Bir sözsüz iletişim yöntemi: Giyim

Doğarken hayata, tek olarak dünyaya geliyoruz. Sözsüz iletişim yöntemi olarak kıyafetlerimiz önemli. Kıyafet seçimlerimizi yaparken “siz”e uyumlu olmalı. Kıyafetin değerinizi belirlemesine izin vermek yerine, bırakın, kıyafet “sizin” değerinizi yansıtsın. Giyinip aynaya baktığınız vakit gördüğünüz kişi “sizseniz”, problem yok demektir.

GEÇTİĞİMİZ yıllarda hazır giyim bu kadar yaygın değildi. Kıyafet, terzinin maharetli ellerine teslim edilirdi. Önce diktirmek istediğiniz kıyafet konusunda ilk istişâreyi terzi ile yapar, düşündüğünüz veya gördüğünüz modeli anlatırdınız. Terzi önce ölçünüzü alır, ölçü defterine özenle yazar ve sonra size model, kumaş ve diğer detaylarla ilgili önerilerini söylerdi. Müşteri ile terzi arasında geçen istişâreden sonra kumaş mağazaları sizi beklerdi...

Mağazaya girdiğinizde kumaş rulolarının dizili olduğu raflar sizi karşılardı. Kumaş sarılı kartonların yassı olanlarına tanbur, silindir olanlarına “rulo” denir. Raflarda şöyle bir göz gezdirdikten sonra satıcının da yönlendirmesiyle kumaş kestirilirdi. Bazı dükkân sahipleri, olur da kumaşın eğrisi çıkarsa diye üç beş santim fazla ölçüyle keser ki müşteri zorda kalmasın…

Bunları nerden mi biliyorum? Açıkçası kıyafet diktirmek adına terziye çok gidip gelmişliğim yoktur, lâkin “Sanata saygı, insana saygı” ifadesini çerçeveletip dükkânının baş köşesine asmış ve bu mottoyu kendine şiar edinerek erkek gömlek dikimi üzerine yıllarını vermiş bir zanaatkâr babanın kızıyım. Gömleklerin tılsımı sanırım bu mottoda gizliydi. Babamın yaptığı iş zanaat olsa da, o aslında sanatçı zanaatkâr… Çünkü yaptığı işte estetik ve yaratıcılık, onun olmazsa olmazı.

Genelde okul çıkışı, soluğu babamın yanında alırdım. İşini yaparken babamı izlemekten çok keyif alırdım. Gelen müşterilerle birkaç muhabbetli kelâmdan sonra, iş, beden ölçülerini almaya gelirdi. Hazırlıklıydı, boynunda mezurası hep asılı dururdu. Ölçü alma işlemine başlarken, “Şimdiden hayırlı olsun” demeyi ihmâl etmezdi. Gelen müşterilerin ölçülerini çoğunlukla ölçü defterine ben yazardım. Öyle maharet gerektiren bir iş değil benim yaptığım, zaten ölçü defterinin üzerinde yan yana sıralanmış kare kutucuklar var. Tek yapmam gereken, söylenen ölçüleri sırayla yazmaktı. Ama sırasını karıştırsam da çok sorun olmazdı, babam bilirdi onların nerenin ölçüleri olduğunu. Çünkü bu mesleği yıllardır icra eden bir sanatçı zanaatkârdı.

Müşteriyi yolcu ettikten sonra, kesim masasının başına dönerdi yeniden. Kumaşı eliyle düzelterek serip ütüledikten sonra da boynundaki mezura ile ölçüleri işaretlemek için kurşun kalemle -fazla bastırmadan- küçücük noktalar koyardı. Çok bastırırsa kalemin ucu kumaşta iz bırakırmış. Öyle der babam. Daha sonra bu noktaları çizgi taşı ile çizerek birleştirirdi. Kendinden başkasının kullanmasına izin vermediği makasıyla, çizmiş olduğu çizgilerden kestiği kumaşı katlar, masanın kenarına koyardı. Böylece dikime gitmek üzere gömleğin ilk aşaması tamamlanmış olurdu. Dikmeyi ustasından öğrenmiş, fakat benim görmüş olduğum dönemde, artık kendisi dikim yapmıyordu şimdilerde yaptığı gibi. Dikim işlemini, sanatı öğretip yetiştirdiği çalışanlarına devretmişti artık.


İnsan neden giyinir?

