Bir özge üslûp: Nef’iyâne edâ (2)

Nefî’nin söyledikleri etrafında dikkatler daha çok onun övgü ve yergilerine odaklandığı için, onun üslûbunun asıl taraflarından birini yapan irfana doğru yürüyen şuh bir rindin söylemleri göz ardı edilir. Oysa Nef’î’nin en şaşırtıcı yönlerinden biri bu üslûp içinde gizlidir.

İkinci üslûp: Medhiyye

NEF’Î’nin medhiyye konusunda tek bir üslûbu yoktur. O bu bapta birbirinin içine geçmiş bir şekilde yer alan üç farklı üslûp kullanır. Onun medhiyyede kullandığı üslûp yöntemlerinden biri, muhatabın yetkinliğine ait bir yöntemdir. Şayet muhatap medhiyyenin kendisi için sayıp döktüğü nitelikleri karşılayan bir eylemin sahibi değilse övülen değil, yerilen bir memduha dönüşmektedir.

Nef’î’nin bu bapta metin içinde çok zekice işleyen ironik bir dil icat ettiğini söylemek mümkündür. Ne dediğimizi örneklemek için onun İkinci Osman övgüsündeki şu kasidesinin giriş beyitlerine bir göz atmak kâfidir:

“Âferîn ey rûzgârın şehsüvâr-ı safderi/ Arşa as şimdiden geri tîg-ı Süreyyâ cevheri/ Pâre-i elmâsdır seng-i fesânı neyler ol/ Çarha çekme bir dahi şemşîr-i vâlâ gevheri/ Serfirâz ettin livâülhamd-i dîn-i Ahmed’i/ Kâfire gösterdin elhakk destbürd-i Haydar’ı/ Tîgına nola yemîn eylerse rûh-ı Murtazâ/ Bir gazâ ettin ki hoşnûd eyledin Peygamberi.”

İkinci Osman’ın Lehistan Seferi münasebetiyle söylenmiş olan bu kasideye, şairin daha başta “Âferin” diye girmesi, dilinin altında övgü kılıklı bir yergi olan istidraki sakladığının açık bir göstergesidir. Kasidedeki mutantan dile karşılık, gerçekte Lehistan Seferi’nin askerî açıdan neredeyse neticesiz bir sefer olması ve bu seferin sonuçlarının padişah için hiç de hayra alâmet olmaması göz önüne alınırsa, şairin yüksek övgü kılıklı bu mutantan dille muhatabına ironik bir övgü dizdiği anlaşılır. Bütün kaside, memduha yapamadıklarını yapmış gibi gösteren abartılı bir dille yürür ve şair daha başta bunun acı bir kurgu olduğunu “âferin” sözcüğüyle açıklar. Nef’î’nin bu üslûba hangi kasidelerinde başvurduğunu anlamak için bu kasideleri muhatabın liyakati açısından ele alan bir çalışma son derece yerinde olacaktır.

Nef’î’nin övgüleri, lâyık bir memduh bulduğunda neredeyse bir ferman diline dönüşür. Şair bu bağlamda âli üslûp üzere yazdığı uzun bir övgü cümlesini, birbirini izleyen dalgalar hâlinde beyitlere taksim eder. Bu durumda bütün beyitler tek bir cümlenin bileşenleri hâlinde göz önünden geçit resmi yapar: Nef’î’nin Dördüncü Murat övgüsündeki şu kasidesi, bu üslûbunun son derece başarılı bir örneğidir:

“Ol âfitâb-ı saltanat ol şehsüvâr-ı memleket/ Cem bezm ü Hâtem-mekremet memdûh-ı esnâf-ı ümem/ Ablaksüvâr-ı rûzgâr âşûb-ı Rûm u Zengbâr/ Leşker-şikâr-ı kâmkâr Behrâm-ı Âferîdûn alem/ Pîrâye-i mülk ü milel sermâye-i dîn ü düvel/ Ki olmuş nasîbi tâ ezel tâc-ı Ferîdûn taht-ı Cem/ Hâkân-ı Osmânî-neseb ki münderic zâtında hep/ İslâm-ı Fârûk-ı Arab ikbâl-i Pervîz-i Acem/ Sultân Murâd-ı kâmrân-efsürde vü kişversitân/ Hem pâdişeh hem Kahramân sâhibkırân-ı Cem haşem/ Şâhenşeh-i ferhunde baht ârâyiş-i dîhîm ü taht/ Bahtı kavî ikbâli saht İskender-i Yûsuf şiyem/ Şâh-ı cihânârâ mıdır mâh-ı zemînpîrâ mıdır/ Behrâm-ı bîpervâ mıdır yâ âfitâb-ı pür kerem/ Şâhâne meşreb Cem gibi sâhibkırân Rüstem gibi/ Hem Îsâ-yı Meryem gibi ehl-i dil ü ferhunde dem.”

