14 Haziran’da
Erdoğan ile Biden’in Brüksel’deki NATO zirvesi kapsamında yapacakları görüşme,
Türkiye ve ABD arasında şimdiye kadar yapılan görüşmelerin en önemlisidir. Bu
görüşmeyi önemli kılan nitelik, Türkiye’nin ABD karşısına ilk defa kendi yol
haritası ve ajandasıyla çıkması ve kendi çıkarlarını öncelemesidir.
Daha
önceki Türkiye-ABD görüşmelerinin tümü, lâfı eğip bükmeden söyleyelim, vesayet
altında yapılan görüşmelerdi. Bu görüşmelerde ABD tarafı, gururumuzu okşayacak
birkaç lâf eder, neredeyse tamamı ABD güdümünde olan medya da bunu ballandıra
ballandıra servis ederek algı yönetirdi.
ABD-Türkiye
ilişkileri Erdoğan döneminde bu minvâl üzere bir müddet devam etti ve meşhur “One
minute” çıkışından sonra ABD’nin elinde tuttuğu ipler koptu. Bu çıkışın ABD
vesayetine karşı bir itiraz olduğu çok açıktı. Nitekim bu çıkışı bir itirazdan
çok bir başkaldırı olarak okuyan ABD, Türkiye içinde kendine bağlı odakları harekete
geçirerek geçmişte çok başarılı olduğu iktidar düşürme operasyonlarına
girdi.
Geçmişinde
kendine göre 27 Mayıs, 12 Eylül gibi darbe ve 28 Şubat gibi post-modern darbe
başarıları olan ABD, darbe öncesi verdirdiği muhtıralar ve yaptırdığı ekonomik
operasyonlar ve koruyup kolladığı terör faaliyetleri ile 1960’dan beri bu
ülkeyi istediği gibi yönetti.
Bu
itibarla Erdoğan’ın “One minute” çıkışını salt bir tepki olarak değil, Türk
Devleti’nin ayağına vurulan 60 yıllık prangadan kurtulma iradesi olarak okumak
gerekir.
Erdoğan’ın
bu çıkışını izleyen süreçte Türkiye’nin başına gelenlerin pişmiş tavuğun başına
gelmemesi, ABD’nin bu isyana verdiği şiddetli tepkiyle alâkalıdır.
Türkiye
gibi jeo-stratejik bir ülkenin ABD’den bağımsız hareket etmesi, onun küreselci
yönüne de darbe vururdu, Evanjelist yönüne de. Orta Doğu’daki çıkarlarını da
baltalardı, Kafkaslar ve Balkanlardaki çıkarlarını da. Akdeniz’deki hesaplarını
da bozardı, Karadeniz’deki hesaplarını da…
Birinci
Körfez Savaşı’nda Irak’ın hedef alındığını sandık, ancak Irak içinde bize karşı
yapılandırılan Kuzey Irak Özerk Bölgesi’ni kucağımızda bulduk. Bu yapılanmaya
karşı harekete geçmek istediğimizde ise 1993 yılında müthiş bir iç kargaşaya
sürüklendik: Uğur Mumcu cinayeti, Eşref Bitlis suikastı, 33 erin şehadeti,
Madımak faciası, Adnan Kahveci’nin kazaya (!) kurban gitmesi, Başbağlar
katliamı ve tabiî bu kara yılın finalinde Özal’ın kaybedilmesi… Biz bu iç
sarsıntıları atlatmakla meşgulken, ABD, Irak’ın kuzeyinde İsrail’in arka
bahçesi olacak ilk yapıyı sorunsuzca kurdu.
Ne
var ki, ABD ve Siyonist İsrail’in asıl hedefi, Türkiye topraklarındaki Fırat’ın
doğu ve güney bölgesini koparmaktı. Nitekim İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra
ABD, çıkarına uymayan eski PKK yapısını tasfiye ederek bu kanlı örgütü tamamen kendi
güdümüne alıp Kandil’de örgütledi. Türkiye canını dişine takıp örgütü bitirme
noktasına getirdikçe her defasında silah ve parasal destekle yeniden ayağa
kaldırıp saldırttı ve Kuzey Irak’a hâkim bir kukla yapı oluşturdu.
Ardından
“Çözüm Süreci” denen bir afyonla üzerimize gelmeye başladı. İçeride devlete hâkim
olan FETÖ ve diğer vesayetçi ekipleriyle “Terör bitiyor, güzel şeyler olacak”
teraneleriyle Türkiye’nin üniter yapısının altına fitne dinamitleri
yerleştirildi. Gözümüzün önünde tavşan kaçıyor, tazı kovalıyor ama gerçekteyse TSK’nın
eli kolu bağlanarak bölgedeki kışlalara hapsediliyordu.
“One
minute”, işte bu ve daha sayamadığımız irili ufaklı kuşatmaları kırmak için ortaya
çıkan Türk Devleti’nin bir bekâ refleksiydi aslında! Böylelikle ABD ile örtülü
bir mücadeleye giriştik.
