GEÇTİĞİMİZ yıllarda hazır
giyim bu kadar yaygın değildi. Kıyafet, terzinin maharetli ellerine teslim
edilirdi. Önce diktirmek istediğiniz kıyafet konusunda ilk istişâreyi terzi ile
yapar, düşündüğünüz veya gördüğünüz modeli anlatırdınız. Terzi önce ölçünüzü
alır, ölçü defterine özenle yazar ve sonra size model, kumaş ve diğer
detaylarla ilgili önerilerini söylerdi. Müşteri ile terzi arasında geçen istişâreden
sonra kumaş mağazaları sizi beklerdi...
Mağazaya
girdiğinizde kumaş rulolarının dizili olduğu raflar sizi karşılardı. Kumaş sarılı
kartonların yassı olanlarına tanbur, silindir olanlarına “rulo” denir. Raflarda
şöyle bir göz gezdirdikten sonra satıcının da yönlendirmesiyle kumaş kestirilirdi.
Bazı dükkân sahipleri, olur da kumaşın eğrisi çıkarsa diye üç beş santim fazla
ölçüyle keser ki müşteri zorda kalmasın…
Bunları
nerden mi biliyorum? Açıkçası kıyafet diktirmek adına terziye çok gidip
gelmişliğim yoktur, lâkin “Sanata saygı, insana saygı” ifadesini çerçeveletip dükkânının
baş köşesine asmış ve bu mottoyu kendine şiar edinerek erkek gömlek dikimi
üzerine yıllarını vermiş bir zanaatkâr babanın kızıyım. Gömleklerin tılsımı
sanırım bu mottoda gizliydi. Babamın yaptığı iş zanaat olsa da, o aslında sanatçı
zanaatkâr… Çünkü yaptığı işte estetik ve yaratıcılık, onun olmazsa olmazı.
Genelde
okul çıkışı, soluğu babamın yanında alırdım. İşini yaparken babamı izlemekten
çok keyif alırdım. Gelen müşterilerle birkaç muhabbetli kelâmdan sonra, iş,
beden ölçülerini almaya gelirdi. Hazırlıklıydı, boynunda mezurası hep asılı
dururdu. Ölçü alma işlemine başlarken, “Şimdiden hayırlı olsun” demeyi ihmâl
etmezdi. Gelen müşterilerin ölçülerini çoğunlukla ölçü defterine ben yazardım. Öyle
maharet gerektiren bir iş değil benim yaptığım, zaten ölçü defterinin üzerinde
yan yana sıralanmış kare kutucuklar var. Tek yapmam gereken, söylenen ölçüleri
sırayla yazmaktı. Ama sırasını karıştırsam da çok sorun olmazdı, babam bilirdi
onların nerenin ölçüleri olduğunu. Çünkü bu mesleği yıllardır icra eden bir
sanatçı zanaatkârdı.
Müşteriyi yolcu ettikten sonra, kesim masasının başına dönerdi yeniden. Kumaşı eliyle düzelterek serip ütüledikten sonra da boynundaki mezura ile ölçüleri işaretlemek için kurşun kalemle -fazla bastırmadan- küçücük noktalar koyardı. Çok bastırırsa kalemin ucu kumaşta iz bırakırmış. Öyle der babam. Daha sonra bu noktaları çizgi taşı ile çizerek birleştirirdi. Kendinden başkasının kullanmasına izin vermediği makasıyla, çizmiş olduğu çizgilerden kestiği kumaşı katlar, masanın kenarına koyardı. Böylece dikime gitmek üzere gömleğin ilk aşaması tamamlanmış olurdu. Dikmeyi ustasından öğrenmiş, fakat benim görmüş olduğum dönemde, artık kendisi dikim yapmıyordu şimdilerde yaptığı gibi. Dikim işlemini, sanatı öğretip yetiştirdiği çalışanlarına devretmişti artık.
İnsan
neden giyinir?
Bu
sanat yolculuğundan kısa bir kesiti sizlerle paylaşırken diğer taraftan da
merak ettiklerim var: Meselâ, neden giyiniyoruz?
