
BİR beşiğin ipinden
başlar türkünün insandaki hikâyesi. Orada vurulur mayası tertemiz dimağlara. Duası,
umudu ve hayâli o beşiğin ipinde yolculuk yapar önce; bir ana yüreğinden taşıp
ezgileri nakış nakış işlenerek en masum tahtta hükümdarlık kurar…
Türküler
zamandan sıyrılmış, tüm çağların acısını, hasretini ve sevdasını dipdiri
tutarak avuçlarında tertemiz ve katıksız hâlde diyar diyar dolaşıp toprağın her
çeşit rengini döker üzerimize. Bazen bir elif miktarı çekilir gamlarım
yukarılara Sümmanî’nin “Ya bir çift kanat ver, ya bir kuş eyle”
çaresizliğindeki yakarışıyla… O kuşun kanadına tutunup bedenimden bîhaber yolculuklar
yaparım diyarlara; cönk defterlerini açar, sayfa sayfa koşuklar, deyişler, remizler
düşürürüm en kırılgan yanlarıma.
Bana
göre hayata baktığın penceredir bir türkünün nağmelerinden dökülenler ve yine
hayatta durduğun yerdir bir türküden yüklenip heybene eklediğin ezgiler. İnsana
dair her tat vardır bünyesinde; kimi gün acına, kimi gün sevdana tercüman olur
seni anlarcasına. En çok da “kadın”ı severim türkülerimde. Bir servi ağacından
bilirim boyunu. Gece midir daha kara olan, yoksa saçı mı?
Dîdârının
ziyası ay ve güneşe nispet yapan o nazlı sevgilidir âşığın gönlünde taht kuran.
Sevmenin en damıtılmış, en ari hisleridir o yârin sözlerinde kulaklarımızdan
gönlümüze damlayan.
En
büyük düşmanı mesafelerdir kiminde, engel bildiği yollarla ve dağlarladır
kavgası. Kâh yalvarır, kâh meydan okur gür ve hoyrat sesiyle. Umudu turnalardır
yâre selâm gönderme, sıladan bir haber alma hevesiyle.
Dert
çeşit çeşit, söz türlü türlüdür her canda. Dile gelmese de tele dökülür bir
tamburanın bağrında. Gönlünden avucuna indi mi gamlar, önce onun gövdesi anlar,
acıdan kabaran sînesinde elleri söyler, tambura ağlar.
Hepsi
yurdumdur, vatanımdır! Toroslar mor sümbüllü tacını taktığında âşığın kabaran
yüreğinde tek çare, bir curanın mızrabının ucundadır. Munzur’un başındaki
karını çiğdemlerin dilinden türküler bilir yine onlar söyler. Bozlaklardan
öğrenirsin mertliği, yiğitliği; yaptığı kavganın gür sesini bir ağıt gibi
dinlersin. Kışladan sılaya sızan, rediflerden ölüme koşanların hikâyeleridir
hepsi. Bir insan ömrüdür, bir ömür sitemdir “türkü” dediğin…
Düzen
kurar, düzen bozar sözündeki gücüyle. Zalimin zulmüne meydan okurken
Köroğlu’nun nefesinden yiğitliği çağlar aşan cesaretin kamçısını bu destanın
ruhundan yeriz hislerimizin üstüne.
Veysel’in
âleme yüklediği mânâdan kaç nefes hisse alır payına. Toprağın varlığının,
yokluğunda tek serveti olduğunu söylerken, “Güzelliğin on para etmez bu bendeki
aşk olmasa” sözünden, “Âşık yoksa güzeli kim bilir?” suali, bize sevginin ve
sevgilinin mânâsını muhabbet süzgecinden geçirmemizi sağlar.
Acı
nasıl anlatılırdı iki tel bir nefes olmasa? Zılgıt olmasa kalbin coşkusunu ne
kadar yükseltebilirdik? Sitemi, sessizce kulak veren dağlar, uzayıp giden
yollar olmasa nereye yükleyecektik? Zühre’nin sevdasını dinlemese, yıldızlar
Tahirler gönül koyar mıydı bu yola? Teke yöresindeki kavgaların hiddetini
toprak hissedecek miydi? Ege’nin şaha kalkışını rüzgâr kesebilecek miydi?
