Bir soluk ile iki adım arası seçimler

Yol, vuslatı saklar göz bebeklerinde. Bazı zamanlardan geçip öyle yoğun olayların içinde yürünür, hediyesi istikamet üzere yürüyene kemâle ermişlik olur. Duçar olunan sıkıntı yüreği kâh döve döve, kâh büke büke akıp giden zamanda, zamanın durağanlığını yaşatır.

“HAYATI nasıl tanımlarsın?” diye sorsalar, hiç şüphesiz, “Hayat yoldur” diye cevap veririm. Öyle asfalt, stabilize, patika yol değil. Bir ritim, bir istikamet, bir varış... Belki de bir hissediş, bir arayış, varoluş... “Her yol adımla mı yürünür?” derseniz, “Yürüyeceğin yolda gizlidir” derim. Akılla, vicdanla, merhametle yürünen yollarda belki ayak izi yoktur fakat parmak izleri daha çok etki bırakır üzerinde.

Yokluktan varlık bulan, evrende bir yer tutan, sabit veya hareketli, canlı cansız tüm varlıklar bir yol ve yolcu gerçeğidir aslında. Bir soluk, iki adımlık yer tutabilmek için dünya mekânına ulaşan insan, evvelâ kendini var etmek yolunda atar ilk adımlarını güçsüz, dengesiz ve zayıf basışlarla. Her adım bir öncekinin yetersizliğini ve de tecrübesizliğini onararak diğerine alan açmak içindir aslında. Kuvvet buldukça, emin oldukça adımlar sağlamlaşır, yürüyecek alanlar belirler kendine.

Fizikî anlamda adımlanarak veya iç âleminde hissedilerek yaşanan her türlü eylemin bir gayesi, ulaştıracağı bir menzili mutlaka vardır. Ondandır ki, aldığımız her karar, kuşandığımız her duruş ve yaptığımız her tercih, “yol” diye adlandırdığımız, hayata karşı takındığımız tavır bağlamında bize taraf belirler ve artık her eylemimizi bu eksende konumlanarak gerçekleştiririz. İşte böylece belirleriz hangi yola ayak izimizi basıp hangi karara parmak izimizi vuracağımızı.

Yaşam döngüsü içerisinde inanarak ya da inkâr ederek, merak ederek ya da gözlerimizi kapatarak, duyguların merkezine konumlanıp anlamlar arayarak ya da içinde bulunduğu kusursuz sistemi “Aman sen de!” aldırmazlığıyla öteleyerek tamamlarız yolumuzu ve yolculuğumuzu.

“Farkı var mıdır?” derseniz… Yolcunun yolda aradığı, kendisinde bulmaya çalıştığıyla aynı düzlemdedir bir bakıma. Örneğin, farkındalığıyla derinlerde keşfe koyulur veya sığ sularda sadece soluk alıp vererek zaman doldurur. İşte bu da insanın varlığı, bu varlıkta kendini okuma ve anlama niteliğini koyar ortaya...

Sadece insan için midir yol? Hayvanat, nebatat, ay, güneş, deniz ve rüzgâr... Hepsi de bir maksadın hâsıl olması için hayat bulacak olayların gerçekleşmesi hükmüyle o yolu yürür. Allah, İlâhî Kelâmında yeryüzünü sabitlemek için dağları birer kazık gibi çaktığını anlattığında, Nur dağı, vahyin Cebrail’den Resul-i Zîşan!a ulaşacağı gün için küfre bulanmış beldede, dirilişin bağrından yükseleceği günün yolunu yürüdü, yürüdü ve ismiyle müsemma, oradan kâinata o kutlu “nur” yayıldı. Tur-i Sina, Rabbin cemaline dayanmayıp paramparça olacağı hükmüyle Hazreti Musa’nın ona varacağı zamanın yolunu yürüdü ve yol, beklemekle maksadına ulaştı.

Yol bir seçimdir aslında. Her seçim ise bir sonuca götürür sistemin olağan akışında. Hırsların, tutkuların ve de en önemlisi “ben”lik duygusunun devleşen hâkimiyetinde, aklın devre dışı bırakıldığı seçimler her zaman hüsran, yenilgi ve kaçınılmaz bir kaybedişe doğru sürükler yürüyenin sonunu.

Firavun’un nefsinden neşet eden “ilâhlık” iddiası ve inkâr taşlarıyla döşediği yolu tüm zamanlarda yankı bulacak, “zalim” mührünü isminin üzerine vurup Kızıldeniz’e yürüdüğünde, yol bu defa reddedişin azgın coşkusu, “hiç”liğe giden yolda insanlığa ibret vesikası olacaktır.