ABD,
kendi cephesinden kumpaslar, ekonomik operasyonlar, terör saldırıları ve darbe
teşebbüsü ile üzerimize geldi. Biz ise, Çözüm Süreci oyununu Dolmabahçe’de
bozduk, hendekçileri hendeklere gömdük, bütün kumpasları boşa çıkardık,
ekonomik operasyonları bedel ödeyerek göğüsledik ve 15 Temmuz ihanetinin üstesinden
gelerek vesayetin Ordu, Yargı, Emniyet, bürokrasi ve STK’lardaki
yapılanmalarını büyük ölçüde bertaraf ettik.
Hamleye
karşı hamle
ABD’nin
amacı, darbeyi başarıp Irak ve Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e çıkan bir terör
devletçiği kurarak Türkiye’nin Fırat ötesini, bu yapıyla bir ucunu İsrail’e,
bir ucunu da Ermenistan’a dâhil etmekti. Oyun büyük, plânlar kusursuz ve şartlar
ABD lehineydi. Ama olmadı. Her darbede sinen ve itaat eden Türk milleti, 15
Temmuz ihanetinin neye müncer olacağını derin ferasetiyle sezince harekete geçip
Türk tarihinin en büyük ihanetlerinden birini canı ve kanı pahasına önledi.
Devlet
yaralıydı ancak millet vakur ve kararlıydı. Bu ortamı çok iyi okuyan yaralı Devlet,
can havliyle DEAŞ komedisiyle güney sınırlarında tezgâhlanan fitnenin üzerine
gitti. Fırat Kalkanı’nı Zeytin Dalı, Zeytin Dalı’nı Barış Pınarı, Barış Pınarı’nı
İdlip Harekâtı izledi. ABD’nin BOP projesinin son ayağını, Suriye’de büyük
bedeller pahasına ama bekâ refleksiyle kestik. Durmadık, Türkiye içinde
kırdığımız terör azgınlığının peşini bırakmayarak Kuzey Irak’ta Pençe-Şimşek
kesildik. Mağara mağara, vadi vadi, dağ dağ terörü süpürerek, onun kuluçka
merkezleri olan Kandil, Mahmur ve Sincar’a dayandık.
Bu
harekâtları yaparken olacakları iyi bilen devlet aklının zamanında yaptığı
silah projelerinin kademe kademe sonuçlanmasıyla gittikçe büyüyen ve modern
silah sistemlerinin gücüyle donanmış bir ordu oluşturduk. Bu donanımını savaş
ortamında test ederek geliştiren bu ordu, kısa zamanda eski savaş konseptlerini
değiştirecek bir gelişme gösterdi. Suriye’deki başarısını Libya ve dolaylı olarak
da Karabağ’da taçlandırdı.
Ürettiği
dijital ve otonom silahlar, füze ve elektronik harp sistemleri ile bölgesel bir
güç olmaktan çıkarak küresel bir güç olmaya doğru ilerleyen Türkiye, artık
kendi eksenini kuracak ve kendi çıkarlarını bu eksen üzerinden şekillendirecek
bir konuma geldi.
Artık
bu saatten sonra Türkiye, ABD’nin ne sahte S-400 tepkisine kulak verir, ne de
Suriye’deki oldubitti çabalarına pabuç bırakır. ABD’nin şu anki stratejisi;
Türkiye’yi S-400 şantajı, ekonomik yaptırım ve askerî ambargo algıları ile
oyalayarak Kuzey Suriye’deki kuklasını bir devletçiğe dönüştürmektir. Türkiye
ise bu oyunu hem gördüğünü, hem de bozacağını her halükârda açık ediyor.
Daha
önce Türkiye ile ABD görüşmelerine yakın, ABD mutlaka içteki kuklaları ile sarsıcı
operasyonlar çekerek bizi huzuruna zayıf çıkartmak peşinde olurdu. Bu kez
elinde bir şey kalmadığı için, bir mafya bozuntusu üzerinden operasyon çekmeye
çalıştı ama bu erken öttürülen horozun sesi çabuk kısıldı. Türkiye ise -kışın
en çetin vaktinde Gara’ya yaptığı operasyon bir yana- ABD’nin bu hamlesine
PKK/YPG’nin Suriye ve Mahmur sorumlularını imha ederek cevap verdi ve Kanal
İstanbul projesine yakında başlayacağını söyleyerek ekstra bir kart daha açtı.
Şimdi
ABD, eski güç ve kudretinde değildir. Çin, pek yakında dünya liderliğini her
yönden almaya aday bir süper güç olarak ufukta belirdi. ABD’nin bir an evvel bütün
gücünü Pasifik’te toplaması ve Çin’i durdurması gerekiyor. Rusya askerî açıdan
güçlü ancak ekonomik yönden zayıf olduğu için, onun askerî yönden dizginlenmesi
için Türkiye’ye ihtiyacı var. Türkiye olmasaydı Trump boşluğundan çok iyi
yararlanan Rusya, Kafkaslar, Baltık ve Kuzey Afrika’da parlayan bir yıldız
olacaktı.
