HİTİT devrinde meşhur
kumandan “Maraj” tarafından kurulmuş, Asurluların “Markasi” ve Romalıların
“Germanikya” dedikleri, İslâm orduları tarafından fethedilince “Mer’aş” veya
“Reaşe”, Türkler fethettikten sonra ise “Maraş” adını alan şehir...
Kurtuluş
Savaşı’nda Fransızlara karşı göstermiş olduğu direnişle tarih yazdığından
isminin önüne “Kahraman” pâyesi verilmesiyle “Kahramanmaraş” adını alan memleketim
mi gurbette, yoksa ben mi gurbetteyim, bilemedim. Lâkin tek bildiğim, nerede
olursanız olun, “Memleketiniz Kahramanmaraş ise, özlenecek çok sayıda güzellik
vardır” diyerek başlamak istiyorum söze…
Bir
an gelir, gittiğinizde yapacaklarınızı hayâl edip bir bir sıralarsınız
aklınızda, lâkin yine de bu güzellikleri yaşamak için orada kaldığınız süre
yetmez. Sonra yine yaşadığınız memlekete dönme zamanı gelmiştir. Tıpkı
evlâdından ayrılan anne misâli, sizi hüzünle yolcu eder Kahramanmaraş. Sanki
arkanızdan ağlıyormuşçasına…
Özler
insan Kahramanmaraş’ın kekik kokan dağlarını, uğurböceklerinin kırmızı
renkleriyle süslediği Uludaz ile ceylanların gezdiği Başkonuş yaylalarını, kış
mevsiminde kayak yaparak rahatladığı Yedi Kuyular’ı…
Şehre
girerken, sizi Ahır Dağları’nda yetişen nimetlerle beslenen keçilerden sağılan
süt ve salebin birleşimiyle ortaya çıkan muhteşem lezzetli kesme dondurması,
ağzınızda tatlı bir acılık bırakan biberi, döğmenin pişirilip yoğurtla
karıştırıldıktan sonra çığların üzerine serilmesiyle elde edilen bembeyaz
görüntüsü ve mis gibi kokusuyla tarhana karşılar. Bir de Mercimektepe’ye
kurulan ve mimarisiyle göz kamaştıran, Türkiye’nin en büyük camilerinden
Abdülhamid Han Camiî ve tabiî ki Kahramanmaraş Kalesi…
Kahramanmaraş
Kalesi’ne her bakışımda, Sütçü İmam’ın silahından çıkan ilk kurşunla başlayan
kahramanlık mücadelesi geliverir gözlerimin önüne sanki o günleri yaşamış gibi.
Kadın erkek, çoluk çocuk her yaştan Maraşlının tüm yokluklara rağmen 22 gün 22
gece büyük özveri ile sürdürdüğü bu savaş, Türk’ün vatanı, bayrağı, din ve
namusu uğruna ölümü göze almasının ve yenilmezliğinin ifadesiydi. Kahramanmaraş
bu kahramanlık örneğiyle, göğsüne kırmızı şeritli İstiklâl Madalyası’nı takarak
“dünyada ilk madalyalı şehir” unvanını elde etmiştir. Eğer “Sütçü İmam’ı görmek,
bu mücadeleye yakından tanık olmak istiyorum” derseniz, Minyatür Kurtuluş
Müzesi sizi seve seve ağırlar.
Memleketimin
insanı, ilkbahar geldiğinde bağlara gider. Etrafı dağlarla çevrili Kahramanmaraş’ın
bağlarının her biri ayrı güzelliktedir ve her birinde ayrı yaşanmışlıklar
vardır. Kazma, Göllü, Tömek, Gafarlı, Kerhan, Sarıkaya, Üngüt, Güzlek, Yalnız
Ardıç, Kandıl ve ismini hatırlayamadığım nice bölge…
Göç
zamanı gelmiştir artık; öncelikle bağ evinin elden geçirilmesi, temizlik, boya
badana, tadilat işleriyle başlar hazırlık. Evlerdeki hazırlığı saymak beni
yormaz, lâkin gözünüzde canlandırırken sizi yormasından korkarım. Yine de
paylaşmak isterim, çünkü hakikaten yorgunluğun mutlulukla birbirine karıştırıldığı
anlardır.
