Bir şeyleri siyasete alet etmeyeceksek kendimizi halka nasıl anlatacağız?

“Siyasete alet etme” ifadesi her ne kadar olumsuz bir ifade olarak kullanılıyor olsa da fiilî durumda dini siyasete alet etmek ile sanatı siyasete alet etmek arasında da bir fark yoktur. O hâlde dindar Erdoğan ile sanatçı Tarkan arasında da siyaseten bir fark olmaması gerekir. “Sanatçı iktidar yanlısı olmaz, muhalif olur” algısı ne kadar yanlışsa, “Sanata siyaset sokulmaz” algısı da o kadar yanlıştır.

ŞU -sözde- demokrasi, dini siyasete alet edenlerden yakındı senelerce. Ezanı hür bırakan Adnan Menderes’i, Millî Nizam Partisi ile başlayan siyâsî kariyeri boyunca özel hayatındaki İslâmî kimliği saklamaya çalışmayan Necmettin Erbakan’ı, ilk siyâsî denemesini MSP’den aday olarak yapan, Hacca, Cuma’ya giden, oruç tutan Turgut Özal’ı ve daha nicelerini “Dini siyasete alet etti” diye eleştirdi sözde demokratlar. Ayasofya’yı müze yapıp onlarca camiyi satanlar, ezanı Türkçe okutup Kur’ân okumayı yasaklayanlar dinsizliği bırakın siyasete alet etmeyi, tam da merkezine oturturken, kendilerini “medenî” olarak tanıttılar hep. Onların akıllarını başlarından alan, Besmele ile kurdele kesip dualarla adlî yıl açılışı yapan, değme hâfızlara taş çıkartacak kadar güzel Kur’ân tilâveti yapan Tayyip Erdoğan oldu.

Ama dönüp bakmadılar geçmişlerine. Dini siyasete alet etmekle dinsizliği siyasete alet etmek arasında ne fark olabilirdi ki? Herkes kendi hayat felsefesine göre siyaset yapacaktı elbette. Ancak uygulamada, illâ demokrasi arayanlar için dikkat edilmesi gereken bir nokta vardı: Kimin başkalarını da kendi hayat tarzına uymaya zorladığı, kimin kısıtlanmış özgürlüklerini diğer özgürlükleri prangaya vurmadan kazanmaya çalıştığı gibi…

Erdoğan ve AK Parti için senelerce yapıldı bu tarz suçlamalar; sanki dindar olmak suçmuş gibi… Ama üretmeye çalıştıkları korku başlarına gelmedi. Ne saldıkları korkularda olduğu gibi bir şer’î zorlama var, ne dindar olmayanlara bir mahalle baskısı, ne de devlette şeriata dönüş. Hâl böyle olunca, taktik değiştirmek gerektiğini fark ettiler.

Cumhuriyet tarihinin son 70 senesinde, Türk halkının dindar siyasetçiyi sahiplenmesini görerek, kendilerini de aynı kulvarın bir elemanı gibi gösterme çabasına giriştiler. Dinsizliği siyasete alet eden geleneğin yeni taktiği, dini siyasete alet etmek oldu artık. Çarşaflı hanımlara rozet takarak, “Başörtüsünü biz serbest bıraktık” diyerek, her gün Cuma’ya giderek, ezbere Yâsin okuyarak yapıyorlar bu işi.

Ve artık AK Parti için, “Dini siyasete alet ediyorlar” suçlaması neredeyse duyulmuyor bile.

Şimdi sıra AK Parti’de! Sanatı siyasete alet edenlerden yakınıyor iktidar kanadı.

Her vatandaş gibi, sanatçılar da seçimde sandığa gidip oy kullanıyorlar. Her birinin bir fikri var bu konuda. Esnaf gibi, sanayici gibi, doktor gibi, sporcu gibi… Bu sanatçıların bazıları eserleriyle, bazıları söylemleriyle, bazıları da eylemleriyle siyâsî fikirlerini ortaya koymayı tercih ediyorlar. Bazıları ise kendisini sevenlerin farklı farklı fikirlere sahip olduğu düşüncesiyle gizliyor bu taraflarını; aynen bir futbol hakeminin tuttuğu takımı gizlemesi gibi. Her iki gruba da saygı duymak gerekiyor bence.