Kâinata bakıldığında âlemler ve âlemlerde hayat bulmuş cümle mahlûkatın varlığı değişmez ve sistematik şekilde devam eden bir yol izler. Gonca gül olmak için yol yürür, bulut yağmur olmak için... Tohum fidan, cenin insan olmak için... Bahar güzü, yaz kışı bulmak için... Asla gafil değil! Bilerek ve razı olarak... Gonca gül olunca solacağını, yaz renklerini yitirip savrulacağını bilerek hazana yürür. Bulut ak/pak hâlinin kurşunilere boyanacağını, şimşeklerin öfkesi ve gök gürültüsünün dehşetinden sakınmadan bir damla rahmete dönüşmek için serkeş rüzgârların arasından geçerek yürür yolunu.

Gece gündüz olmak için karanlığa bürünüp râz âleminde yürür, gündüz akıbetinin karanlık olacağını bilse de ışığını esirgemeden batacağı istikâmete itaatle süzülür.

Bir günlük ömrün kanatlarını çırpar kelebek aldırmadan daralan zamanına. Yol, bir gün doğumu ve batımı arası taksim edilmiştir ona. Ne önemi var! O bir gecelik ömür yolu için lûtfedilen renkler ve nakışlarla şükrünün edasını yapar gibi her çiçeğe bir rikkat ziyareti, kâinata Rabbin sanatının izini seyrettirir zarif ve ürkek kanat çırpışlarıyla...

Yol, yolcusunu bulur bir şekilde. Yola koyulup da iz bulamayan, yolcu olup da hedefe varamayan olmuş mudur ki? Yol ve yolcu gerçeği suyun akması, rüzgârın esmesi kadar tabiî ve zarurî bir durumdur. Fikretmesidir yolcunun en büyük azığı. Var mıdır ufak bir fikir kırıntısı olmadan, kendisine bir istikamet belirlemeden yaşamına devam eden acaba? Hatta fikirsiz olmak bile var olan fikirlere tâbi olmamanın fikrini savunmak değil midir aslında? Bundandır ki yol, yolcusunu bulana kadar, insan da yoluna karar kılana kadar önce kendisinin talimini yapar.

Yol, sonu ne olursa olsun, razı olmak istikametinde yürünür birçok zamanda. Kadın anne olmak üzere yürürken, bir can için alevin etrafında dönen pervane misali, yanar da yine razı olur bu hara. İnsan bilir gençliğin, güzelliğin, kuvvetin gideceğini; bile bile yürür ömür yolunu hiç bitmeyecek bir heyecanla. Farkında değildir birçoğu yenileceğinin “zaman” denen kudretli rakibinin karşısında. Ondandır beyhude arayışların, mesnetsiz savunmaların dehlizlerinde ulaşamamaları ışığa.

Yol, vuslatı saklar göz bebeklerinde. Bazı zamanlardan geçip öyle yoğun olayların içinde yürünür, hediyesi istikamet üzere yürüyene kemâle ermişlik olur. Duçar olunan sıkıntı yüreği kâh döve döve, kâh büke büke akıp giden zamanda, zamanın durağanlığını yaşatır. Bir inşirahın ferahlığına açılacak kapılarla karşılar sabır ve teslimiyet adımlarında. İşte bu yol, hâl içinden hâller ikram edip yeni doğuşlar bahşeder daralan her soluğa!

Bir yol ki, tüm izahların üstünde. Kâinat bu yolu ve beklediği yolcuyu izlerken sonsuz bir hûşû içinde. Zaman, yapılan tüm hesapları silerken üzerine vurulan tarihleri sıfırlayıp kendini tekrardan sarıyor başa. Atılan adımlarda her bir kum zerresi sonsuz şükürde. Mekân yolcularını taşırken sükûn devrimlerin kaydını tutuyor. Zulmün sinesini ezen ayak izleri, usul usul hakikat dağının zirvesine tırmandırıyor. Mutmain olmuş gönüller katre katre başka kalplerde yer buluyor. İmanı kuşanan her bedenin adımladığı o ıssız sahra ziyasını menziline tutmuş, emin olma ve emaneti muhafaza etme yüküyle kapanmayacak o yolu açıyor.

Yol, kâinatın takdir edilmiş düzeni; istikameti ise insanın tercihidir aslında. Varlığa bürünmüşsek bu dünyada, pek tabiî yürüyeceğiz bir yolda. Yürüyenlerden kimi hakka, kimi bâtıla... Aslolansa neden yürüdüğünü bilmektir her adımı attığında. Rabbin yaratma maksadı yolun hak olan tarafından, haktan hakikate ulaşıp ve o hakikatte Rabbini bilerek “yol”un mahiyetini kavramaktır aslında...

“Yol” ve “yolcu” hâllerinden hareketle yolun aslı olan sırat-ı müstakîm (apaçık ve dosdoğru yol), Rabbin buyurduğu, Allah Resûlünün rehberlik ettiği, felah, refah ve kurtuluşu müjdeleyen, ebedî hayatta mükâfatlarla karşılayacak olan tek hakikî yol, bu yolda yürüyenler ise yolda izini kaybetmeyecek âlemin yolculardır.