Sarıp
sarmaladığınız ve sonrasında o günün şartlarına uygun bir araca yükleyip
götürdüğünüz bakır kazanlar başta olmak üzere, mutfak eşyaları, yatak yorgan ve
de “bağlık” diye ayırdığınız giyecekleriniz ile yiyecekler…
Tabiî
bunların taşınmasıyla söz konusu tatlı telâşın tamamlanmış olacağı gibi bir yanılgıya
sakın düşmeyelim. Oysa heyecan ve hareket asıl şimdi başlıyor!
Önce
yerleştirirsiniz eşyaları bir bir, sonra da daracık patikadan geçerek ulaşılan
tünelden ya da hemen avludaki kuyudan temin ettiğiniz suyla demlersiniz
çayınızı. Keyifle yudumlarken onu, çekersiniz içinize dağların mevsimine göre
açan çiçeklerinin kokusunu. Belki de suya tadını veren; tünele giden yol
boyunca eflatun çiçekler açan, Maraş tarhanasına katık edilen, kokusunu hâlâ
hissedebildiğim öbek öbek yetişen kekiklerdir.
Bağlar,
şehir merkezine en fazla kırk dakika mesafededir. Bağlarda salçalar yapılır,
nefis dolmaların ana malzemesi olan patlıcan, biber kurutulur; sumak ekşi
çıkarılır, yufka ekmekler yapılır. Yorulduğunuzda ise ister ceviz, ister çınar
ağaçlarının serin gölgesine bırakırsınız kendinizi...
Sonra
Ekim ayı gelir. Yani pekmez sucuklarının, kırmanın (yaklaşık irmik iriliğinde
dövülmüş yarmanın pekmezle pişirilmiş hâli), pestilin yapılma zamanı gelmiştir.
Çünkü artık Kahramanmaraş’a özgü Kabarcık üzümleri olgunlaşıp pembe renk almaya
başlamıştır. Bu üzüm, Maraş şiresinin ana malzemesidir.
Yapılacaklar
listesinde saydıklarım gözünüzü kokutmasın sakın, komşular yetişiverirler
yardımınıza!
“Komşuluk”
deyince, çocukluğuma gidiyorum. Her sabah taş döşeli sokaktaki evimizden çıkıp
okula doğru giderken “Allah zihin açıklığı versin kuzum!” diyen Emine Abla’nın,
biraz ilerleyince demir parmaklı pencerenin arkasından “Okula mı gidiyon?” diye
ısrarla sorunca “Bil bakalım, bugün önlüğüm hangi renk?” diye cevapladığım
Hatice Nine’nin, sokağın sonunda her sabah aynı saatte evin önünü süpürürken
“Güle güle!” diyen Meliha Teyze’nin sesleri hâlâ kulaklarımda sanki…
Okuldan
eve geldiğimde ya komşulardan biri/birkaçı bizdedir ya da bizimkiler onlarda...
Bu çok hoşuma giderdi. Neden mi? Çünkü simit köftesi ya da sömelek köfte vardır.
Üzerine de nefis limonlu kek… Şimdiki hanımlar gününün başlangıcı sayılabilir
bu. Kimi gün sevinçleri paylaşmak, kimi gün acıları bölüşmek, kimi günlerde ise
işlere yardım etmek için bir araya gelinmiştir. Şimdilerde aynı apartmanda
birbirimize selâm vermekte bile olabildiğince cimri davrandığımızı düşününce,
Kahramanmaraş’ta çocukluğumdaki komşuluk kültürünün devam ediyor olmasından son
derece mutluluk duyuyorum.
