
“HAYATI nasıl tanımlarsın?”
diye sorsalar, hiç şüphesiz, “Hayat yoldur” diye cevap veririm. Öyle asfalt,
stabilize, patika yol değil. Bir ritim, bir istikamet, bir varış... Belki de
bir hissediş, bir arayış, varoluş... “Her yol adımla mı yürünür?” derseniz, “Yürüyeceğin
yolda gizlidir” derim. Akılla, vicdanla, merhametle yürünen yollarda belki ayak
izi yoktur fakat parmak izleri daha çok etki bırakır üzerinde.
Yokluktan
varlık bulan, evrende bir yer tutan, sabit veya hareketli, canlı cansız tüm
varlıklar bir yol ve yolcu gerçeğidir aslında. Bir soluk, iki adımlık yer
tutabilmek için dünya mekânına ulaşan insan, evvelâ kendini var etmek yolunda
atar ilk adımlarını güçsüz, dengesiz ve zayıf basışlarla. Her adım bir
öncekinin yetersizliğini ve de tecrübesizliğini onararak diğerine alan açmak
içindir aslında. Kuvvet buldukça, emin oldukça adımlar sağlamlaşır, yürüyecek
alanlar belirler kendine.
Fizikî
anlamda adımlanarak veya iç âleminde hissedilerek yaşanan her türlü eylemin bir
gayesi, ulaştıracağı bir menzili mutlaka vardır. Ondandır ki, aldığımız her
karar, kuşandığımız her duruş ve yaptığımız her tercih, “yol” diye adlandırdığımız,
hayata karşı takındığımız tavır bağlamında bize taraf belirler ve artık her
eylemimizi bu eksende konumlanarak gerçekleştiririz. İşte böylece belirleriz
hangi yola ayak izimizi basıp hangi karara parmak izimizi vuracağımızı.
Yaşam
döngüsü içerisinde inanarak ya da inkâr ederek, merak ederek ya da gözlerimizi kapatarak,
duyguların merkezine konumlanıp anlamlar arayarak ya da içinde bulunduğu
kusursuz sistemi “Aman sen de!” aldırmazlığıyla öteleyerek tamamlarız yolumuzu
ve yolculuğumuzu.
“Farkı
var mıdır?” derseniz… Yolcunun yolda aradığı, kendisinde bulmaya çalıştığıyla
aynı düzlemdedir bir bakıma. Örneğin, farkındalığıyla derinlerde keşfe koyulur
veya sığ sularda sadece soluk alıp vererek zaman doldurur. İşte bu da insanın
varlığı, bu varlıkta kendini okuma ve anlama niteliğini koyar ortaya...
Sadece
insan için midir yol? Hayvanat, nebatat, ay, güneş, deniz ve rüzgâr... Hepsi de
bir maksadın hâsıl olması için hayat bulacak olayların gerçekleşmesi hükmüyle o
yolu yürür. Allah, İlâhî Kelâmında yeryüzünü sabitlemek için dağları birer
kazık gibi çaktığını anlattığında, Nur dağı, vahyin Cebrail’den Resul-i Zîşan!a
ulaşacağı gün için küfre bulanmış beldede, dirilişin bağrından yükseleceği
günün yolunu yürüdü, yürüdü ve ismiyle müsemma, oradan kâinata o kutlu “nur” yayıldı.
Tur-i Sina, Rabbin cemaline dayanmayıp paramparça olacağı hükmüyle Hazreti Musa’nın
ona varacağı zamanın yolunu yürüdü ve yol, beklemekle maksadına ulaştı.
Yol
bir seçimdir aslında. Her seçim ise bir sonuca götürür sistemin olağan akışında.
Hırsların, tutkuların ve de en önemlisi “ben”lik duygusunun devleşen hâkimiyetinde,
aklın devre dışı bırakıldığı seçimler her zaman hüsran, yenilgi ve kaçınılmaz
bir kaybedişe doğru sürükler yürüyenin sonunu.
Firavun’un
nefsinden neşet eden “ilâhlık” iddiası ve inkâr taşlarıyla döşediği yolu tüm
zamanlarda yankı bulacak, “zalim” mührünü isminin üzerine vurup Kızıldeniz’e
yürüdüğünde, yol bu defa reddedişin azgın coşkusu, “hiç”liğe giden yolda
insanlığa ibret vesikası olacaktır.
Kâinata
bakıldığında âlemler ve âlemlerde hayat bulmuş cümle mahlûkatın varlığı
değişmez ve sistematik şekilde devam eden bir yol izler. Gonca gül olmak için
yol yürür, bulut yağmur olmak için... Tohum fidan, cenin insan olmak için...
Bahar güzü, yaz kışı bulmak için... Asla gafil değil! Bilerek ve razı olarak...