Bu kasidenin dili ile Kanunî Sultan Süleyman’ın Fransa Kralı Fransuva’ya yazdığı Ben ki sultanü’s-selâtin ve bürhânü'l-havâkîn” ibareleriyle başlayan fermanın dili arasındaki akrabalığa dikkat etmek lâzımdır. Nef’î’nin bu tip kasidelerde, şiirin imkânlarıyla özge bir ferman dili inşâ ettiğini görüyoruz. Bu üslûpta dil memduhla ve memduh da bu dille örtüşür.

İster ironik dille kurgulanmış olsun, isterse gerçek bir memduhu övmek için yazılsın, Nef’î’nin kasidelerinde kullandığı üslûp, âlî bir üslûptur. Elbette bu üslûbu Nef’î’ye özgü bir üslûp sayamayız. Klasik şiirin hemen bütün kasideleri bu üslûp üzere yazılır, ancak Nef’î’nin bu üslûba getirdiği yenilik onu kendine özgü bir vokabüler ile kurmasıdır. Nef’î’nin başarısı, daha önce övgü maksadı için bir araya getirilmemiş kelime ve terkipleri bir araya getirerek yeni bir medih dili kurmasıdır. Bu dil, Anadolu Türkçesinde estetik kullanımı Yunus Emrelere kadar çıkan, kozmik olan ile (Özdemir, 2017; 6-7) mitik olanın harmanlandığı yeni ve farklı bir övgü dilidir.

Nef’î’nin medihde kendine özgü bir üslûp haline getirdiği üçüncü yön ise, gazellerde temeddüh beyitleri şeklinde görmeye alıştığımız, şairlere ait poetik düşüncelerin ilk defa belirli bir sistem dâhilinde “fahriye” adıyla kasidede bir bölüme dönüşmesidir. Aslında Nef’î bu bölümü, seleflerinin kasidelerinde birkaç beyit hâlinde gördüğümüz fikirleri, poetik okumaya uygun bir zemin hâline getirir. Onu bu şekilde bir üslûp düzenlemesine götüren etken ise, kasidedeki memduhun mülkün sultanı olmasına karşılık onu övenin de söz sultanı olması fikridir. Şair her ne kadar övücü unsur olsa bile söz sultanlığı itibarıyla o da bir memduh hüviyetindedir. O hâlde bu sultan da mülkün sultanı gibi övgüye değerdir. Onun medhiyyeden fahriyeye geçerken girizgâh olarak kullandığı şu beyitler, zamanın hâkânı ile devrin Hâkânî’sinin övgüde eşdeğer olduklarını ikaz eder:

“Ben o Hâkânî-i ahdim ki benim memdûhumun/ Âsitânrûb-ı sarâyı devlet-i Hâkân bulur/ Sen bir şeh-i zîşânsın şâhenşeh-i devrânsın/ Yanî ki sen hâkânsın devrinde ben Hâkânî’yim.”

Nef’î, hâkân ve Hâkânî kelimeleri üzerinde söz oyunu yaparak, kasidede memduh ile mâdihi ustaca birleştirerek birbiriyle aynileştirir. Böylelikle memduhuna ait övgüler ile onu övene yapılan övgüleri aynı figürde birleştirerek kendisinden memduha ve memduhtan kendisine akan bir övgü üslûbu kurar. Bu üslûp sayesinde memduha yöneltilen her övgü kendisine ve kendisine yöneltilen her övgü memduha dâhil olarak aynı metin içinde çifte bir övgü lisanı hâlinde bütün kaside boyunca devinir durur.

Nef’î, “sözüm” redifli kasidesinde fahriyeyi şiirin başına alarak klasik kaside nizamında memduha ait alanı bir nevi işgal eder. Bunu yapmaktaki maksadı, fahriye memduhu olarak kendisini, medhiyye memduhu ile aynı kefede görmesidir. Bunu kendisi maksatlı yapar, ancak okuyucuda da bir idrak ve alışkanlık değişimi bekler.


Üçüncü üslûp: Rindin ârife dönüşmesi

Nefî’nin söyledikleri etrafında dikkatler daha çok onun övgü ve yergilerine odaklandığı için, onun üslûbunun asıl taraflarından birini yapan irfana doğru yürüyen şuh bir rindin söylemleri göz ardı edilir. Oysa Nef’î’nin en şaşırtıcı yönlerinden biri bu üslûp içinde gizlidir. Okuyucu nasıl olur da aşırı övgüler ve yer dibine batırıcı yergiler arasında gidip gelen şairin neşeli bir rind ve hoşgörülü bir ârife dönüştüğü sorusunun cevabını kolayca veremez. Rindâne ve ârifâne üslûp, Nef’î’nin iki uç arasında gidip gelişini dengeleyen farklı bir üslûptur. Bu üslûp da şairin yine kendisine özgü bir bilinç ile inşâ ettiği özgün bir üslûptur. Bu üslûp kendi içerisinde iki kademe hâlinde ilerler.

