hayatın kendisidir. Yozlaşmamızın temelinde eşitsizlik, adaletsizlik, bilgisizlik, hurafeler, kapalılık-gizlilik gibi sebepler var. Sorun belli ise tedavi bellidir. Kendimizi tedavi etmeye, ıslah etmeye, onarmaya niyetimiz var mı?