Türküler kucak açmasa insana, dünya insanın derdinden çekebilecek miydi kendini
temize? Bir avucun kınasından, bir duvağın arkasından hem vuslatı, hem hicranı okuyabilecek
miydik? Bozkırdan bir ses kulağıma, “Hep sen mi ağladın, hep sen mi yandın?/
Ben de gülemedim yalan dünyada!” diye seslendiğinde, insanımın derdine gönülden
yandım, onunla ağlarken kendi özüme rehberlik yaptım.
Bir
duruştur türkü; her satırından görkem dökülen, yedikçe tokmağı gönül kafesine,
süzülür oradan ne varsa sesinden sözüne… Durdu mu dadaş bara, o artık teslim
olmuştur davulun tokmağına. Bağrını delince zurnanın sesi, dik duruşun ilk
adımıdır barın nefesi. Bir ses yükselir: “Dinle davul ne diyor, dan, dan, dan!/
Ben bu sese vurgunam can, can, can!/ Canlar yurdundur elbet, her can vatana
kurban…”
Saflar
sıkılaştırılıp başlar dikleşince mızrağı türkü olur, süngüsü barı. Coşmuş
yüreklere azgın Aras bent vurur, her nefes barda kendini bulur. İnsanımın
özetidir derin derin söylenen. Bahtının, yazgısının kederini, “Ervah-ı ezelden
levh-i kalemden/ Bu benim bahtımı kara yazmışlar” diye tespit ederken, sitem değildir
onunki; kaderiyle yüzleşmesi ve teslimiyetini bildirirken Rabbin yazan kalemine
itaat edişidir.
İnsan,
toprağına benzer. Dağından, denizinden, ovasından alır huyunu. Ondan değil
midir ki Karadeniz’in hırçınlığı, insanının kalbini dalgalarıyla döver,
coşturur dünyasını. Tuluma üflediği nefesi, kabaran öfkesine uyutma ninnisi,
sis çökmüş yaylasına teselli bestesidir. Braga ağıtlarında İbrahim’in ölüm
acısını en yanık perdenin en dokunaklı sesinden dinleriz. Bütün malzemesini
doğadan alıp yüreğinin harmanında hergini yaparak bedenine urba gibi dolayıp
dem tutmuş hâliyle dökülür sesten söze.
Zordur
bu coğrafyada hayat, meşakkatlidir ömür. Bir çiçek kadar bir çocuk da yenik
düşer şartlara. İkisini bir bilerek ana yüreğinden türkü yakıp merhem niyetine
sürer yarasına. Elediği höllüğü, beklediği beşiğinden asker ettiği yavrusunu
beklerken, “Giden gelmiyor, acep nedendir?” sualinde korku ile umut arasında
kıvranmasıdır aslında.
Bir
medeniyetin tüm merhalelerini seyrederiz türküden. Tarihimizi acı, sevinç ve
umuttan besleyip, bir tezgâhta ilmek ilmek işleyip, nakış nakış serptikten
sonra bizden sonrakilere emanet ederiz. İnsanın doğayla mezcedilişini, insanın
mânâya hicret edişini en iyi türkülerde yaşarız. Bir kavaldan dağılan buğulu
sesler ve maddeye bulanan ruhunu yırta yırta koparıp soyarak, bedeninden dünya
yükünü varlığının sebebinde hikmet ararsın. Bir garip çoban mihmandarlık eder
iki nefesten, çiçek böcek gözüyle baktığın kâinatta bir derviş hırkasıyla seyr-ü
sefer edersin.
Dedik
ya, türkü vatandır. O vatanda Kuvay-i Milliye vardır. Kerkük’ten bana
seslenirken, “Altın hızma mülayim/ Seni nerde bulayım?” çağrısıyla damarlarımda
vatanın eksik kalan parçasını ararım. Hasretinden yanarken, bu sesi duyunca gönlüm
şâd olur.
Ayrı
düşsek de birbirimizden, toplanırız bir araya bir türkünün çatısında. Gönül
birliği, kültür dizesidir bizim sesimiz; ses verir, her diyardan gür sedaları
vatana serperiz. Bunun içindir ki türkülerin çalındığı, söylendiği yerdir benim
vatanım. Ve ben, insanımı türkülerden tanırım!