“GÜNDOĞUMU diye bir şey var”
diyorlar. Yeni bir gün doğuyor ve müjdeli haber duyuruluyor. Yeni bir gün… O da
ne öyle? Şu âna kadar hangi gün farklıydı ki?
“Gün”
dediğin, Dünya’nın kendi etrafında dönüşünü 24 saat içerisinde tamamlamasıyla
oluşan zaman birimi. Yeni gün diye bir şey yok! Gün, yalnız bir ay içerisinde
otuz kere başlayıp bitiyor. Zaten kimin dünüyle bugünü farklı? Dün saat
06:00’da uyandım ve 08:00’da dersim başladı. 16:15’te evdeydim ve tahminimce
00:00 gibi uyudum. Bir tek hava durumunu uyduramıyorum şu programa. Hiç
istediğim gibi olduğu yok.
Üniversite
sınavında ilk 100’e girmek hedefim; en iyi üniversiteyi kazanınca hava durumunu
sabitlemek üzerine çalışmalar yapacağım. Oda sıcaklığı, ülkemizde 25 derece
kabul görülüyor fakat dünya genelinde 20 derece. O zaman hava da bundan sonra
bu sıcaklıkta ve parçalı bulutlu olacak. Böylece kimse havanın bu dengesiz
tavırlarını çekmek zorunda kalmayacak. Düşünün, kışlık kıyafet almanıza artık
gerek yok. Tüm yazlık ve kışlık kıyafetlerinizi çöpe atıp dolabınızı yüzlerce
baharlık kombinelerle doldurabilirsiniz. Ne kadar heyecan verici, tıpkı
filmlerdeki gibi! Paranızı sonuna kadar bunun için harcayabilirsiniz…
Kütüphanem
kitaplarla dolmuş, her birinin kapağı ayrı güzel. Hiçbirini okumaya fırsatım
olmadı. Ama estetik duruyor. Ben de kaliteli bir birey olarak kitaba para
vermekten kaçınmıyorum. Hattâ geçtiğimiz gün Necip Fazıl’ın kitabına bir göz
attım. Diyor ki, “Allah’ın on pulunu bekleyedursun on kul/ Bir kişiye tam
dokuz, dokuz kişiye bir pul!”. “Vay be!” dedim, “O zaman biz ne yapıyoruz?
Dokuz pul alanlardan olmak için çalışıyoruz”. Sonrasında âniden matematikçiden
gelen mesajla kitabı bıraktım: “Performans ödevi: Bin soru çözün!”
“Hocam,
bari beş yüz olsaydı! Hayır, bizi makine mi zannediyorlar? Zaten okulda bu
hafta toplam 217 soru çözmüşüz. Okulda çözdüklerimi göstersem fark eder mi? 5
haftada bin 85 soru ediyor zaten. Aman, bir de fark ederse alnımıza “hileci”
damgası vurdururuz, en iyisi cevap anahtarından geçireyim! Aradaki soruları
çözersem yuttururum. Bizi yönetemezler böyle! İstediğimi yapacağım. Dokuz pul
alacağım!” gibi şeyler düşündüm. Kitaplar düşünce kabiliyetimizi güçlendiriyor.
Öğretmenlik
de kıyak meslek! Sabah sekiz, akşam dört... Sonra kanepeye uzatıp ayaklarını,
elinde kumandayla rahat rahat otur. Bir iki bak kitaba, sınav hazırla, puan
ver... Maaşı yeter de artar... Öğrencilik daha zor! Öğretmenlere saygı duymaya
çalışıyorum, duymazsam puanım düşüyor, malûm. Zamane öğretmenlerinin en büyük
sorunu, devamlı öğrenciyle iyi iletişim kurma çabası. İşini yapsana, neden beni
rahatsız ediyorsun! Ayrıca sürekli onlardan eksik olarak bizim insanî
ilişkilerimizin kötü olduğundan, özellikle de ruhsuz olduğumuzdan
bahsediyorlar. Hattâ anne babalarımız bile bunları söylüyor. Biliyorum, siz de
farkındasınız!
Ruh…
Bunun üzerine düşünemiyorum. Sanki birileri yürümek istediğim yoldan beni
alıkoyuyor gibi hissediyorum. Duygu kavramı, sofistike bir düşünce türü olmalı.
Bilmiyorum. Ama sanki kaybettiğim bir şey gibi anımsıyorum onu. Bu kimseyi
ilgilendirmez. Onların bunu bana anlatıyor oluşu da baştan saçma! Fakat yine de
sokaktaki reklâm afişlerinde, kırmızı ve sarı amblemli fastfood dükkânlarında
veya televizyondaki sıradan herhangi bir dizide benden bir şeyler çalındığını
hissediyorum. Beni vitrindeki cansız mankenlere benzetmeye çalışan mağazalarda,
beynimin işlevini kaybettiğini, çünkü bende olanın sömürüldüğünü fark ediyorum.
Durun, öyle kendimi ezmeye hiç niyetim yok! Madem bizim robotlaşmamızı
istiyorlar, biz de robotlaşırız.
Özgürlük
ne, biliyor musunuz? İnanmak! Mutlak hâkimiyete inanmak... Dönen dünyada
insanların yuvarlanmamasının -şükürler olsun- sebebi bu kurumlar! Mağazalar,
marketler, çığırından çıkan teknoloji... Sürekli ilerleyen bir teknoloji olmasa
ne olur, hiç düşündünüz mü? Yeni bir telefon alamazsınız, çünkü buna gerek
duymazsınız. Ne korkunç! Bir dakika, bu bir sorun oluşturur mu? Bilmiyorum. Ama
ne önemi var, değil mi? Hepimiz yeni bir şey alma ihtiyacıyla doğmadık mı?
Tabiî bu sonradan bize kazandırılmış olamaz; çünkü eğer bir ruh varsa, tüketim
ruhumuzun gıdasıdır. Bu yüzden de ruhumuz mutlak güce satılıktır! Yani körü
körüne bağlanırsak, özgür olacağız! Her şeyimizle teslim olmalıyız...
Bunlar
benim düşüncelerim mi, bilmiyorum, ama tek doğru bu!
Şimdi
duyun sesimi kocaman insanlar! Ben özgürüm ve kimse beni köle edemeyecek!