Bir özge üslûp: Nef’iyâne edâ (1)

Nef’î’de iki önemli üslûp özelliği olarak gördüğümüz medih ve hiciv, onda biraz da bu ortamın beklentisini karşılamak için harekete geçmiş kalem ürünleriydi. Elbette o dönemdeki bütün şairler de aynı şeyi yapıyor, kaside ve hicivde rakiplerini geride bırakmayı amaçlıyorlardı…

HER edebiyat geleneğinde olduğu gibi Osmanlı edebiyat geleneğinde de şair çok, ancak üslûp sahibi şair azdır. Bu nedretin temelinde bir ince sanat olan edebî sözün mânâ yönünden tümüyle kuşatılmasının zorluğu yatar.

Bir söz sanatı olan şiirin belirli bir tarz ve üslûpla diğerlerinden ayrışan şairler yetiştirmesi çok sık rastlanan bir durum değildir. Böyle bir üslûbu kuracak şairin asırların düşünce, dil ve söz birikiminin üzerine gelmesi gerekir. Ancak, “Her edebî birikim, üslûp sahibi bir şair çıkaracak” diye bir kural yoktur. Sözgelimi, Dîvan şiiri her türlü birikimiyle 19’uncu asra taşındığı hâlde, o asır, bu büyük birikim içerisinden tarz ve üslûbuyla öne çıkan bir şair yetiştirememiştir. Şu halde üslûp sahibi bir şairin ortaya çıkması için zamanın ruhu ile edebî ortamın örtüşmesi gerekir. Bu şartlardan biri yerine gelmediği takdirde söz konusu birikim, o birikime lâyık bir şair çıkaramaz.

Necâtî Bey’i, klasik edebiyatın özgün üslûp sahibi ilk şairi saymamız yanıltıcı olmaz. Zira kendisinden önce büyük şair sayılan Şeyhî ve Ahmed Paşa’nın mütercem şairler olduklarını tezkireler kaydeder. Onların Türk güzeline Fars elbisesi giydirmesine mukabil, Türk güzeline Türk kumaşı biçen ilk üstad şair Necâtî Bey’dir. Necâti Bey’in atasözü ve deyimleri bir üslûp estetiği olarak mahirâne bir şekilde kullanması haleflerinin önünü açmış ve onun bu üslûbu, kurduğu mektebi takip eden Zâtî ve Hayâlî Bey gibi ara nesil şairlerce Bâkî’ye ulaşmış ve bu mektep, kendi tarzının zirvesi olarak Bâkî gibi bir şairle söyleyişin zirvesine çıkmıştır. Bâkî’nin özellikle gazelde ulaştığı vezin, şekil, ses ve ahenkten oluşan estetik yetkinlik, kendisinden sonra gelen şairlerin önüne aşılması zor bir set kurmuştur.

Bâkî’den sonra gazel tarzının yeni bir şey söylemekten ziyade Necâtî-Bâkî mektebinin buluş ve söyleyiş özellikleriyle oyalanması bu yüzdendir. Ne demek istediğimizin daha iyi anlaşılması için Pervâne Bey ve Edirneli Nazmî’nin devasa nazire mecmualarını dikkatli bir gözle taramak kâfidir. Bu mecmualarda yer alan binlerce gazelin edebî ve estetik zevkini büyük ölçüde Necâtî Bey-Zâtî-Bâkî mektebinin idare ettiği görülür. Bu mecmualarda hâkim zevk ve sesin de yine bu mektebin zevk ve sesi olduğu bir gerçektir. Bu itibarla, bu iki devasa mecmua, bir büyük koronun aynı şarkıyı seslendirmesine benzer.

Nef’î, işte ilk klasik şiir mektebinin son büyük şairi olan Bâkî’nin İstanbul edebî muhiti üzerindeki gölgesinin çekilmesine müteakip İstanbul edebî muhitinde beliren bir büyük edebî sîmâdır. Nef’î’nin kendisinden önceki Necâtî-Bâkî mektebinin birikimi üzerinden yeni bir ses, tarz ve üslûp bulması zor olmadı. Bir söyleme ve kendini gösterme cehdiyle dolu olan bu serazad ve hırçın taşra çocuğu, kısa zamanda zamanın ruhuna uygun bir lisan yakalayarak kendi üslûbu üzere kendi edebî mektebini kurar. Her ne kadar Nef’î’nin Dîvan şiirine getirdiği yeniliği bir mektep gibi nitelesek de bu mektep, şairin sağlığında, kendi şahsiyetinden kaynaklanan nedenlerden dolayı, üstat ve talebesinin bizzat kendisi olduğu bir mekteptir.

