Bir Siyahî değil ölen, yaşayan bir “Beyaz (!) zihniyet”

Dünya değişiyor. Salgınlarla, yaratılan ekonomik krizlerle değişimin kendi ahengini beklemeye tahammülü olmayanların hedeflediği çok şey var, belli. Bildiğimiz bir şey de var ki, bütün değişkenlerin kontrol edildiği sanrısında bile kontrol edilemeyecek olan var. Özgürlük ve eşitlik için ümidimiz de işte en çok o!

ÖZELLİKLE bizim kuşağa türlü şekillerle pompalanan bir “Amerika rüyası” vardı.

Hâlâ bu etkiden kurtulamayan, “büyük birader” olarak iliklerine kadar hissettikleri saygı-korku karışımı bir duyguyla hürmet üzere andıkları Amerika’ya ve Amerikalılara yaranmak için kendi özüne yabancı ve yerli olan her türlü kavram ve değere düşman bir kitle vardır.

Bilhassa basında kemikleşmiş, sözde “duayen” gazetecileri (!) ve onların hizmet ettiklerini iyi bilirsiniz. Her olayda verdikleri tepkilerden, duruşlarından tanırız onları. Çünkü o büyük birader, aynı zamanda konumlarını ve kazançlarını korumanın da kapısıdır onlar için.

Finans ve modada, şimdilerde değişen akademik dünyanın en köklü ve bilhassa desteklenen gruplarında da bu katı ve eleştiri kabul etmez üstünlük algısını gördüğünüzde ayırt etmeniz zor olmaz.

Başta Türkiye’nin gelişimini ister ve destekler gibi görünseler de, ne zaman yerli ve millî hedefler/çıkarlar kendi güdüm odaklarından uzaklaşsa, o nezaketli ve aydın tavır gider, küçümseyen ve edebî değil de gayet argo bir dil kullanabilen gerçek tıynet ortaya çıkar. Demem o ki, bazıları için düşünceleriniz net değilse, ülkemizin attığı bağımsızlık adımları için verdikleri tepkilere bakınız. Orası turnusol noktasıdır!

Bugün dokuzuncu gününe giren ve George Floyd’un öldürülmesinin akabinde başlayan protestoları yansıtma biçimi bakımından da sözünü ettiğim zihniyet ayrımını görmek mümkün.

Bir kısım yazar/gazeteci, polislerin diz çökerek özür dilemelerinden hareketle olayın duygusal yönünü verip geçiştirmeye çalıştı. Bir kısmı ABD’de yaşananların münferit olaylar olduğu algısını yerleştirme derdinde hâlen. Oysa bu kaçıncı savunmasız bir Zencinin polis gücüyle alenen öldürülmesidir, bizden iyi bilirler.

Trump’ın selefi Barack Obama, ilk ABD Başkanı olarak tarihe geçerken, aynı tarihte yine bir Zenci, elinde silah olmaksızın, kaçma teşebbüsü dahi yokken vuruluyordu. Ve tarih, daha nice kendini üstün gören “Beyaz” sınıfın, kendinden olmayana yaptığı türlü eziyeti ve zulmü yazıyordu…

ABD kendi yüzsüz tarihi ile yüzleşip yeni bir değer inşâsı yaratabilecek mi bilinmez, ama bunu ummak bile gerçek bir hayâlperest olmayı gerektiriyor. Kendi içindeki sınıfsal farkları hâlâ en katı şekilde koruyan ABD’nin insanî değerler anlamında utanç dolu bir tarihi var.

Mevcût egosu ile bu tarihin sorumluluğunu alması olası bir beklenti gibi görünmüyor. Yıllarca eleştirilen göçmen politikaları, ülkenin refah pastasında yerini alabilen sayılı azınlığın bile uğradığı ve kendini eşit hissetmek/göstermek için çabaladığı bu ülke için zaten beklenen olgulardır, sürpriz değil.

Bugün gelinen nokta bir polisin gücünü, devlet erkini, orantısız bile değil, zalimce kullanmasının sonucu! Hâl bu iken, protestoların kontrolü yine artan polis gücü kullanımı ile sağlanmaya çalışılıyor. Dünyanın istisnasız her yerinde masum insanları yakan terör ateşine odun taşıyan, ateşi alevlendiren, kontrolsüzce büyümesi için her türlü medya organını ve milyarlarca doları rüzgâr eden ABD’dir.

Elbette yaydığı bu ateşin yalazından berî kalacak değildi.

Elbette desteklediği irili ufaklı onca terör örgütü ve ektiği ayrımcılık tohumları nihâyetinde bir şekilde kendisini de etkileyecekti.

Yakılıp yıkılan şehirlerden, yağmalanma ile sonuçlanan gösterilerden anlıyoruz ki, beklenen oldu!

ABD kendi silahı ile yaralanmaya başladı.

Yaşananlara yahut yağmanın hiçbir türlüsüne hiçbir şartta destek vermemiz, sevinmemiz mümkün değil. Amacımız o rüya ülkesi ABD’nin kendisi ile ilgili yarattığı hayâlin ötesindeki gerçeği ve şimdi olan bitenin ardındakini görmek. Buna çabalamak…

Amacını aşan gösterileri kimin provoke ettiğini, bunun Trump iktidarına yahut ülkenin güç dengelerindeki ilişkiye nasıl etki ettiğini görmek zaman alacak belki. Ne “Oh olsun, hak ettiği buydu!” tavrında masum insanların da zarar gördüğü olaylara seviniriz, ne de “Bak, polisi bile bir başka güzel” güzellemelerine prim verip gizlenmek istenenlere gözümüzü kapatırız.

Dünya değişiyor. Salgınlarla, yaratılan ekonomik krizlerle değişimin kendi ahengini beklemeye tahammülü olmayanların hedeflediği çok şey var, belli. Bildiğimiz bir şey de var ki, bütün değişkenlerin kontrol edildiği sanrısında bile kontrol edilemeyecek olan var. Özgürlük ve eşitlik için ümidimiz de işte en çok o!