
HER edebiyat
geleneğinde olduğu gibi Osmanlı edebiyat geleneğinde de şair çok, ancak üslûp
sahibi şair azdır. Bu nedretin temelinde bir ince sanat olan edebî sözün mânâ
yönünden tümüyle kuşatılmasının zorluğu yatar.
Bir
söz sanatı olan şiirin belirli bir tarz ve üslûpla diğerlerinden ayrışan
şairler yetiştirmesi çok sık rastlanan bir durum değildir. Böyle bir üslûbu
kuracak şairin asırların düşünce, dil ve söz birikiminin üzerine gelmesi
gerekir. Ancak, “Her edebî birikim, üslûp sahibi bir şair çıkaracak” diye bir
kural yoktur. Sözgelimi, Dîvan şiiri her türlü birikimiyle 19’uncu asra
taşındığı hâlde, o asır, bu büyük birikim içerisinden tarz ve üslûbuyla öne
çıkan bir şair yetiştirememiştir. Şu halde üslûp sahibi bir şairin ortaya
çıkması için zamanın ruhu ile edebî ortamın örtüşmesi gerekir. Bu şartlardan
biri yerine gelmediği takdirde söz konusu birikim, o birikime lâyık bir şair
çıkaramaz.
Necâtî
Bey’i, klasik edebiyatın özgün üslûp sahibi ilk şairi saymamız yanıltıcı olmaz.
Zira kendisinden önce büyük şair sayılan Şeyhî ve Ahmed Paşa’nın mütercem
şairler olduklarını tezkireler kaydeder. Onların Türk güzeline Fars elbisesi
giydirmesine mukabil, Türk güzeline Türk kumaşı biçen ilk üstad şair Necâtî
Bey’dir. Necâti Bey’in atasözü ve deyimleri bir üslûp estetiği olarak mahirâne
bir şekilde kullanması haleflerinin önünü açmış ve onun bu üslûbu, kurduğu
mektebi takip eden Zâtî ve Hayâlî Bey gibi ara nesil şairlerce Bâkî’ye ulaşmış
ve bu mektep, kendi tarzının zirvesi olarak Bâkî gibi bir şairle söyleyişin
zirvesine çıkmıştır. Bâkî’nin özellikle gazelde ulaştığı vezin, şekil, ses ve ahenkten
oluşan estetik yetkinlik, kendisinden sonra gelen şairlerin önüne aşılması zor
bir set kurmuştur.
Bâkî’den
sonra gazel tarzının yeni bir şey söylemekten ziyade Necâtî-Bâkî mektebinin
buluş ve söyleyiş özellikleriyle oyalanması bu yüzdendir. Ne demek
istediğimizin daha iyi anlaşılması için Pervâne Bey ve Edirneli Nazmî’nin
devasa nazire mecmualarını dikkatli bir gözle taramak kâfidir. Bu mecmualarda
yer alan binlerce gazelin edebî ve estetik zevkini büyük ölçüde Necâtî Bey-Zâtî-Bâkî
mektebinin idare ettiği görülür. Bu mecmualarda hâkim zevk ve sesin de yine bu
mektebin zevk ve sesi olduğu bir gerçektir. Bu itibarla, bu iki devasa mecmua,
bir büyük koronun aynı şarkıyı seslendirmesine benzer.
Nef’î,
işte ilk klasik şiir mektebinin son büyük şairi olan Bâkî’nin İstanbul edebî
muhiti üzerindeki gölgesinin çekilmesine müteakip İstanbul edebî muhitinde
beliren bir büyük edebî sîmâdır. Nef’î’nin kendisinden önceki Necâtî-Bâkî
mektebinin birikimi üzerinden yeni bir ses, tarz ve üslûp bulması zor olmadı.
Bir söyleme ve kendini gösterme cehdiyle dolu olan bu serazad ve hırçın taşra
çocuğu, kısa zamanda zamanın ruhuna uygun bir lisan yakalayarak kendi üslûbu
üzere kendi edebî mektebini kurar. Her ne kadar Nef’î’nin Dîvan şiirine
getirdiği yeniliği bir mektep gibi nitelesek de bu mektep, şairin sağlığında, kendi
şahsiyetinden kaynaklanan nedenlerden dolayı, üstat ve talebesinin bizzat
kendisi olduğu bir mekteptir.