Nef’î’nin dâhil olduğu İstanbul edebî muhiti, Osmanlı Devleti’nin büyük ihtişam devrinin hemen akabinde gelen bir çözülme dönemi muhitidir. Bu dönem içinde devletin siyasal ve askerî yönden zayıflaması, ekonominin eski gücünü kaybetmesi ve değerlerin gözle görülür bir şekilde yıpranması, ilk göze çarpan şeylerdir. Nef’î, şairlik kudreti yönünden genelde kısır olan bir edebî ortam içerisinde, üslûbundaki güzellik ve şiirlerindeki debdebe yönünden (pürtumturak u hoşedâ) velut bir vahayı andırır.

Nef’î’nin yaşadığı asrın en belirgin özelliklerinden biri, şairlerin memduhlarına erişebilmek için kıyasıya bir rekabet içerisinde olmalarıdır. Böyle bir rekabet ortamının sonucu olarak şairler şiirde zorunlu iki tercihle karşı karşıya kalırlar. Bu tercihli şiir tarzlarından biri, memduhun ihsanına ulaşmak için zaruri olan “methiye”, diğeri de o memduha kendisi gibi ulaşmaya çalışan şairleri gözden düşürmeye yönelik bir şiir türü olan “hicviye”dir.

Özellikle bu asırda hiciv ve hezlin gözle görülür bir biçimde artması, toplumun talebiyle de alâkalıdır. Bu öyle genel kabul gören ve yaygın bir taleptir ki, bu ortam, zamanın padişahını bile aynı şeyin talibi hâline getirir. Nitekim Dördüncü Murad’ın Revan Köşkü’nde Nef’î’nin “Siham-ı Kaza”sını okuması (Şentürk-Kartal, 2009) bu durumla alâkalıdır. Öyle anlaşılıyor ki, edebî muhitin dinamikleri, şairlerin gladyatörler gibi şiir arenasına çıkıp birbirlerini helak etmelerinden hoşlanıyordu.

İşte Nef’î’de iki önemli üslûp özelliği olarak gördüğümüz medih ve hiciv, onda biraz da bu ortamın beklentisini karşılamak için harekete geçmiş kalem ürünleriydi. Elbette o dönemdeki bütün şairler de aynı şeyi yapıyor, kaside ve hicivde rakiplerini geride bırakmayı amaçlıyorlardı. Ancak bunu yaparken sadece manzume söylüyor ve gerçek şiirle temas etmekten uzak kalıyorlardı. İşte bu dönemde kaside ve hicvi kendine özgü bir dil hâlinde toparlayıp onlara “Nef’îyâne edâ” dediğimiz damgayı vuran yegâne şair, Nef’î’dir!

Bu kısa açıklamadan da anlaşılacağı üzere, Nef’î, hem kaside, hem de hicivde kendine özgü bir dil ve üslûp oluşturur. Araştırıcılar Nef’î’yi temelde bu iki üslûp üzerinden ele alırlar ancak onun Dîvan’ına biraz daha içten bakıldığında bu iki üslûbun yanında onu bize farklı bir cepheden gösteren üçüncü bir üslûp olarak da “irfanî üslûp” görülür.

Şimdi bu üslûpları yakından inceleyerek Nef’î’nin bu farklı üslûplarla kendisine nasıl bir edebî yön belirlediğini görelim...


Birinci üslûp: Hicviyye

Nef’î, hicivlerini çok önemseyen bir kişiliktir. Bu hicivler onun zamaneye bir sitemi niteliğindedir. Şair, en galiz küfürlerle rakiplerine ne kadar saldırırsa saldırsın, neticede bu ağır hiciv okları, hasımlarını da aşarak daima feleğe yönelir. Zira şairin hicivde asıl muhatabı “baht-ı nâsâz”ıdır.

Edebiyat araştırmacıları, Nef’î’nin hiciv mecmuası olan “Siham-ı Kaza”dan söz açtıklarında genel itibarıyla bu mecmuada yer alan şiirlerdeki üslûbu Nef’î ile pek bağdaştıramazlar. Onlara göre bu mecmuadaki şiirler, dil ve ifade açısından zayıf ve nakıs şiirlerdir. Bunları galiz, sıradan, bayağı ve berbat şiirler olarak görürler. Ancak bu şiirlere dönemin hiciv anlayışının gereği olan küfürlere takılmadan bakıldığında, Nef’î’nin bu hicivleri iki yönlü bir ölçüt olarak inşâ ettiğini görürüz.

