Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır

Tamam, insan tuttuğu takımı savunur, galip gelmesini arzu eder, destekler… Yenilse de takımının yanında yer alır. Ama bir de hakkaniyet diye bir şey var. Kim olursa olsun, adaletten yana olmak mecburiyettir. Hele asker… Koskoca komutan… Emekli de olsa, görevinin başında da olsa, askere hiç yakışmayacak bir tavır bu.

ESKİ bir asker, ekranlarda. Bakıyorum, bakıyorum, sözlerini dinliyorum, yorumlarına kulak veriyorum… “İyi ki vakitlice emekli olmuş” diyorum “Ooof of”tan sonra. Yoksa ordunun kapasitesini zayıflatırdı.

Neden?

Anlatayım da karar verin, haklı mıyım, haksız mı?  

Şundan: Tuttuğu takım on-sıfır yenilmiş.

“Bütün maçlarda biz daha iyi oynadık, yine de her seferinde yenildik. Galip gelmeliydik, gelecektik, getirmediler. İş inada bindi. Hazırlığımızı yaptık, önümüzdeki maçta kesinlikle daha iyi oynayacağız. Rüzgâr bizden yana esecek; meteorolojide tanıdıklarımız var, ayar çekecekler. Bu defa kesin biz galip geleceğiz” diyor hâlâ.

Evet, hâlâ!

Hiç yüzü kızarmadan, yedikleri gollere ciddi ciddi itiraz ediyor. Ses tonundan söylediklerine kendisinin de inanmadığı belli ama ne diyebiliriz? Ton delil sayılmaz. İspatı mümkün değil.

“Bırak şunu bunu, Allah aşkına doğru söyle” desek, hiçbir karşılığı yok onda. İnançsızlığını belli eden cümleleri hatırımızda. Öyle bir söz duyduğunda, yine aynı ikiyüzlülükle konuşur. Dudağını eğip büker, kaşını gözünü oynatır, kırpışık kırpışık bakar, yanağıyla alnını seğirtir.

“Adamlar bizi yendi arkadaş” diyemez bir türlü.

*

Gollerin bir tanesi penaltıdan.

Nasıl geliştiğine bakalım.

Rakip takımdan biri, aldığı şık bir pas sonrasında bütün oyuncuları çalımlayıp geçmiş, yıldırım gibi ilerlemiş… Bir hamle ile kaleciyi de geride bırakmış… Kaleyle karşı karşıya kalmış… Ağlarla buluşmak için topun bile sabırsızlandığı seziliyor… Tam vuracak, seyirciler ve diğer oyuncular nefesini tutmuş… Binlerce göz aynı noktada…

O sırada, taraftarların “Goool” diye bağırarak ayağa kalkmasına ramak kalmışken, arkasından koşan bir oyuncu çelmeyi takıp devirmiş.

Top bir tarafa, oyuncu bir tarafa.

Şükür ki kolu bacağı kırılmamış.

Futboldan hiç anlamayanların bile göreceği, tereddütsüz karar verebileceği bir durum.

Yüzde yüz penaltı. Üstüne kırmızı kart.

Bizim emekli, ona da karşı çıkıyor.

“Penaltı değildi. Kırmızı kartı hakem yanlış gösterdi. Çok fazla kırmızıydı çıkan kart. O pozisyonda sarı kart bile gerekmezdi. Yanlış yaptı hakem. Zaten maç boyunca karşı takımdan yana kararlar verdi. Hakkımızı yediler.”

Bıraksalar, “Yediler” dedikten sonra, “Sekizler, dokuzlar, onlar” diye devam edecek.

Söylediği hep aynı.

Yaramaz çocuk gibi.  

Başka bir söz bilmiyor: “Ya ya ya, şa şa şa, bizim takım çok yaşa!”

*

Hem cahil, hem haksız, hem de kibirli.

Takımına toz kondurmamak için çırpınıyor ama takım çamur içinde. Batmış. Hem de öyle bir batmış ki çamurdan formaların numarası okunmuyor.

Rakip takıma tepeden bakıyor, dalga geçmek, aşağılamak için fırsat kolluyor. Ara sıra o duyguları hafiften baş gösteriyor fakat gerekli zemini bulamadığı için yükselemiyor.

Tamam, insan tuttuğu takımı savunur, galip gelmesini arzu eder, destekler… Yenilse de takımının yanında yer alır.

Ama bir de hakkaniyet diye bir şey var.

Kim olursa olsun, adaletten yana olmak mecburiyettir.

Hele asker… Koskoca komutan…

Emekli de olsa, görevinin başında da olsa, askere hiç yakışmayacak bir tavır bu.

Hep kendine yontan nalıncı keseri. Haktan, adaletten habersiz.

Görevi başındayken denk gelseydi, ikide bir “Ama sayın komutan” diye düzeltmeye çalışan o sunucuya botlarını yalatırdı.

*

İsterseniz “takım” yerine “parti” kelimesini kondurup öyle -de- okuyabilirsiniz.

Zaten ben futboldan anlamam.