Nef’î’nin
dâhil olduğu İstanbul edebî muhiti, Osmanlı Devleti’nin büyük ihtişam devrinin
hemen akabinde gelen bir çözülme dönemi muhitidir. Bu dönem içinde devletin
siyasal ve askerî yönden zayıflaması, ekonominin eski gücünü kaybetmesi ve
değerlerin gözle görülür bir şekilde yıpranması, ilk göze çarpan şeylerdir.
Nef’î, şairlik kudreti yönünden genelde kısır olan bir edebî ortam içerisinde, üslûbundaki
güzellik ve şiirlerindeki debdebe yönünden (pürtumturak u hoşedâ) velut bir
vahayı andırır.
Nef’î’nin
yaşadığı asrın en belirgin özelliklerinden biri, şairlerin memduhlarına erişebilmek
için kıyasıya bir rekabet içerisinde olmalarıdır. Böyle bir rekabet ortamının
sonucu olarak şairler şiirde zorunlu iki tercihle karşı karşıya kalırlar. Bu
tercihli şiir tarzlarından biri, memduhun ihsanına ulaşmak için zaruri olan “methiye”,
diğeri de o memduha kendisi gibi ulaşmaya çalışan şairleri gözden düşürmeye
yönelik bir şiir türü olan “hicviye”dir.
Özellikle
bu asırda hiciv ve hezlin gözle görülür bir biçimde artması, toplumun talebiyle
de alâkalıdır. Bu öyle genel kabul gören ve yaygın bir taleptir ki, bu ortam,
zamanın padişahını bile aynı şeyin talibi hâline getirir. Nitekim Dördüncü Murad’ın
Revan Köşkü’nde Nef’î’nin “Siham-ı Kaza”sını okuması (Şentürk-Kartal, 2009) bu
durumla alâkalıdır. Öyle anlaşılıyor ki, edebî muhitin dinamikleri, şairlerin
gladyatörler gibi şiir arenasına çıkıp birbirlerini helak etmelerinden
hoşlanıyordu.
İşte
Nef’î’de iki önemli üslûp özelliği olarak gördüğümüz medih ve hiciv, onda biraz
da bu ortamın beklentisini karşılamak için harekete geçmiş kalem ürünleriydi.
Elbette o dönemdeki bütün şairler de aynı şeyi yapıyor, kaside ve hicivde
rakiplerini geride bırakmayı amaçlıyorlardı. Ancak bunu yaparken sadece manzume
söylüyor ve gerçek şiirle temas etmekten uzak kalıyorlardı. İşte bu dönemde
kaside ve hicvi kendine özgü bir dil hâlinde toparlayıp onlara “Nef’îyâne edâ”
dediğimiz damgayı vuran yegâne şair, Nef’î’dir!
Bu
kısa açıklamadan da anlaşılacağı üzere, Nef’î, hem kaside, hem de hicivde
kendine özgü bir dil ve üslûp oluşturur. Araştırıcılar Nef’î’yi temelde bu iki üslûp
üzerinden ele alırlar ancak onun Dîvan’ına biraz daha içten bakıldığında bu iki
üslûbun yanında onu bize farklı bir cepheden gösteren üçüncü bir üslûp olarak
da “irfanî üslûp” görülür.
Şimdi bu üslûpları yakından inceleyerek Nef’î’nin bu farklı üslûplarla kendisine nasıl bir edebî yön belirlediğini görelim...
Birinci
üslûp: Hicviyye
Nef’î,
hicivlerini çok önemseyen bir kişiliktir. Bu hicivler onun zamaneye bir sitemi
niteliğindedir. Şair, en galiz küfürlerle rakiplerine ne kadar saldırırsa
saldırsın, neticede bu ağır hiciv okları, hasımlarını da aşarak daima feleğe
yönelir. Zira şairin hicivde asıl muhatabı “baht-ı nâsâz”ıdır.
Edebiyat
araştırmacıları, Nef’î’nin hiciv mecmuası olan “Siham-ı Kaza”dan söz
açtıklarında genel itibarıyla bu mecmuada yer alan şiirlerdeki üslûbu Nef’î ile
pek bağdaştıramazlar. Onlara göre bu mecmuadaki şiirler, dil ve ifade açısından
zayıf ve nakıs şiirlerdir. Bunları galiz, sıradan, bayağı ve berbat şiirler
olarak görürler. Ancak bu şiirlere dönemin hiciv anlayışının gereği olan
küfürlere takılmadan bakıldığında, Nef’î’nin bu hicivleri iki yönlü bir ölçüt
olarak inşâ ettiğini görürüz.