Öncelikle şu hususu belirtmekte yarar vardır: Hicivden edebî kudret beklemek beyhude bir beklentidir. Hicvin gayesi yüksek edebî kudret göstermek değil, rakibi toplum nazarında itibarsızlaştırmaktır. Kavganın dili, sanatın diline benzemez zira.

Nef’i’nin hiciv oklarına muhatap olan iki kesim görülür: Şairler ve yöneticiler. Nef’î’nin şairlere yönelik hicivleri, sövüp saymalarına bakılmazsa poetik bir vadide yürür. O, hangi şairi diline dolarsa dolasın, neticede onu şairlik yönünden itibarsızlaştırır.

Bu işi yaparken bazen doğrudan doğruya poetik bir eleştiri dili kullanır: “Nev‘izâde saña mîrâs-ı pederdür yâve/ ‘Ömri zîrâ pederüñ yâve demekle geçmiş.” (Siham-ı Kaza, Mukatta’ât 54)

Dikkat edilirse şair, burada Nev’îzâde Atâyî’yi yererken, onun şiirini, babası Nev’î’nin şiiri ile birlikte tenkit eder. Nef’î’ye göre hem Atâyî, hem de babası Nev’î, şairlik yönünden doldurma sözlerle şiir yazan sıradan şairlerdir. Nef’î, burada “yâve söyleme” tabirini belîğ veya şiirsel sözün tam zıddı olarak ifade eder. Bu durumdan anlaşılır ki, Nef’î, “yâve” sözcüğünü “gerçek şiirin ruhuyla bağdaşmayan sıradan manzumeler” anlamında kullanır. Bu durumda şair bize, gerçek şair ile manzumeci şair arasındaki ayrımı kavratmak ister.

Nef’î, herhangi bir şairi hicvederken, bize ondaki kusurları anında karikatürize eden bir göze sahip olduğunu da gösterir. Bu tip hicivlerde hicvin doğasından gelen sataşma ve küfürler bir yana, Nef’î, rakibinde gördüğü fiziksel kusurları, şiir metninde gördüğü noksanlık ile aynı şey sayar. Bu durumda o fiziksel kusuru yermek, bir şiir metnindeki kakafonik ahengi yermekle aynı şeydir.

Nef’î bazen, rakip şairde herhangi bir fiziksel kusur bulunmasa bile, onu kusurlu gösteren bir algı tarzını kullanır. Bu açıdan bakıldığında Nef’î, son derece başarılı bir algı yöneticisi olarak görülür. Bu tip hicivlerde Nef’î’nin temel gayesi, söylediği şeyin hasmında bulunup bulunmaması değil, o algının rakibe yapışıp yapışmamasıdır. Bu açıdan Nef’î’nin rakip yaftalamada son derece yetenekli bir insan olduğunu söylemek mümkündür. Bu tip hicivlerde Nef’î, rakibini erkeklikten edilgen erkekliğe veya uygunsuz kadınlığa dönüştürür. Bu dönüştürmelerde basit ama çok etkili bir yöntem olarak sade terkipler kullanır. Bunu yapmaktan maksadı, ifadeyi daha çok kişinin anlamasıdır. Sözgelimi, en büyük rakibi olduğu anlaşılan Atâyî’ye, “Gerede Orfanası” ve “Kirli Nigâr” yaftalarını yapıştırır. Bu basit ama etkili yaftama yöntemiyle rakip şairi edebî ortamda bir dedikodu malzemesi hâline getirmeyi amaçlar ve başarır da.

Şüphesiz Nef’î’nin bu tip algı yönetimleri, altından kolay kalkılacak şeyler değildir; ancak onun, hasım şairleri genelde edilgen ve cinsel iktidardan uzak göstermesi, dolayımlı olarak şiirdeki iktidarsızlıkla alâkalıdır. Nef’î’ye göre şiirsel iktidara malik olan sadece kendisi olduğu için, kendisine kıyasla diğerleri sadece iktidarsız ve yetersiz şairlerdir. Nef’î’nin bu mânâda yerdiği şairler; Ganîzâde Nâdirî (ö. 1627), Nevîzâde Atâyî (ö. 1635), Kafzâde Fâizî (ö. 1622), Riyâzî (ö. 1644) ve Vahdetî’dir (ö. ?). (Vural; 2020.)

