Bir politika masalı

Başka bir ulak daha geldi oğula yine bir gün. Bu yeni mektupta, deniz komşusu ülkeyle yapılan anlaşmayı hazırlayan vezirin, o ülke yönetimiyle ticaret yaptığı yazılıydı. Oğul, daha önceki mektuptaki bilgiden babasının haberdar olduğunu öğrendiği için bu kez, “O da biliyordur bunu” dedi.

ÜLKENİN birinde bir hükümdar ile oğlu vardı. Oğul, ülkesini ve babasını çok seviyordu. Ancak bir durumdan şikâyetçiydi: Babası, kendisini hiçbir kurumda görevlendirmemiş, onun sevgi ve vazîfe iştiyakına hiç olumlu cevap vermemişti...

Oğul sonunda pes etti ve babasını uzaktan izlemeye koyuldu. Babasının öğüdünü ise unutmuştu: “Beni çok yakın takip et!”

Anlasa, babasının kendisine verdiği tek görev buydu; onu çok yakından takip etmek…

Oğul içinde yetiştiği fikriyat ve aşkla doğrudan bir görev üstlenmeyi dilerken, hükümdarı takip etmekten nasıl bir fayda doğacaktı ki?

Oğlun, hükümdarın yanında yer alan birkaç kişi hakkında şüpheleri, hattâ nefret derecesine varan hisleri vardı. İstiyordu ki, babası onlardan derhâl kurtulsun…

Babasını uzaktan izlemeye koyulduğu süreçte fark etmedi ama atalar sözü hakikatini resmediyordu; gözden ırak olan, gönülden de ırak oluyordu…

Günler geçtikçe babasına dillendiremediği şikâyet, içinde volkana dönüşmüştü. Çok yakından takip etmekle tarif edilen görevini anlamayan oğul, babasına olan sevgisinde soğukluk hissetmeye de başlamıştı. Tabiî babası da onu yanında görmemenin endişesi, hüznü ve de gelecekte onun için düşündüklerinin doğru olup olmadığı hakkında bir şüpheyi taşır olmuştu…

***

Bir vakit geldi, komşu ülkenin düşmanca tavırları nedeniyle ülkede gerginlikler yaşandı. Hükümdar, o ülkeyle uzlaşması için etrafındaki bir vezir ile bir danışmanını komşu ülkeye gönderdi.

Bu durumu duyan oğul, hükümdarın bu tercihini hazmedemedi. Sağda solda babasının yanlış tercihte bulunduğunu dahi konuşur oldu.

Hükümdar, oğlunun bu tavrını öğrendi, üzüldü, ancak sabır göstererek bir tepki vermedi.

Sonra başka bir gün, deniz komşusu olan ülkenin donanmasının hareketlendiğini öğrendi hükümdar. Bu kez de diğer bir veziri ile danışmanını alıp bizzat o ülkeye giderek uzlaştı. Oğul, babasının bu tercihini de kabullenemedi…

Bir sürenin ardından oğul duydu ki, hükümdar köşkünde bazı değişiklikler olacak; beklemeye koyuldu, sesini çıkarmadığı gibi gölgesini dahi gizledi. İstedi ki, babası onu bulunduğu yerden çağırtsın, hattâ bizzat çağırsın…

O günlerde ülkede bir grup, güneydeki komşunun da teşvikiyle isyan hareketleri çıkardı. Bu hareketleri, hükümdarın vezirlerinden biri bastırıverdi. Köşktekilerin yerinden olacağını düşündüğü vezir, isyanı bastırarak halkın gözüne girmişti.

Hükümdardan beklenen değişiklik olmadı. Hattâ diğer vezir ve danışmanlarla arası açık olup da oğulun sevdiği bir danışman, görevinden alındı.

Bu gelişme üzerine oğul, babasından daha da uzaklaşma yoluna gitti. Hükümdarda ise, oğlunun basiret ve ferasetine dair soru işaretleri çoğaldı. Ancak biliyordu ki, oğlu asla yalan söylemez, adaletlidir, çalışkandır ve ülkesini çok sevmektedir…

***

Bir gün bir ulak, oğula bir mektup getirdi. Ulağın kim olduğunu, neci olduğunu bilmiyordu oğul. Mektupta, azledilen danışmanın hain olduğu yazılıydı.

Oğul, bu mektuptan babasının da haberdar olmasını istedi. Babasına yakın birine mektubu verdi ve öğrendi ki, hükümdarın mektupta yazılı olan bilgiden haberi vardı.

Başka bir ulak daha geldi oğula yine bir gün. Bu yeni mektupta, deniz komşusu ülkeyle yapılan anlaşmayı hazırlayan vezirin, o ülke yönetimiyle ticaret yaptığı yazılıydı.

Oğul, daha önceki mektuptaki bilgiden babasının haberdar olduğunu öğrendiği için bu kez, “O da biliyordur bunu” dedi. Ve gelen bu mektuptaki haberi babasından sakladı.

Daha sonra bir ulak daha geldi oğula. Bu ulağın getirdiği mektup, oğulu dehşete soktu. Deniliyordu ki, vezirlerden biri, hükümdara yapılacak darbe plânının içinde yer alacak…

Oğul bu kez, kendisine gelen son ulağın kim ve neci olduğunu araştırmaya kalkıştı.

Öğrendi ki, son ulak, ona hain olduğu söylenen vezirin adamıydı. İkinci ulak, bizzat deniz komşusuyla yapılan anlaşmayı hazırlayan vezirin adamıydı. Ve birinci ulak, babasının adamıydı. Hem de yıllardır kendisini izleyerek ikinci ve üçüncü mektuplardan da haberdar olmuş, oğulun vaziyet ve tercihlerini hükümdara bildirmişti.

Hükümdar, birinci ulağı, oğlunu getirmesi için görevlendirdi.

Oğul nazlansa da ulakla birlikte hükümdar babasının mâkâmına çıktı.

Hükümdar, oğluna, kendisine verdiği görevi yerine getirmediğini ve bundan sonrasında ona nasıl güvenebileceğini bilemediğini arz etti.

Oğulsa mahcuptu… Babası anlattıkça birinci, ikinci ve üçüncü sorunların neden o işlere atanan vezir ve danışmanlarla çözümlendiğini, görevden azledilen danışmanın sonrasındaki görevinin ne olduğunu ancak anlamıştı.

Babası ondan, yönetmeyi öğrenmesi için kendisine yakın durmasını dileyerek, başka hiçbir şeyle meşgul olmaması için onu herhangi bir kuruma asla atamayarak yorulmasını engellemek ve temiz kalmasını sağlamak istemişti.

Hâsılı, darbe uzaklaştırılmış, hain bilinenin sadâkati tescillenmiş, düzenbazlarla iş tutmanın fehmine varılmış ve elde sadece hicap kalmıştı…

Gökten üç elma düştü.

Biri “Niçin bu kimselerle iş tutuluyor?” diyenin, biri “Beni neden görmüyor?” diyen oğulun kafasına denk geldi…

Diğerini ne siz sorun, ne ben söyleyeyim…

Hükümdar erdi murâdına, biz çıkalım kerevetine…