Nef’î birinci kademede şuh ve şen bir rind üslûbuyla karşımıza çıkar. Onun “Esdi nesîm-i nevbahâr” sözcükleriyle başlayan bahariyyesinin beyitleri bize, şuh bir rindi bütün yönleriyle görmemizi sağlayan bir manzara sunar.

“Gül devri ayş eyyâmıdır zevk u safâ hengâmıdır/ Âşıkların bayramıdır bu mevsim-i ferhunde dem/ Dönsün yine peymâneler olsun tehî humhâneler/ Raks eylesin mestâneler mutrıblar ettikçe nagam/ Bu demde ki şâm u seher meyhâne bağa reşk eder/ Mest olsa dilber sevse ger mazûrdur şeyhulharem/ Yâ neylesin bîçâreler âlüfteler âvâreler/ Sâgar sunar mehpâreler nûş etmemek olur sitem/ Yâr ola câm-ı Cem ola böyle dem-i hurrem ola/ Ârif odur bu dem ola ayş u tarabla mugtenem/ Zevkı o rind eyler tamâm ki tuta mest ü şâdkâm/ Bir elde câm-ı lâle-fâm bir elde zülf-i hambeham.”

Nef’î’nin şuhluk evresinin (İpek, 2021) canlı bir tanığı olan bu metin, ona özgü şuhâne üslûbun da bir numunesidir. Nef’î’nin henüz bu evrede rind ile ârifi iç içe geçmiş bir hâlde değerlendirdiği görülür. Burada rind âriften, ârif de rindden farksız bir biçimde aynı mevsimi ve aynı meclisi idrak ederek maddî haz ve zevkleri en üst düzeyde yaşarlar. Lâkin Nef’î, ürettiğiyle yetinen ve bulduğuyla avunan bir insan değildir. Onda daima “yeni mânâlar bulma gereği” (Özdemir, 2020: 14 B) kurucu ve inşâ edici vasfının bir özelliği olarak daima mevcuttur. O, yaşının ve deneyimlerinin seyrine bağlı olarak rindin surette kaldığının farkındadır. Bu durumda yapılması gereken şey, rindin suretten geçen ârife doğru evrilmesi olayıdır:

“Zâhid ol rind ol hemen sûrette kalma ârif ol/ Âlem-i manâda hükm-i pâdişâhî böyledir.”

Ancak Nef’î’nin dönüşmeyi murad ettiği ârif, dervişlik süreciyle erişilen âriften ayrıdır. Ama netice itibarıyla bu âriften gayrı da değildir. Nef’î’nin zevk ve sefa meclislerinin ayrıntı ve inceliklerine dair dikkati, ârife dönüşme sürecinde âlem-i mânâya yönelir. Onun bir tarikata mensup olduğunu gösteren sağlam delillerden mahrumuz, ancak dîvanında Mevlâna’ya yazdığı naat, onun kendisini manen Mevlâna’ya mensup hissettiğini gösteriyor (Pür, 2021). Bu durumda Nef’î’nin Mevlâna’nın eserlerine ve bunlar etrafında oluşturulan şerh külliyatına vâkıf olduğunu ileri sürmek mümkündür. Özellikle onun Tuhfetü’l-Uşşâk’ta ipuçlarını verdiği irfânî dünyaya kendine özgü bir cezbeyle dâhil olmasını, onun Mevlevî literatüründen gelen bir bilgiyle cezbe ve vahdet kavramları etrafında (Özdemir, 2020; 18-19 A) yeni keşiflerle farklı bir dünyanın kapısını açtığını ileri sürebiliriz.

Nef’î’nin Tuhfetü’l-Uşşâk’ında bir rindin ârife dönüşme macerası kendine özgü tabirlerle açıklanır (Cengiz, 2019, Tarlan, 1964). Nef’î’nin burada vahyin kaynağına doğru bir yürüyüşü ve bu yürüyüşten gelen tecelliler, yeni bir dil ve üslûp biçiminde karşımıza çıkar. Nef’î’nin bahsettiği vahiy, “yaratılmış bir söz değil, Allah’ta bulunan tek bir mânâdır” (Yiğit, 2021).