Nef’î’nin karşısına aldığı bu şairlere mukâbil, kendi safında yer aldığı anlaşılan ve bu nedenle rakiplerce Nef’î’den daha çok hicvedilen yegâne şair ise Ünsî’dir. Bu bâbda Nevîzâde Atâyî, onu şu şekilde hicveder: “Senün ile Ünsî iy Nef‘î hicve ‘ahd itdüm/ Ki ‘âr u ġayretinüz olmayınca zâyî’dür.”

Nef’î’nin devlet adamlarına yönelik hicivleri de belli bir gaye etrafında yürür: Devlet adamının temsil ettiği “mâkâmın hakkını verememesi”... Nef’î’nin bu bağlamda gözettiği husus, “nigehbânî-yi âlem” olması gereken saltanat mâkâmlarının bu ilkeden gafil, haris ve kifayetsiz tipler tarafından doldurulmasındaki garabettir. Bu tipler, amacı halka hizmet ederek Hakk’ın rızasını kazanmak olan saltanat mâkâmlarının manevî sorumluluğunu kavramamış olan tiplerdir. Onlar bu mâkâmları başkasından kıskandıkları birer dünyalık hâline getirdikleri için leş yiyicilerden farksız figürlerdir. İşte bu bâbda Nef’î, başta Gürcü Mehmet Paşa olmak üzere hedef aldığı bütün yöneticilere aynı gerekçelerle saldırır. Onların leş ve pislik yiyici “köpek ve hınzır” gibi sıfatlarla yaftalanması, mâkâmın hizmet amacıyla değil, haram yeme amacıyla işgal edilmesidir. (Devam edecek…)

 

-------------------------

Kaynakça

Akkuş, M. (1998). Nef‘î ve Sihâm-ı Kazâ. Ankara: Akçağ Yayınları.

Akkuş, M. (2018). Nef‘î dîvânı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, https:// ekitap.ktb.gov.tr/ Eklenti/ 57741, nefi-divani pdf. pdf?0 Erişim Tarihi: [23.12.2021]

Atalay, M. (2019). Nef’î Farsça Divân Metin-Çeviri. İstanbul: Demavend Yayınları.

Avşar, Z. (2003).  Nef’î’ninHayal Kavramına Yaklaşımı, Bilig, (24), 89-114.

Cengiz, A. (2019). Hâkânî’nin Bahrü’l-Ebrâr’ına Nef’î’nin Naziresi; Tuhfetü’l-Uşşâk, VI. Uluslararası Türk Dünyası Araştırmaları Sempozyumu,  13-15 Haziran, Bakü.

İpek, A. (2021). Nef’î ve Nedîm’in Şiirlerinde Şûhluk. Hikmet - Akademik Edebiyat Dergisi, 193-202.

Özdemir M. (2020 A). Şebistan-ı hayal Şerhi’nin Nasihat Faslında Tasavvufî Anlamlarıyla Ele Alınan Kavramlar ve Şarihin Muhataba Mesajı. Osmanlı Edebî Metinlerinin Anlam Dünyası Sempozyumu, 12-13 Mayıs, Bilecik. 144-158.         

Özdemir M. (2020 B). Kuramsal Açıdan Klasik Şiir Estetiği, Mazmundan Poetikaya, İKSAD, 13-27.

Özdemir, M. (2017). Yunus Emre’de Kozmolojinin Sunumu. Journal of Turkish Language and Literature, 6 (3), 493-518.

Pür, İ. (2021). Şair Nef’î’nin Şiirlerinde Allah, Hz. Muhammed ve Mevlânâ Sevgisi’ne Yönelik Dinî Unsurların Değerlendirilmesi. Turkish Academic Research Review, Özel Sayı, 125-146.

Şentürk, A. A. ve Kartal, A. (2009). Eski Türk Edebiyatı Tarihi. Dergâh Yayınları.

Tarlan, A. N. (1964). Nef'i ve Tuhfetü'l- Uşşak Tercümesi.  İstanbul.

Vanlı, M. (2021). Divân Şiirinde Ahlâk-ı Zemîme Tasavvuru. Sufiyye, 281-314.

Yiğit, H. (2021). Nef'î'de Sözün Kaynağı. Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, 5 (4), 2279-2302.