“İnsanlar
neden giyinirler?” sorusunun cevabı olarak pek çok faktörün etkili olduğu
görülür. Hepimizin bildiği gibi insan çıplak doğar ve doğar doğmaz ilk yapılan
eylem, bebeği bir battaniye ile sarıp sarmalamaktır. Bu eylemin amacı, bebeği
gerek soğuk veya sıcaktan korumak, gerekse örtünme duygusunun getirdiği
düşüncedir. Bu iki husus Kur’ân-ı Kerîm’de, insana örtünmesi ve ayrıca bir süs
ve güzellik unsuru olarak elbise malzemesinin verildiği, çıplaklığın hayâ
duygusunu ve takvâyı gidereceği bildirilmiştir (A’raf, 26-27 ve 31). Ayrıca
elbisenin soğuk ve sıcağa karşı vücûdu koruyan bir nimet olduğu belirtilmiştir
(Nahl, 81).
İnsanlara
mahsus bir özellik olan giyinmek, cinsiyetin tanımlanmasına yardımcı olmasına
ilâveten, bir topluma ait olduğunuzun göstergelerindendir. Birçok dünya ülkesinin
insanlarını kıyafetlerinden ayırt edebiliriz. Canlı ya da televizyon
ekranlarından izleyenleriniz vardır mutlaka, 23 Nisan kutlamaları için ülkemize
gelen misafir çocuklar, gösterilerini genellikle kendi ülkelerine has
kıyafetleri ile sergilerler. Sâdık bir 23 Nisan kutlaması izleyicisiyseniz,
henüz anons edilmeden kıyafetlerine bakarak hangi ülkenin olduğunu anlarsınız.
Diğer
bir yönüyle elbise, yaptığımız işin belirleyicisidir. Örneğin doktor, hemşire,
polis, itfaiye, askerseniz, kıyafetlerinizden bilineceği için fazla söze gerek
kalmaz. İnsanların mesleklerine göre giyinmediklerinde bilgilerini ispat
etmeleri daha zor oluyormuş. Yine hoş görünmek, sosyal statü ve başkalarını
etkilemek de giyinme nedenleri arasında kendine yer bulanlardan…
Nasıl
giyindiğimiz ne kadar önemli?
Giyinmek,
insanın toplum içinde kendini ifade etme yollarından biridir ve sözsüz
iletişimin en güçlü kaynağıdır. İşin acı tarafı, sözsüz iletişimi ancak
deneyimleyerek öğrenmek durumundayız. İnsanın giyim tarzı, hayata bakış açısı
ve düşünce üslûbunu ortaya koyar. Girdiğimiz ortamda kıyafetlerimiz kişisel
markamızın vitrini olarak bizden çok önce iletişim kurmaya başlar. Çevreye
vermek istediğimiz mesajı iletebilecek en güçlü araçlardan biridir. Giyimin ilk
izlenim üzerinde ne denli büyük etkisi olduğunu Mevlâna Celâleddin-i Rûmî’nin,
“İnsan kıyafetleri ile karşılanır, ilmiyle ağırlanır, ahlâkıyla uğurlanır”
sözünden anlayabiliriz. Ayrıca bu söz, kıyafetin öneminin 1200’lü yıllarda da
var olduğunun delilidir.
Kıyafetlerin
karşımızdaki kişide bıraktığı etkinin hâricinde, giyen kişiler üzerinde de bazı
etkileri vardır. Psikologlar bu durumu “giyilmiş algı” olarak tanımlıyorlar.
Kıyafet, onu giyen kişinin psikolojik sürecini ve davranışlarını etkilemekte. Örneğin
yazı yazmaya başlarken insanın üzerine, kendini içinde iyi hissettiği bir
kıyafeti giyerek başlaması gibi...
Bunların
hâricinde, giyim konusunda kulak âşinâsı olduğumuz iki ifade var: “Kendine
yakışanı giymek” ve “yerine göre giyinmek”… Yukarıda da ifade ettiğim gibi, sözsüz
iletişimin deneyimleyerek öğrenilmesi en çok da bu alanlarda kendini belli
eder. Bu iki ifadenin hakkını teslim etmek zor olandır, fakat olmaz değildir. Yerine
göre ve yakışanı giyebilmek için giyim seçimini etkileyen etmenleri bilmek
gerekir. Bunlardan yaşa göre giyinmek, giyim seçiminde önemli etkenlerden
biridir. Kendine yakışanı giymek konusu burada devreye girmeye başlar. Her
yaşın kendine özgü bir güzelliği ve giyim tarzı olduğundan, kişi bu özellikleri
dikkate alarak giyinmelidir.