Öncelikle
şu hususu belirtmekte yarar vardır: Hicivden edebî kudret beklemek beyhude bir
beklentidir. Hicvin gayesi yüksek edebî kudret göstermek değil, rakibi toplum nazarında
itibarsızlaştırmaktır. Kavganın dili, sanatın diline benzemez zira.
Nef’i’nin
hiciv oklarına muhatap olan iki kesim görülür: Şairler ve yöneticiler.
Nef’î’nin şairlere yönelik hicivleri, sövüp saymalarına bakılmazsa poetik bir
vadide yürür. O, hangi şairi diline dolarsa dolasın, neticede onu şairlik yönünden
itibarsızlaştırır.
Bu
işi yaparken bazen doğrudan doğruya poetik bir eleştiri dili kullanır: “Nev‘izâde saña mîrâs-ı pederdür yâve/ ‘Ömri zîrâ pederüñ yâve demekle geçmiş.” (Siham-ı
Kaza, Mukatta’ât 54)
Dikkat
edilirse şair, burada Nev’îzâde Atâyî’yi yererken, onun şiirini, babası
Nev’î’nin şiiri ile birlikte tenkit eder. Nef’î’ye göre hem Atâyî, hem de
babası Nev’î, şairlik yönünden doldurma sözlerle şiir yazan sıradan şairlerdir.
Nef’î, burada “yâve söyleme” tabirini
belîğ veya şiirsel sözün tam zıddı olarak ifade eder. Bu durumdan anlaşılır ki,
Nef’î, “yâve” sözcüğünü “gerçek şiirin ruhuyla bağdaşmayan sıradan manzumeler”
anlamında kullanır. Bu durumda şair bize, gerçek şair ile manzumeci şair
arasındaki ayrımı kavratmak ister.
Nef’î,
herhangi bir şairi hicvederken, bize ondaki kusurları anında karikatürize eden
bir göze sahip olduğunu da gösterir. Bu tip hicivlerde hicvin doğasından gelen
sataşma ve küfürler bir yana, Nef’î, rakibinde gördüğü fiziksel kusurları, şiir
metninde gördüğü noksanlık ile aynı şey sayar. Bu durumda o fiziksel kusuru
yermek, bir şiir metnindeki kakafonik ahengi yermekle aynı şeydir.
Nef’î
bazen, rakip şairde herhangi bir fiziksel kusur bulunmasa bile, onu kusurlu
gösteren bir algı tarzını kullanır. Bu açıdan bakıldığında Nef’î, son derece
başarılı bir algı yöneticisi olarak görülür. Bu tip hicivlerde Nef’î’nin temel
gayesi, söylediği şeyin hasmında bulunup bulunmaması değil, o algının rakibe
yapışıp yapışmamasıdır. Bu açıdan Nef’î’nin rakip yaftalamada son derece
yetenekli bir insan olduğunu söylemek mümkündür. Bu tip hicivlerde Nef’î,
rakibini erkeklikten edilgen erkekliğe veya uygunsuz kadınlığa dönüştürür. Bu
dönüştürmelerde basit ama çok etkili bir yöntem olarak sade terkipler kullanır.
Bunu yapmaktan maksadı, ifadeyi daha çok kişinin anlamasıdır. Sözgelimi, en
büyük rakibi olduğu anlaşılan Atâyî’ye, “Gerede
Orfanası” ve “Kirli Nigâr”
yaftalarını yapıştırır. Bu basit ama etkili yaftama yöntemiyle rakip şairi
edebî ortamda bir dedikodu malzemesi hâline getirmeyi amaçlar ve başarır da.
Şüphesiz
Nef’î’nin bu tip algı yönetimleri, altından kolay kalkılacak şeyler değildir;
ancak onun, hasım şairleri genelde edilgen ve cinsel iktidardan uzak
göstermesi, dolayımlı olarak şiirdeki iktidarsızlıkla alâkalıdır. Nef’î’ye göre
şiirsel iktidara malik olan sadece kendisi olduğu için, kendisine kıyasla
diğerleri sadece iktidarsız ve yetersiz şairlerdir. Nef’î’nin bu mânâda yerdiği
şairler; Ganîzâde Nâdirî (ö. 1627), Nevîzâde Atâyî (ö. 1635), Kafzâde Fâizî (ö.