ABD
NATO’nun Avrupa, Orta Doğu ve Balkanlardaki gücünün merkezinde Türkiye’nin yer
aldığını gayet iyi biliyor. Bu bölgede Türkiye’nin denklemden çıkarılması, ABD için
AB’nin kaybına yol açar ve AB’yi hem Rusya’ya, hem Çin’e kaptırır. Hele
Türkiye’nin karşı bloka geçmesi, ABD için kâbusların en büyüğü olur.
Nitekim
Çin, İran ile yaptığı anlaşmaya dayanarak yakında İran Körfezi’nde boy
göstermeye başlayacaktır. Rusya’nın Suriye üzerinden Kuzey Afrika’ya
sıçramasına bakılırsa, Çin’in İran Körfezi üzerinden daha geniş bir coğrafyaya
sıçrayacağını öngörmek kehanet sayılmaz. Zaten Çin’in son zamanlardaki
söylemlerine bakılırsa, artık takiyyeyi bırakarak sert bir dil ve saldırgan bir
tutum almaya başladığı açıkça görülür.
İsrail’in
güvenliği ABD için millî bir meseledir; ancak Biden zihniyeti Filistin’i de
dışlamadığı için yeniden iki devletli bir çözüm siyaseti izleyecektir ki bu
siyaset, Türkiye’nin de arzu ettiği bir siyaset biçimidir. Bu durumda
Filistin-İsrail hattında ABD ile çıkarlarımızın uyuştuğu söylenebilir. Ayrıca
Biden’in mesafeli durduğu Körfez’in gangesterleri niteliğindeki BAE ve Suud,
İran korkusu yüzünden Türkiye’ye yelken açmak zorunda kalacaklardır. Kukla
Sisi’nin de bu dönemde herhangi bir ağırlığının olacağını sanmıyorum.
Bu
itibarla, Libya’daki mevcut statüko ABD-Türkiye çıkarlarına uygun bir safhada
yürümektedir.
Türkiye’nin
Orta Asya bölgesi üzerindeki nüfuzu tartışılmaz bir boyuta gelmiştir. Kasım’da
Türk Devletleri Örgütü’ne dönüşecek bir yapının bütün altyapısı hazırlanmıştır.
Bu coğrafyanın Çin’in Bir Kuşak Bir Yol projesinin can damarı olduğunu
söylemeye gerek yoktur. Türkiye buradaki nüfuz gücünü masada joker olarak
tutacaktır. Bu bağlamda, Doğu Türkistan’ın Çin zulmü altında olması, ABD için
şu an konjonktürel önemde olması nedeniyle Türkiye, Uygurlar konusunda ABD ile
gerektiği kadar işbirliği yapabilir, ancak asla onun dümen suyuna girmez. Zira
Uygurlar ABD için sadece taktiksel bir kart, Türkiye için can ve kan bedeline
muhakkak kurtarılması gereken tarihî bir vecibedir. Şimdilik çıkarlar örtüşüyor
mu? Evet.
Doğu
Akdeniz ve Ege’de ABD, Türk tezlerine bigâne bir tavır takınıyor. Ancak bu tavır,
bizi bahane ederek tamamen Yunanistan’a sızmak ile alâkalıdır. Çünkü yarın
Çin’in Bir Kuşak Bir Yol projesi Avrupa’ya uzanırsa, ABD’nin Yunanistan ve
Bulgaristan üzerinden hat başını tutması lâzımdır. Zaten Afganistan’dan çıkması
bu hesapla alâkalıdır. Ayrıca ABD, bu bölgeden hem Rusya, hem de Türkiye’yi
kontrol edeceğini düşünmektedir.
Sonuç
olarak yarınki görüşme, Türkiye ile ABD arasında çok önemli bir satranç
müsabakasını andırmaktadır. Ancak bu satrancın yüz sorun ve sıkıntıyı içeren
bir sadrenc (sad: yüz; renc: sıkıntı eziyet) olduğu muhakkaktır.
Bu sebepten, bence taraflar bu satranc-ı sadrenci kıran kırana değil, akıllı, temkinli ve belli bölgelere kadar ilerleyen bir düzlemde oynayacaklardır. Şu an itibarıyla atları havalandırmak, fil ve kaleleri hareketlendirmek iki tarafın da işine gelmez. Hele vezire el atılacağını hiç sanmıyorum. Bu müsabakadan çok şey bekleyen ve âdeta bir şah-mat havası estiren aklı evvellere şu uyarıyı yapmakta yarar var: Yarın olacak olan, sadece piyonlara olacaktır, o kadar!