Nef’î bu tek mânâdan hareketle İlâhî sırları bir vahdetin yansıması olarak görür ve yansıma yeri olarak da gönle işaret eder. İşte Nef’î’nin rindlikten ârifliğe giden macerası, gönlün zevkî hâllerin tercümanlığından vicdanî hâllerin (ahvâl-i vicdanî) tercümanlığına dönüşmesiyle mümkün olur. Böyle bir gönle Hakk’ın gizli feyzi hücum eder ve vahyin o kendine özgü tek ve yüce mânâsı binbir biçimde dile gelen gayb armağanları şeklinde dize ve beyitlere dönüşür. Nef’î’nin irfanî beyitlerinin temel karakteri, hasretle vuslat arasında bir üslûpla yazılmalarıdır. O bu üslûpta içtiği kadehleri bir tarafa atarak, içemediği kadehlerin peşine düşerek hasreti tercih eder. Ona göre vuslat rindin, hasret ise ârifin ilkesidir. Nef’î’nin “gizli hücumun feyzi” dediği şeyler, tasavvuftaki tecellilere tekabül eder. Artık o, bu tecellileri söz hâline getirecek ve şunları söyleyecektir:

“Tûti-i mu’cize-gûyem ne desem lâf değil/ Çerh ile söyleşemem âyinesi sâf değil/ Ehl-i dildir deyemem sinesi sâf olmayana/ Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil/ …/ Ukde-i ser-rişte-i râz-ı nihânîdür sözüm/ Silk-i tesbîh-i dür-i seb’a’l-mesânîdür sözüm/ Bir güherdür kim nazîrin görmemişdür rüzgâr/ Rûzgâra âlem-i gayb armağanıdur sözüm…”

Sonuç

Nefî gibi kendi şahsına özgü bir şaire ait üslûp biçimlerini bütün ayrıntılarıyla böylesine kısıtlı bir yazıda tüm renkleriyle aktarmak elbette mümkün değildir. Lâkin bu kısa yazı çerçevesinin prizmasından bakıldığında bile onda bir üslûptan değil, birbiri içine geçmiş farklı üslûplardan bahsetmenin mümkün olduğu görülecektir.

Bu yazıda Nefî’nin şiirdeki üslûpları “hicviye, medhiye ve irfan” başlıklarında toplanarak, okuyucuyu, şairin bu başlıklar altında iç içe girmiş farklı üslûp denemeleri oluşturduğu sonucuna götürülmek istenmiştir.

 

Kaynakça

Akkuş, M. (1998). Nef‘î ve Sihâm-ı Kazâ. Ankara: Akçağ Yayınları.

Akkuş, M. (2018). Nef‘î dîvânı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, https:// ekitap.ktb.gov.tr/ Eklenti/ 57741, nefi-divani pdf. pdf?0 Erişim Tarihi: [23.12.2021]

Atalay, M. (2019). Nef’î Farsça Divân Metin-Çeviri. İstanbul: Demavend Yayınları.

Avşar, Z. (2003). Nef’î’ninHayal Kavramına Yaklaşımı, Bilig, (24), 89-114.

Cengiz, A. (2019). Hâkânî’nin Bahrü’l-Ebrâr’ına Nef’î’nin Naziresi; Tuhfetü’l-Uşşâk, VI. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu, 13-15 Haziran, Bakü.

İpek, A. (2021). Nef’î ve Nedîm’in Şiirlerinde Şûhluk. Hikmet - Akademik Edebiyat Dergisi, 193-202.

Özdemir M. (2020 A). Şebistan-ı hayal Şerhi’nin Nasihat Faslında Tasavvufî Anlamlarıyla Ele Alınan Kavramlar ve Şarihin Muhataba Mesajı. Osmanlı Edebî Metinlerinin Anlam Dünyası Sempozyumu, 12-13 Mayıs, Bilecik. 144-158.         

Özdemir M. (2020 B). Kuramsal Açıdan Klasik Şiir Estetiği, Mazmundan Poetikaya, İKSAD, 13-27.

Özdemir, M. (2017). Yunus Emre’de Kozmolojinin Sunumu. Journal of Turkish Language and Literature, 6 (3), 493-518.

Pür, İ. (2021). Şair Nef’î’nin Şiirlerinde Allah, Hz. Muhammed ve Mevlânâ Sevgisi’ne Yönelik Dinî Unsurların Değerlendirilmesi. Turkish Academic Research Review, Özel Sayı, 125-146.

Şentürk, A. A. ve Kartal, A. (2009). Eski Türk Edebiyatı Tarihi. Dergâh Yayınları.

Tarlan, A. N. (1964). Nef'i ve Tuhfetü'l- Uşşak Tercümesi. İstanbul.

Vanlı, M. (2021). Divân Şiirinde Ahlâk-ı Zemîme Tasavvuru. Sufiyye, 281-314.

Yiğit, H. (2021). Nef'î'de Sözün Kaynağı. Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, 5 (4), 2279-2302.