Vücût
özelliğine göre giyinmek de kendine yakışan giyimin belirleyicilerindendir.
Kişinin, kıyafetlerinde uygun olan rengi, deseni, kumaş cinsi, kesimi
seçebilmesi için vücût özelliğini ve tipini bilmesi şarttır. Bütünü oluşturabilmek
adına enstrümanların doğru şekilde bir araya getirilip yönetilmesi gerekir.
Sosyal
statüye göre giyinmek bakımından, toplumsal hayatın her alanında insan,
giyimlerine dikkat etmelidir. Çalışan biri iş yeri şartlarını dikkate alarak
giyinmeli ki bunun zorunlulukları vardır. Kıyafet iyi bir tavsiye mektubu ise, insan
giyim seçimlerinde olabildiğince zevkli, nazik, ağırbaşlı ve izlenimlerini
karşı tarafa yansıtacak şekilde giyinmeye özen göstermeli, kendi kimlik ve
kültürünü karşı tarafa yansıtabilmelidir.
İçinde
bulunduğu çevre veya katılacağı ortama göre giyinmek konusu da giyim seçimini
etkileyen etmenler arasında önemli yere sahiptir. Çevreye uygun giyinilmediği
takdirde görüntü rahatsız edici olur ve tepki alması kaçınılmazdır. İyi ve yerine
göre giyinmekten bahsediyor olmak için insan neyi, nerede ve nasıl giyeceğini
bilmek zorundadır. Günün farklı saatlerinde giyilecek giysilerin farklı olmalarının
gerekliliği gibi, kıyafet, gidilecek yere göre de seçilmelidir.
Buraya
kadar hep kalıplaşmış maddelerden yola çıkarak giyim konusunda çıkarımlarda
bulunduk, ya “Kafama göre giyinmek istiyorum” dersem, ne olacak? Ya ben etek-ceket
takım giymekten hoşlanmıyor, hareketimi kısıtlayan giysileri giymek
istemiyorsam? Ya hep aynı kombinle dolaşmak istiyorsam? Olamaz mı? “‘Her gün
aynı kıyafeti giyerek ‘kapsül dolap’ sistemine geçiş mi yapsam?’ dediğim
zamanlar oluyor” diyenlerin hepsini anlıyor ve onlara hak veriyorum. Yalnız,
birçoğumuz “Kafama göre giyiniyorum” dese de, aslında kafamıza göre
giyinmiyoruz. Alışverişimizin bir noktasında muhakkak etkilendiğimiz bir olay,
kişi veya bir resim var. Farkına varalım ya da varmayalım.
Tam
bu noktada, etkisi altında kaldığımız her neyse, sonucu önemli kılan, maddî-mânevî
değerlerimize, kültürümüze, ailemize uygunluğu ve görsel kıyafetimizle sözsel
düşüncelerimizin uyum içinde olması... Kıyafetlerimiz temsil ettiğimiz değerlerden
uzaklaşmış durumdaysa, seçimlerimizi bir kez daha gözden geçirmek, yerinde bir
karar olur. Kıyafetlerimizin kimliklerimizi sarsmamasına dikkat etmeliyiz. İyi
giyinmek güzel, fakat kıyafetlerimiz davranışlarımızla birleşince daha da
anlamlı!
“Tarz”
denilen şekil şemail işi, zevklerin dışarı yansımasından çok daha ötesi.
Aslında hayattaki duruş ve içinde kişilik, hayat felsefesi ve özgüven
kelimeleri mevcût... Değerliyiz ve birey olarak kendimizi en güzel şekilde
ifade etmeyi hak ediyoruz. Doğarken hayata, tek olarak dünyaya geliyoruz. Sözsüz
iletişim yöntemi olarak kıyafetlerimiz önemli. Kıyafet seçimlerimizi yaparken
“siz”e uyumlu olmalı. Kıyafetin değerinizi belirlemesine izin vermek yerine,
bırakın, kıyafet “sizin” değerinizi yansıtsın. Giyinip aynaya baktığınız vakit gördüğünüz
kişi “sizseniz”, problem yok demektir. En azından ben böyle düşünüyorum.