ÜLKENİN birinde bir hükümdar
ile oğlu vardı. Oğul, ülkesini ve
babasını çok seviyordu. Ancak bir durumdan şikâyetçiydi: Babası, kendisini
hiçbir kurumda görevlendirmemiş, onun sevgi ve vazîfe iştiyakına hiç olumlu
cevap vermemişti...
Oğul
sonunda pes etti ve babasını uzaktan izlemeye koyuldu. Babasının öğüdünü ise
unutmuştu: “Beni çok yakın takip et!”
Anlasa,
babasının kendisine verdiği tek görev buydu; onu çok yakından takip etmek…
Oğul
içinde yetiştiği fikriyat ve aşkla doğrudan bir görev üstlenmeyi dilerken,
hükümdarı takip etmekten nasıl bir fayda doğacaktı ki?
Oğlun,
hükümdarın yanında yer alan birkaç kişi hakkında şüpheleri, hattâ nefret
derecesine varan hisleri vardı. İstiyordu ki, babası onlardan derhâl kurtulsun…
Babasını
uzaktan izlemeye koyulduğu süreçte fark etmedi ama atalar sözü hakikatini
resmediyordu; gözden ırak olan, gönülden de ırak oluyordu…
Günler
geçtikçe babasına dillendiremediği şikâyet, içinde volkana dönüşmüştü. Çok
yakından takip etmekle tarif edilen görevini anlamayan oğul, babasına olan
sevgisinde soğukluk hissetmeye de başlamıştı. Tabiî babası da onu yanında
görmemenin endişesi, hüznü ve de gelecekte onun için düşündüklerinin doğru olup
olmadığı hakkında bir şüpheyi taşır olmuştu…
***
Bir
vakit geldi, komşu ülkenin düşmanca tavırları nedeniyle ülkede gerginlikler
yaşandı. Hükümdar, o ülkeyle uzlaşması için etrafındaki bir vezir ile bir
danışmanını komşu ülkeye gönderdi.
Bu
durumu duyan oğul, hükümdarın bu tercihini hazmedemedi. Sağda solda babasının
yanlış tercihte bulunduğunu dahi konuşur oldu.
Hükümdar,
oğlunun bu tavrını öğrendi, üzüldü, ancak sabır göstererek bir tepki vermedi.
Sonra
başka bir gün, deniz komşusu olan ülkenin donanmasının hareketlendiğini öğrendi
hükümdar. Bu kez de diğer bir veziri ile danışmanını alıp bizzat o ülkeye
giderek uzlaştı. Oğul, babasının bu tercihini de kabullenemedi…
Bir
sürenin ardından oğul duydu ki, hükümdar köşkünde bazı değişiklikler olacak;
beklemeye koyuldu, sesini çıkarmadığı gibi gölgesini dahi gizledi. İstedi ki,
babası onu bulunduğu yerden çağırtsın, hattâ bizzat çağırsın…
O
günlerde ülkede bir grup, güneydeki komşunun da teşvikiyle isyan hareketleri
çıkardı. Bu hareketleri, hükümdarın vezirlerinden biri bastırıverdi.
Köşktekilerin yerinden olacağını düşündüğü vezir, isyanı bastırarak halkın
gözüne girmişti.
Hükümdardan
beklenen değişiklik olmadı. Hattâ diğer vezir ve danışmanlarla arası açık olup
da oğulun sevdiği bir danışman, görevinden alındı.
Bu
gelişme üzerine oğul, babasından daha da uzaklaşma yoluna gitti. Hükümdarda ise,
oğlunun basiret ve ferasetine dair soru işaretleri çoğaldı. Ancak biliyordu ki,
oğlu asla yalan söylemez, adaletlidir, çalışkandır ve ülkesini çok sevmektedir…
***
Bir
gün bir ulak, oğula bir mektup getirdi. Ulağın kim olduğunu, neci olduğunu
bilmiyordu oğul. Mektupta, azledilen danışmanın hain olduğu yazılıydı.
Oğul,
bu mektuptan babasının da haberdar olmasını istedi. Babasına yakın birine
mektubu verdi ve öğrendi ki, hükümdarın mektupta yazılı olan bilgiden haberi
vardı.
Başka
bir ulak daha geldi oğula yine bir gün. Bu yeni mektupta, deniz komşusu ülkeyle
yapılan anlaşmayı hazırlayan vezirin, o ülke yönetimiyle ticaret yaptığı
yazılıydı.
Oğul,
daha önceki mektuptaki bilgiden babasının haberdar olduğunu öğrendiği için bu
kez, “O da biliyordur bunu” dedi. Ve gelen
bu mektuptaki haberi babasından sakladı.
Daha
sonra bir ulak daha geldi oğula. Bu ulağın getirdiği mektup, oğulu dehşete
soktu. Deniliyordu ki, vezirlerden biri, hükümdara yapılacak darbe plânının
içinde yer alacak…
Oğul
bu kez, kendisine gelen son ulağın kim ve neci olduğunu araştırmaya kalkıştı.
Öğrendi
ki, son ulak, ona hain olduğu söylenen vezirin adamıydı. İkinci ulak, bizzat deniz
komşusuyla yapılan anlaşmayı hazırlayan vezirin adamıydı. Ve birinci ulak,
babasının adamıydı. Hem de yıllardır kendisini izleyerek ikinci ve üçüncü
mektuplardan da haberdar olmuş, oğulun vaziyet ve tercihlerini hükümdara
bildirmişti.
Hükümdar,
birinci ulağı, oğlunu getirmesi için görevlendirdi.
Oğul
nazlansa da ulakla birlikte hükümdar babasının mâkâmına çıktı.
Hükümdar,
oğluna, kendisine verdiği görevi yerine getirmediğini ve bundan sonrasında ona
nasıl güvenebileceğini bilemediğini arz etti.
Oğulsa
mahcuptu… Babası anlattıkça birinci, ikinci ve üçüncü sorunların neden o işlere
atanan vezir ve danışmanlarla çözümlendiğini, görevden azledilen danışmanın
sonrasındaki görevinin ne olduğunu ancak anlamıştı.
Babası
ondan, yönetmeyi öğrenmesi için kendisine yakın durmasını dileyerek, başka
hiçbir şeyle meşgul olmaması için onu herhangi bir kuruma asla atamayarak
yorulmasını engellemek ve temiz kalmasını sağlamak istemişti.
Hâsılı,
darbe uzaklaştırılmış, hain bilinenin sadâkati tescillenmiş, düzenbazlarla iş
tutmanın fehmine varılmış ve elde sadece hicap kalmıştı…
Gökten
üç elma düştü.
Biri
“Niçin bu kimselerle iş tutuluyor?”
diyenin, biri “Beni neden görmüyor?”
diyen oğulun kafasına denk geldi…
Diğerini
ne siz sorun, ne ben söyleyeyim…
Hükümdar
erdi murâdına, biz çıkalım kerevetine…