Dönelim
bağlara…
Bağlarda
keyifle, bir arada paylaşılan güzelliklerle geçirilen yaklaşık üç dört aylık bir
süreç, göz açıp kapayıncaya kadar geçerdi sanki. Çocukların gözlerindeki
hüzünden anlaşılırdı artık bağdan şehre gitme vaktinin geldiği. Çoğu zamansa
gözlerden süzülen bir damla yaş, bağın toprağına karışarak bir dahaki gelişe
kadar bizden iz bırakırdı. Bu gidişin tek teselli edici tarafı, seneye tekrar
gelebilme ümidi…
Sonbahar,
Maraş diliyle “güz” mevsimi, yaylalardan dönen delikanlılar, gelinlik kızlar
için düğün vaktidir artık. Sim sırma işiyle işlenmiş bindallı giydirilir
gelinlere kına gecesi için. Tabiî unutmamak gerekir kına yakılan gelinin
avucuna altın koymayı, beline altın kemeri dolamayı ve bileğine “Maraş burması”
takmayı!
Ertesi
gün “ceviz oyma” sandığını yanına alarak davul zurna eşliğinde baba evinden
ayrılır gelin. Özenle taşınır oymalı sandık; çünkü içinde büyük emeklerle saf ipek
kumaş üzerine “file nakşı” ile işlenmiş örtüler vardır. Düğün bitimimin de “Velime”
yemeği ikram edilir misafirlere.
Misafirperverdir
memleketimin insanı; evine gelenlere ikram eder bakır tencerede büyük özenle
pişirdiği “havuçlu pilavı, çirtikli sahanda ekşiliaya sulusu”nu, işlemeli bakır
kayıkta içli köfteyi, mumbar dolmasını… Üzerine bir de “cevizli Maraş kıvrımı”
ile bastıkla yapılan “çullama”yı yedikten sonra atarsınız kendinizi Dulkadiroğulları
döneminde yapılmış 700 yıllık Kapalı Çarşı’ya... Bir uçtan diğer uca dolaşırken
çarşıyı, gözünüze takılıverir ustaların deriyi âdeta nakış gibi işleyerek
ortaya çıkardığı, hikâyesi Hollywood’a uzanan “yemeni/edik” diye isimlendirilen
ayakkabılar, külekçi amcanın elinden çıkan külekler, semerci amcanın yaptığı
semerler...
“Külek
ne?” diye düşündüğünüzü tahmin ediyorum. Dut, söğüt ya da ceviz ağacından
yapılan “tahta kova”… İçine koyarsınız bulgurunuzu, pirincinizi, döğmenizi,
mercimeğinizi, ununuzu, hatta tuzunuzu. Pekmezinizi ya da ekşimesin diye
yoğurdunuzu da koyarsınız. Kahramanmaraşlı ustam, Maraş sevgisini katarak emek
vermiştir ona.
Kahramanmaraş’ın
güzelliklerinden bir kısmını, hayâlinizde canlandırmaya çalıştım. Akdeniz’in Güneydoğu
ve İç Anadolu ile buluştuğu köşedeki şehir olmasına rağmen, kendine özgü
kültürünün ağırlığı vardır. Elbistan, Pazarcık, Afşin, Türkoğlu, Göksun,
Andırın, Nurhak, Çağlayancerit, Onikişubat, Dulkadiroğlu ve Ekinözü ilçeleri ile
bir sevdâdır Kahramanmaraş. İşte tam da bu yüzden anlatılmaz, yaşanır! Belli bir
süre için Kahramanmaraş’a gelen insanlar, bir de bakmışsınız, artık yurt
edinmiştir burayı.
Kahramanmaraş’a
dair güzellikleri şiirlere döken, Kahramanmaraş’ın bağrından çıkan Yedi Güzel
Adam’a dair yaşanmışlıkları bulabileceğiniz, Yedi Güzel Adam Edebiyat Müzesi’ni
ziyaretiniz sırasında Kahramanmaraş için kullanılan “Şiirin Başkenti” unvanının
ne kadar doğru olduğunu görmeden geçmemenizi dilerim.
Şimdi
gözlerinizi kapatıp, bir an olsun Kahramanmaraş’ta olduğunuzu varsayın ve sonra
bu rüyanızı gerçekleştirin şehre buyurun, gelin!
Zordur
Kahramanmaraş’ın hayâliyle yaşamak! Hele bir de sevdâlıysanız bu memlekete…