Gonca gül olunca solacağını, yaz renklerini yitirip savrulacağını bilerek
hazana yürür. Bulut ak/pak hâlinin kurşunilere boyanacağını, şimşeklerin öfkesi
ve gök gürültüsünün dehşetinden sakınmadan bir damla rahmete dönüşmek için
serkeş rüzgârların arasından geçerek yürür yolunu.
Gece
gündüz olmak için karanlığa bürünüp râz âleminde yürür, gündüz akıbetinin
karanlık olacağını bilse de ışığını esirgemeden batacağı istikâmete itaatle
süzülür.
Bir
günlük ömrün kanatlarını çırpar kelebek aldırmadan daralan zamanına. Yol, bir
gün doğumu ve batımı arası taksim edilmiştir ona. Ne önemi var! O bir gecelik
ömür yolu için lûtfedilen renkler ve nakışlarla şükrünün edasını yapar gibi her
çiçeğe bir rikkat ziyareti, kâinata Rabbin sanatının izini seyrettirir zarif ve
ürkek kanat çırpışlarıyla...
Yol,
yolcusunu bulur bir şekilde. Yola koyulup da iz bulamayan, yolcu olup da hedefe
varamayan olmuş mudur ki? Yol ve yolcu gerçeği suyun akması, rüzgârın esmesi
kadar tabiî ve zarurî bir durumdur. Fikretmesidir yolcunun en büyük azığı. Var
mıdır ufak bir fikir kırıntısı olmadan, kendisine bir istikamet belirlemeden
yaşamına devam eden acaba? Hatta fikirsiz olmak bile var olan fikirlere tâbi olmamanın
fikrini savunmak değil midir aslında? Bundandır ki yol, yolcusunu bulana kadar,
insan da yoluna karar kılana kadar önce kendisinin talimini yapar.
Yol,
sonu ne olursa olsun, razı olmak istikametinde yürünür birçok zamanda. Kadın
anne olmak üzere yürürken, bir can için alevin etrafında dönen pervane misali,
yanar da yine razı olur bu hara. İnsan bilir gençliğin, güzelliğin, kuvvetin
gideceğini; bile bile yürür ömür yolunu hiç bitmeyecek bir heyecanla. Farkında
değildir birçoğu yenileceğinin “zaman” denen kudretli rakibinin karşısında.
Ondandır beyhude arayışların, mesnetsiz savunmaların dehlizlerinde
ulaşamamaları ışığa.
Yol,
vuslatı saklar göz bebeklerinde. Bazı zamanlardan geçip öyle yoğun olayların
içinde yürünür, hediyesi istikamet üzere yürüyene kemâle ermişlik olur. Duçar
olunan sıkıntı yüreği kâh döve döve, kâh büke büke akıp giden zamanda, zamanın durağanlığını
yaşatır. Bir inşirahın ferahlığına açılacak kapılarla karşılar sabır ve
teslimiyet adımlarında. İşte bu yol, hâl içinden hâller ikram edip yeni
doğuşlar bahşeder daralan her soluğa!
Bir
yol ki, tüm izahların üstünde. Kâinat bu yolu ve beklediği yolcuyu izlerken
sonsuz bir hûşû içinde. Zaman, yapılan tüm hesapları silerken üzerine vurulan
tarihleri sıfırlayıp kendini tekrardan sarıyor başa. Atılan adımlarda her bir
kum zerresi sonsuz şükürde. Mekân yolcularını taşırken sükûn devrimlerin
kaydını tutuyor. Zulmün sinesini ezen ayak izleri, usul usul hakikat dağının
zirvesine tırmandırıyor. Mutmain olmuş gönüller katre katre başka kalplerde yer
buluyor. İmanı kuşanan her bedenin adımladığı o ıssız sahra ziyasını menziline
tutmuş, emin olma ve emaneti muhafaza etme yüküyle kapanmayacak o yolu açıyor.
Yol,
kâinatın takdir edilmiş düzeni; istikameti ise insanın tercihidir aslında.
Varlığa bürünmüşsek bu dünyada, pek tabiî yürüyeceğiz bir yolda. Yürüyenlerden
kimi hakka, kimi bâtıla... Aslolansa neden yürüdüğünü bilmektir her adımı
attığında. Rabbin yaratma maksadı yolun hak olan tarafından, haktan hakikate
ulaşıp ve o hakikatte Rabbini bilerek “yol”un mahiyetini kavramaktır aslında...
“Yol” ve “yolcu” hâllerinden hareketle yolun aslı olan sırat-ı müstakîm (apaçık ve dosdoğru yol), Rabbin buyurduğu, Allah Resûlünün rehberlik ettiği, felah, refah ve kurtuluşu müjdeleyen, ebedî hayatta mükâfatlarla karşılayacak olan tek hakikî yol, bu yolda yürüyenler ise yolda izini kaybetmeyecek âlemin yolculardır.