Bu sanat yolculuğundan kısa bir kesiti sizlerle paylaşırken diğer taraftan da merak ettiklerim var: Meselâ, neden giyiniyoruz?

“İnsanlar neden giyinirler?” sorusunun cevabı olarak pek çok faktörün etkili olduğu görülür. Hepimizin bildiği gibi insan çıplak doğar ve doğar doğmaz ilk yapılan eylem, bebeği bir battaniye ile sarıp sarmalamaktır. Bu eylemin amacı, bebeği gerek soğuk veya sıcaktan korumak, gerekse örtünme duygusunun getirdiği düşüncedir. Bu iki husus Kur’ân-ı Kerîm’de, insana örtünmesi ve ayrıca bir süs ve güzellik unsuru olarak elbise malzemesinin verildiği, çıplaklığın hayâ duygusunu ve takvâyı gidereceği bildirilmiştir (A’raf, 26-27 ve 31). Ayrıca elbisenin soğuk ve sıcağa karşı vücûdu koruyan bir nimet olduğu belirtilmiştir (Nahl, 81).

İnsanlara mahsus bir özellik olan giyinmek, cinsiyetin tanımlanmasına yardımcı olmasına ilâveten, bir topluma ait olduğunuzun göstergelerindendir. Birçok dünya ülkesinin insanlarını kıyafetlerinden ayırt edebiliriz. Canlı ya da televizyon ekranlarından izleyenleriniz vardır mutlaka, 23 Nisan kutlamaları için ülkemize gelen misafir çocuklar, gösterilerini genellikle kendi ülkelerine has kıyafetleri ile sergilerler. Sâdık bir 23 Nisan kutlaması izleyicisiyseniz, henüz anons edilmeden kıyafetlerine bakarak hangi ülkenin olduğunu anlarsınız.

Diğer bir yönüyle elbise, yaptığımız işin belirleyicisidir. Örneğin doktor, hemşire, polis, itfaiye, askerseniz, kıyafetlerinizden bilineceği için fazla söze gerek kalmaz. İnsanların mesleklerine göre giyinmediklerinde bilgilerini ispat etmeleri daha zor oluyormuş. Yine hoş görünmek, sosyal statü ve başkalarını etkilemek de giyinme nedenleri arasında kendine yer bulanlardan…

Nasıl giyindiğimiz ne kadar önemli?

Giyinmek, insanın toplum içinde kendini ifade etme yollarından biridir ve sözsüz iletişimin en güçlü kaynağıdır. İşin acı tarafı, sözsüz iletişimi ancak deneyimleyerek öğrenmek durumundayız. İnsanın giyim tarzı, hayata bakış açısı ve düşünce üslûbunu ortaya koyar. Girdiğimiz ortamda kıyafetlerimiz kişisel markamızın vitrini olarak bizden çok önce iletişim kurmaya başlar. Çevreye vermek istediğimiz mesajı iletebilecek en güçlü araçlardan biridir. Giyimin ilk izlenim üzerinde ne denli büyük etkisi olduğunu Mevlâna Celâleddin-i Rûmî’nin, “İnsan kıyafetleri ile karşılanır, ilmiyle ağırlanır, ahlâkıyla uğurlanır” sözünden anlayabiliriz. Ayrıca bu söz, kıyafetin öneminin 1200’lü yıllarda da var olduğunun delilidir.

Kıyafetlerin karşımızdaki kişide bıraktığı etkinin hâricinde, giyen kişiler üzerinde de bazı etkileri vardır. Psikologlar bu durumu “giyilmiş algı” olarak tanımlıyorlar. Kıyafet, onu giyen kişinin psikolojik sürecini ve davranışlarını etkilemekte. Örneğin yazı yazmaya başlarken insanın üzerine, kendini içinde iyi hissettiği bir kıyafeti giyerek başlaması gibi...

Bunların hâricinde, giyim konusunda kulak âşinâsı olduğumuz iki ifade var: “Kendine yakışanı giymek” ve “yerine göre giyinmek”… Yukarıda da ifade ettiğim gibi, sözsüz iletişimin deneyimleyerek öğrenilmesi en çok da bu alanlarda kendini belli eder. Bu iki ifadenin hakkını teslim etmek zor olandır, fakat olmaz değildir. Yerine göre ve yakışanı giyebilmek için giyim seçimini etkileyen etmenleri bilmek gerekir. Bunlardan yaşa göre giyinmek, giyim seçiminde önemli etkenlerden biridir. Kendine yakışanı giymek konusu burada devreye girmeye başlar. Her yaşın kendine özgü bir güzelliği ve giyim tarzı olduğundan, kişi bu özellikleri dikkate alarak giyinmelidir.