1622), Riyâzî (ö. 1644) ve Vahdetî’dir (ö. ?). (Vural; 2020.)
Nef’î’nin
karşısına aldığı bu şairlere mukâbil, kendi safında yer aldığı anlaşılan ve bu
nedenle rakiplerce Nef’î’den daha çok hicvedilen yegâne şair ise Ünsî’dir. Bu
bâbda Nevîzâde Atâyî, onu şu şekilde hicveder: “Senün ile Ünsî iy Nef‘î hicve ‘ahd itdüm/ Ki ‘âr u ġayretinüz
olmayınca zâyî’dür.”
Nef’î’nin
devlet adamlarına yönelik hicivleri de belli bir gaye etrafında yürür: Devlet
adamının temsil ettiği “mâkâmın hakkını verememesi”... Nef’î’nin bu bağlamda
gözettiği husus, “nigehbânî-yi âlem” olması gereken saltanat mâkâmlarının bu
ilkeden gafil, haris ve kifayetsiz tipler tarafından doldurulmasındaki
garabettir. Bu tipler, amacı halka hizmet ederek Hakk’ın rızasını kazanmak olan
saltanat mâkâmlarının manevî sorumluluğunu kavramamış olan tiplerdir. Onlar bu
mâkâmları başkasından kıskandıkları birer dünyalık hâline getirdikleri için leş
yiyicilerden farksız figürlerdir. İşte bu bâbda Nef’î, başta Gürcü Mehmet Paşa
olmak üzere hedef aldığı bütün yöneticilere aynı gerekçelerle saldırır. Onların
leş ve pislik yiyici “köpek ve hınzır” gibi sıfatlarla yaftalanması, mâkâmın
hizmet amacıyla değil, haram yeme amacıyla işgal edilmesidir. (Devam edecek…)
-------------------------
Kaynakça
Akkuş, M. (1998). Nef‘î ve Sihâm-ı Kazâ. Ankara: Akçağ Yayınları.
Akkuş, M. (2018). Nef‘î dîvânı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, https:// ekitap.ktb.gov.tr/
Eklenti/ 57741, nefi-divani pdf. pdf?0 Erişim Tarihi: [23.12.2021]
Atalay, M. (2019). Nef’î Farsça Divân Metin-Çeviri. İstanbul: Demavend Yayınları.
Avşar, Z. (2003). Nef’î’ninHayal Kavramına Yaklaşımı, Bilig, (24), 89-114.
Cengiz, A. (2019). Hâkânî’nin
Bahrü’l-Ebrâr’ına Nef’î’nin Naziresi; Tuhfetü’l-Uşşâk, VI. Uluslararası Türk
Dünyası Araştırmaları Sempozyumu, 13-15
Haziran, Bakü.
İpek, A. (2021). Nef’î ve Nedîm’in
Şiirlerinde Şûhluk. Hikmet - Akademik
Edebiyat Dergisi, 193-202.
Özdemir M. (2020 A). Şebistan-ı hayal
Şerhi’nin Nasihat Faslında Tasavvufî Anlamlarıyla Ele Alınan Kavramlar ve Şarihin
Muhataba Mesajı. Osmanlı Edebî
Metinlerinin Anlam Dünyası Sempozyumu, 12-13 Mayıs, Bilecik. 144-158.
Özdemir M. (2020 B). Kuramsal Açıdan
Klasik Şiir Estetiği, Mazmundan Poetikaya, İKSAD,
13-27.
Özdemir, M. (2017). Yunus Emre’de Kozmolojinin
Sunumu. Journal of Turkish Language and
Literature, 6 (3), 493-518.
Pür, İ. (2021). Şair Nef’î’nin Şiirlerinde
Allah, Hz. Muhammed ve Mevlânâ Sevgisi’ne Yönelik Dinî Unsurların
Değerlendirilmesi. Turkish Academic
Research Review, Özel Sayı, 125-146.
Şentürk, A. A. ve Kartal, A. (2009). Eski Türk Edebiyatı Tarihi. Dergâh
Yayınları.
Tarlan, A. N. (1964). Nef'i ve Tuhfetü'l-
Uşşak Tercümesi. İstanbul.
Vanlı, M. (2021). Divân Şiirinde Ahlâk-ı
Zemîme Tasavvuru. Sufiyye, 281-314.
Yiğit, H. (2021). Nef'î'de Sözün Kaynağı. Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, 5 (4), 2279-2302.