Bir şey

Peki, karşılığını bulur mu dersiniz o içimdeki; o ateş, o yangın, o yangın yeri, o kıyamet, o volkan bulabilir mi dersiniz karşılığını? Yoksa böylesi derinlerin adı mı kalır hep öldükten sonra kendileri? Hazin hikâyeleri mi anlatılır kendilerinden sonra? Beni de mi hikâye edecek yoksa birileri ardımdan? Yeşil bir şehre mi katacaklar, yüce bir dağla, narin bir gelincikle mi anacaklar adımı?

BİR şey vardı şuramızda bizim... İnsanların arayıp arayıp bulamadığı, bulup da hor kullandığı bir şey…

Hem kısacık, hem anlat anlat bitmez bir şey…

Nasıl yerleşmişse artık şuramıza, tam şuramıza, nasıl kök salmış ve nasıl sarıp sarmalamışsa…

“Yüzü güzel olana değil, yüreği güzel olana” derler ya hani, öyle miydik yoksa biz?

Yüzümüz güzel değildi işte! Belki yüreğimiz… Değil miydi yoksa? Öyle de mi değildik? Kandırıyor muyduk kendimizi yoksa?

Ne idik? Nasıldık? Kimdik? Nereden gelip nereye giderdik ki biz?

O içimizdeki neydi sonra? O kendimizden başkasına duâlar ettiren şey hani? Gerçek miydi o? Sahte miydi? Kim koymuştu onu içimize; kim yakmış, kim tutuşturmuştu? Ne olacaktı? Ne zaman sönecekti? Sönecek miydi ya da? Sönse miydi? Sönmese miydi? Yansa mıydı hep, hep yaksa mıydı bizi?

Hayat mıydı yoksa o? Hayata bağlayan mıydı bizi?

Sahi neydi o?

Yüzümüze baktığınızda değil de, gözlerimize, tâ derinine baktığınızda, bakabildiğinizde derinine, görebildiğiniz o şey neydi? Var mı bileniniz? Anlatabilir misiniz onu bana hiç kimsenin, ama hiç kimsenin daha önce anlatmadığı bir şekilde?

Kendimi anlatabilir misiniz bana? Kim olduğumu, kim olmadığımı söyleyebilir misiniz? Ne beklediğimi hayattan, ne beklemediğimi? Peki, karşılığını bulur mu dersiniz o içimdeki; o ateş, o yangın, o yangın yeri, o kıyamet, o volkan bulabilir mi dersiniz karşılığını? Yoksa böylesi derinlerin adı mı kalır hep öldükten sonra kendileri? Hazin hikâyeleri mi anlatılır kendilerinden sonra? Beni de mi hikâye edecek yoksa birileri ardımdan? Yeşil bir şehre mi katacaklar, yüce bir dağla, narin bir gelincikle mi anacaklar adımı?