ÖZELLİKLE bizim kuşağa
türlü şekillerle pompalanan bir “Amerika rüyası” vardı.
Hâlâ
bu etkiden kurtulamayan, “büyük birader” olarak iliklerine kadar hissettikleri
saygı-korku karışımı bir duyguyla hürmet üzere andıkları Amerika’ya ve
Amerikalılara yaranmak için kendi özüne yabancı ve yerli olan her türlü kavram
ve değere düşman bir kitle vardır.
Bilhassa
basında kemikleşmiş, sözde “duayen” gazetecileri (!) ve onların hizmet
ettiklerini iyi bilirsiniz. Her olayda verdikleri tepkilerden, duruşlarından
tanırız onları. Çünkü o büyük birader, aynı zamanda konumlarını ve kazançlarını
korumanın da kapısıdır onlar için.
Finans
ve modada, şimdilerde değişen akademik dünyanın en köklü ve bilhassa
desteklenen gruplarında da bu katı ve eleştiri kabul etmez üstünlük algısını
gördüğünüzde ayırt etmeniz zor olmaz.
Başta
Türkiye’nin gelişimini ister ve destekler gibi görünseler de, ne zaman yerli ve
millî hedefler/çıkarlar kendi güdüm odaklarından uzaklaşsa, o nezaketli ve
aydın tavır gider, küçümseyen ve edebî değil de gayet argo bir dil kullanabilen
gerçek tıynet ortaya çıkar. Demem o ki, bazıları için düşünceleriniz net
değilse, ülkemizin attığı bağımsızlık adımları için verdikleri tepkilere bakınız.
Orası turnusol noktasıdır!
Bugün
dokuzuncu gününe giren ve George Floyd’un öldürülmesinin akabinde başlayan
protestoları yansıtma biçimi bakımından da sözünü ettiğim zihniyet ayrımını
görmek mümkün.
Bir
kısım yazar/gazeteci, polislerin diz çökerek özür dilemelerinden hareketle
olayın duygusal yönünü verip geçiştirmeye çalıştı. Bir kısmı ABD’de
yaşananların münferit olaylar olduğu algısını yerleştirme derdinde hâlen. Oysa
bu kaçıncı savunmasız bir Zencinin polis gücüyle alenen öldürülmesidir, bizden
iyi bilirler.
Trump’ın
selefi Barack Obama, ilk ABD Başkanı olarak tarihe geçerken, aynı tarihte yine
bir Zenci, elinde silah olmaksızın, kaçma teşebbüsü dahi yokken vuruluyordu. Ve
tarih, daha nice kendini üstün gören “Beyaz” sınıfın, kendinden olmayana
yaptığı türlü eziyeti ve zulmü yazıyordu…
ABD
kendi yüzsüz tarihi ile yüzleşip yeni bir değer inşâsı yaratabilecek mi
bilinmez, ama bunu ummak bile gerçek bir hayâlperest olmayı gerektiriyor. Kendi
içindeki sınıfsal farkları hâlâ en katı şekilde koruyan ABD’nin insanî değerler
anlamında utanç dolu bir tarihi var.
Mevcût
egosu ile bu tarihin sorumluluğunu alması olası bir beklenti gibi görünmüyor. Yıllarca
eleştirilen göçmen politikaları, ülkenin refah pastasında yerini alabilen
sayılı azınlığın bile uğradığı ve kendini eşit hissetmek/göstermek için
çabaladığı bu ülke için zaten beklenen olgulardır, sürpriz değil.
Bugün
gelinen nokta bir polisin gücünü, devlet erkini, orantısız bile değil, zalimce
kullanmasının sonucu! Hâl bu iken, protestoların kontrolü yine artan polis gücü
kullanımı ile sağlanmaya çalışılıyor. Dünyanın istisnasız her yerinde masum
insanları yakan terör ateşine odun taşıyan, ateşi alevlendiren, kontrolsüzce
büyümesi için her türlü medya organını ve milyarlarca doları rüzgâr eden
ABD’dir.
Elbette
yaydığı bu ateşin yalazından berî kalacak değildi.
Elbette
desteklediği irili ufaklı onca terör örgütü ve ektiği ayrımcılık tohumları nihâyetinde
bir şekilde kendisini de etkileyecekti.
Yakılıp
yıkılan şehirlerden, yağmalanma ile sonuçlanan gösterilerden anlıyoruz ki, beklenen
oldu!
ABD
kendi silahı ile yaralanmaya başladı.
Yaşananlara
yahut yağmanın hiçbir türlüsüne hiçbir şartta destek vermemiz, sevinmemiz
mümkün değil. Amacımız o rüya ülkesi ABD’nin kendisi ile ilgili yarattığı hayâlin
ötesindeki gerçeği ve şimdi olan bitenin ardındakini görmek. Buna çabalamak…
Amacını
aşan gösterileri kimin provoke ettiğini, bunun Trump iktidarına yahut ülkenin
güç dengelerindeki ilişkiye nasıl etki ettiğini görmek zaman alacak belki. Ne “Oh olsun, hak ettiği buydu!” tavrında masum
insanların da zarar gördüğü olaylara seviniriz, ne de “Bak, polisi bile bir başka güzel” güzellemelerine prim verip
gizlenmek istenenlere gözümüzü kapatırız.
Dünya değişiyor. Salgınlarla, yaratılan ekonomik krizlerle değişimin kendi ahengini beklemeye tahammülü olmayanların hedeflediği çok şey var, belli. Bildiğimiz bir şey de var ki, bütün değişkenlerin kontrol edildiği sanrısında bile kontrol edilemeyecek olan var. Özgürlük ve eşitlik için ümidimiz de işte en çok o!