Vücût özelliğine göre giyinmek de kendine yakışan giyimin belirleyicilerindendir. Kişinin, kıyafetlerinde uygun olan rengi, deseni, kumaş cinsi, kesimi seçebilmesi için vücût özelliğini ve tipini bilmesi şarttır. Bütünü oluşturabilmek adına enstrümanların doğru şekilde bir araya getirilip yönetilmesi gerekir.

Sosyal statüye göre giyinmek bakımından, toplumsal hayatın her alanında insan, giyimlerine dikkat etmelidir. Çalışan biri iş yeri şartlarını dikkate alarak giyinmeli ki bunun zorunlulukları vardır. Kıyafet iyi bir tavsiye mektubu ise, insan giyim seçimlerinde olabildiğince zevkli, nazik, ağırbaşlı ve izlenimlerini karşı tarafa yansıtacak şekilde giyinmeye özen göstermeli, kendi kimlik ve kültürünü karşı tarafa yansıtabilmelidir.

İçinde bulunduğu çevre veya katılacağı ortama göre giyinmek konusu da giyim seçimini etkileyen etmenler arasında önemli yere sahiptir. Çevreye uygun giyinilmediği takdirde görüntü rahatsız edici olur ve tepki alması kaçınılmazdır. İyi ve yerine göre giyinmekten bahsediyor olmak için insan neyi, nerede ve nasıl giyeceğini bilmek zorundadır. Günün farklı saatlerinde giyilecek giysilerin farklı olmalarının gerekliliği gibi, kıyafet, gidilecek yere göre de seçilmelidir.

Buraya kadar hep kalıplaşmış maddelerden yola çıkarak giyim konusunda çıkarımlarda bulunduk, ya “Kafama göre giyinmek istiyorum” dersem, ne olacak? Ya ben etek-ceket takım giymekten hoşlanmıyor, hareketimi kısıtlayan giysileri giymek istemiyorsam? Ya hep aynı kombinle dolaşmak istiyorsam? Olamaz mı? “‘Her gün aynı kıyafeti giyerek ‘kapsül dolap’ sistemine geçiş mi yapsam?’ dediğim zamanlar oluyor” diyenlerin hepsini anlıyor ve onlara hak veriyorum. Yalnız, birçoğumuz “Kafama göre giyiniyorum” dese de, aslında kafamıza göre giyinmiyoruz. Alışverişimizin bir noktasında muhakkak etkilendiğimiz bir olay, kişi veya bir resim var. Farkına varalım ya da varmayalım.

Tam bu noktada, etkisi altında kaldığımız her neyse, sonucu önemli kılan, maddî-mânevî değerlerimize, kültürümüze, ailemize uygunluğu ve görsel kıyafetimizle sözsel düşüncelerimizin uyum içinde olması... Kıyafetlerimiz temsil ettiğimiz değerlerden uzaklaşmış durumdaysa, seçimlerimizi bir kez daha gözden geçirmek, yerinde bir karar olur. Kıyafetlerimizin kimliklerimizi sarsmamasına dikkat etmeliyiz. İyi giyinmek güzel, fakat kıyafetlerimiz davranışlarımızla birleşince daha da anlamlı!

“Tarz” denilen şekil şemail işi, zevklerin dışarı yansımasından çok daha ötesi. Aslında hayattaki duruş ve içinde kişilik, hayat felsefesi ve özgüven kelimeleri mevcût... Değerliyiz ve birey olarak kendimizi en güzel şekilde ifade etmeyi hak ediyoruz. Doğarken hayata, tek olarak dünyaya geliyoruz. Sözsüz iletişim yöntemi olarak kıyafetlerimiz önemli. Kıyafet seçimlerimizi yaparken “siz”e uyumlu olmalı. Kıyafetin değerinizi belirlemesine izin vermek yerine, bırakın, kıyafet “sizin” değerinizi yansıtsın. Giyinip aynaya baktığınız vakit gördüğünüz kişi “sizseniz”, problem yok demektir. En azından ben böyle düşünüyorum.