Siyâsî duruşunu özgürce ortaya koyanlardan, “Benim tarafımda olanları sahiplenip diğerlerinin sanatçı kimliğini sorgulamaya hakkımız olamaz” diye düşünüyorum. Her ne kadar Kemal Kılıçdaroğlu, Hükûmet’e yakın olduğunu düşündüğü sanatçıları kastederek “Yalakadan sanatçı olmaz” dediyse de biz AK Parti’ye karşı olan sanatçıları da bu vatanın birer parçası olarak değerlendirmek zorundayız.

Velev ki o sanatçılar siyasete girse (ki örnekleri çoktur) sanat hayatlarını bir kenara bırakmalarını mı bekleyeceğiz? Nasıl ki herhangi bir meslek dalından Meclis’e, hatta kabîneye uzananlar meslekî kariyerlerini -kanunların ve etik kuralların müsaade ettiği ölçüde- sürdürme hakkına sahipse, sanatçının da en az sokaktaki insan kadar fikrini yaşama, beyan etme, sanatıyla insanlara yön verme çabası içinde olmaya hakkı olmalı.

Bugüne kadar Metin Akpınar, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya, Müjdat Gezen, Tarık Akan gibi onlarca sistem karşıtı sanatçı üretti bu memleket. Bundan sonra da Tarkan gibi, Fazıl Say gibi, Cem Yılmaz ya da Gonca Vuslateri gibi sanatçılar üretmeye devam edeceğiz. Dindar veya milliyetçi birinin kendi hayat felsefesini siyasete yansıtması ne kadar doğru ise sanatçınınki de o kadar doğrudur. “Siyasete alet etme” ifadesi her ne kadar olumsuz bir ifade olarak kullanılıyor olsa da fiilî durumda dini siyasete alet etmek ile sanatı siyasete alet etmek arasında da bir fark yoktur. O hâlde dindar Erdoğan ile sanatçı Tarkan arasında da siyaseten bir fark olmaması gerekir. “Sanatçı iktidar yanlısı olmaz, muhalif olur” algısı ne kadar yanlışsa, “Sanata siyaset sokulmaz” algısı da o kadar yanlıştır.

Karikatüristler de sanatçıdır ama siyasetin olmazsa olmazlarıdır meselâ.

Haydi “Geççek” diye bir şarkı yapan Tarkan’a hep birlikte kızalım. Ama AK Parti’ye yakınlığını bildiğimiz Mazhar Alanson, Bülent Ortaçgil ve Yavuz Bingöl’ü de, onları savunan Haluk Levent’i de, Uğur Işılak’ı da kızılacak sanatçılar listesine koymayı ihmâl etmeyelim. İbrahim Tatlıses’i, Orhan Gencebay’ı tarihin tozlu sayfalarına atalım gitsin.

Tamam, çoğu sanatlarını siyâsî fikirleri için kullanma şansı yakalayamamış olabilir ama her biri iktidar tarafından, “İşte bizim yanımızdaki sanatçılar!” imajı için kullanılmıştır. Ve hiçbirinin buna itirazı olmamıştır.

İçinde net bir siyâsî cümle geçmemiş, herhangi bir siyâsî parti adına yapıldığı deklare edilmemiş, kendisi bugüne kadar hangi siyâsî partiyi desteklediğine dair bir açıklama yapmamış olsa da son şarkısı, Tarkan’ı farklı bir koltuğa oturttu. Karşı mahalle, “Hislerimize tercüman oldu” dedi, bizim mahalle, Kılıçdaroğlu’ndan aldığı sufle ile yalakalıkla suçladı kendisini. Bırakalım artık bu işleri!

Karikatürleriyle siyasî mesajlar veren sanatçılara nasıl sesimiz çıkmıyorsa, filmleriyle, şarkılarıyla, sosyal medya paylaşımlarıyla verilen siyâsî mesajlara da tahammül gösterelim. Bırakalım herkes kendi fikrî, ilmî, ticarî hayatını siyasete alet etsin. Yeter ki millî menfaatlere ters düşmesin, dinî inançlara saldırı olmasın, sosyal statüleri aşağılamasın dillerinden çıkan.