
BİR ilkbahar sabahıydı, güneş olabildiğine sevecen parlıyorken rüzgâr Akif Efendi’nin saçlarından süzülüp yoluna devam ediyordu. Akif Efendi uzun zamandır hayâlini kurduğu bu lüks hayata sonunda kavuşmuştu. Çocuklarına ve yıllardır kendine yarenlik eden sevgili eşine böyle bir hayat sunduğu için gurur duyuyordu. Yüksek ardıç ağaçlarıyla oluşturduğu doğal çit ailesine ve yaşam alanına mahremiyet katıyor, kötü bakışlardan onları koruyordu. Çocuklarını kendi değer yargılarına göre yetiştirmek kolay mıydı bu devirde!? Kolay değildi tabii ama o bunu başarmıştı. (!)
Göğsünü kabartarak arkasına yaslandı. Peyzajıyla göz kamaştıran, ağaç ve çiçek zenginliğiyle övündüğü bahçesine göz gezdirirken kuşların sesi kulağında hoş bir seda bıraktı. Kelebeklerin rengârenk kanatları, uğur böceklerinin ortamı ısıtan kırmızılığı ayrı bir keyif veriyordu. Derken bir sinek vızıltısı bu büyülü atmosferi bozmak için kulaklarına sondaj uygulamaya başladı. Önce bacaklarına kondu sonra kollarına daha sonra alnına musallat oldu. Akif Bey’in bedenini mesken tutmuştu sanki. Her seferinde elini yelpaze gibi kullanarak sineği uzaklaştırıyordu ama sinek o kadar hadsizdi ki şimdi de pörtlek gözlerini Akif Bey’in gözlerine dikmişti. Belli ki bir sonraki hedefi gözleri olacaktı. Çok geçmeden büyük bir kararlılıkla saldırı başlamıştı. Kara sinek diğer arkadaşlarına haber vermiş olacak ki birer birer çoğalmaya başladılar. Hem sivrisinekler de taze kan kokusunu almış ve kara sineklerle beraber saldırıya geçmişlerdi. Başta pek önemsiz görünen bu sinekler her geçen gün çoğalınca can sıkıcı olmaya başladı. Akif Bey birden yerinden fırlayıp, neler oluyor burada, nereden çıktı bu melunlar, diyerek sineklere savaş ilan etti. Elindeki sinekliği Don Kişot misali sağa sola savurarak karşı saldırıyı başlattı. Bu güzelim bahçede böylesi lanet sineklerin ne işi vardı ki?
Akif Bey’in uzun günler süren bu sinek savaşında uygulamadığı taktik kalmamıştı. Sinek ilaçları orada bulunan sinekleri ortadan kaldırıyordu kaldırmasına ama ertesi gün palazlanmış başka sinekler daha da kalabalık bir hâlde bahçede zevki sefa ediyorlardı. “Bunların çilingir sofrası kurmalarına az kaldı” diye kendi kendine söyleniyordu Akif Bey. Artık ağız tadıyla verandasında oturup kahvesini yudumlayamaz olmuştu. Sineklerin ise keyfi yerindeydi. Bahçede şöyle maaile bir yemek sefası yapmaya kalksalar herkesten önce sinek tayfası yerlerini alıyordu başköşede. Akif Bey’in torunları bahçede artık eskisi gibi neşeyle koşup oynayamıyorlardı. Vücutlarındaki kabarık ve kızarıklar her geçen gün daha da artıyordu. Bunlar sineklerin görünen zararlarıydı, daha kim bilir etrafa hangi görünmez mikropları saçıyorlardı. “Bu böyle devam edemez, bunun bir çözümünü bulmak lazım” diye geçirdi içinden. Bu sineklerin nereden geldiğini bulmak lazımdı artık, komşu villalar da aynı durumdan muzdaripti. Kimse tatlı evinde, mutlu yuvasında huzurlu değildi. Sinekler artık evlere kadar girmiş her bir köşeyi işgal etmişlerdi.
Mahalleli birleşerek etrafı keşfe çıktılar, uzun zamandır bu semtte oturmalarına rağmen kimse etrafında neler olduğundan haberdar değildi. Komşuları olan müteahhit Ahmet Bey büyük bir heyecanla “Burada kocaman bir arazi varmış. Vay canına, çok güzel binalar yapılır buraya. Neden boş kalmış acaba?” diye düşünerek araziye doğru yürümeye başladı. Yaklaştıkça ağır bir kokunun geldiğini fark ettiler, hem sinekler de çok yoğundu burada. Bataklığın sineklere yuva olduğunu ve sineklerin burada çoğalıp etrafa yayıldığını anladılar. Her yer çöp içindeydi; balçık ve pis sulardan oluşuyordu burası. Hasan Bey, “Ne olmuş buraya? Burası bir zamanlar çok güzel bir dereye yatağıydı. Bir de şimdiki hâline bakın, kim bu hâle getirmiş olabilir burayı?” diye söylendi durdu. Akif Bey, “Demek sineklerin kaynağını burası oluşturuyor. Bir an önce çözüm üretmeliyiz. Bu bataklık kökünden kurutulmalı ve eski hâline getirilmeli. Kim buraya çöp atıyor önce onu bulmalıyız…” dedi.
Komşulardan kimileri ise hiç oralı olmadı. “Belediye ne güne duruyor, onlar ilgilensin, bu sorun ortadan kalkar” dediler ve bataklığa arkalarını döndüler.
Ama bilmedikleri bir şey vardı. Bu araziye çöplerini dökenler bu durumdan hiç rahatsız değildi, gayet bilinçli bir eylemdi ve mütemadiyen bataklığın daha da büyümesi için çaba sarf ediyorlardı.
Bu durum Akif Bey’in düşündüğünden de zor olacaktı. Ama o “Önce bataklığı ele geçirmeliyiz. Siz benimle olsanız da olmasanız da ben bu bataklığa talibim” dedi kararlılıkla.
***
Evet bir sinek meselesi bizi yıllardır uğraştıran, her seferinde arkamızı dönüp görmezden geldiğimiz. Bazen önemsemedik ya da gözümüzde fazlasıyla büyüttük, oysa bir sinek kadardılar. En güzel alanları ele geçirip palazlanana kadar herhangi bir hükümleri yoktu bizim için. Güzelim bahçelerimizi kirletip, berrak sularımızı bulandırana kadar kimse onların ne kadar tehlikeli olduğunu anlamadı. Şimdi elimizi taşın altına koyma zamanı. Sinekleri tek tek avlayarak onlardan kurtulmanın mümkün olmadığını defalarca tecrübe ettik. Şimdi, bataklığa dönüştürülen bu alanları tekrar nezih ve verimli arazilere dönüştürmeliyiz. Ele geçirip çöplüğe dönüştürdükleri medyayı, sanat adı altında yaymaya çalıştıkları sapkınlıkları fark etmişken ve bu alanlar hayatımızın odak noktası olmuşken artık konfor alanımızdan çıkıp bu bataklığa çevrilen alanlara biz talip olmalıyız. Evet bunu biz yapmazsak bizim için yapacak başka kimse olmayacak.