
YAZIMA müsaadenizle üç zor soru ile başlamak istiyorum: Müslüman mıyız? Eğer Müslümansak (öyle, elhamdülillah) Peygamber Efendimiz Ahmed-i, Mahmud-u Muhammed Mustafa’nın (sav) hadis-i şerifleri bizim için ne ifade ediyor? Âlemlerin ve bizim Rabbimiz olan Allah’ın (cc) sözleri yani Kur’ân-ı Kerim’in ayetleri bizim için ne ifade ediyor?
Bu soruları okuyunca genellikle “Bu ne şimdi?” der gibi olduğunuzu duyar gibiyim. Soruları sorarken kendimi de bu soruların içine kattım. Çünkü hepimizi ilgilendiren bir konudan sohbet açmak istiyorum.
Söz söylemenin ve söylenen sözün arkasında durmanın en zor olduğu dönemlerden birini yaşıyoruz. Kabul edersiniz ki, söylenen sözün bir karşılık bulması için o sözün kimin tarafından söylendiğine bakarız. Eğer doğru sözlü ve sözünün eri bir insan bir söz söylemişse, o söz genellikle hepimiz tarafından kıymetli kabul edilir. Yok, eğer sözünün eri olamayan ve doğru söz söylediğine dair güven telkin etmeyen bir insan kelâm etti ise, bu sözün hiçbirimiz nezdinde bir karşılığı olmayacaktır.
Dünyada gelmiş geçmiş en doğru sözlü insanların Peygamber Efendilerimiz ve En Son Peygamber olan Hazreti Muhammed (sav) olduğundan hiçbirimizin şüphesi olmadığına ve Rabbimizin sözleri olan ayetlerin doğruluğundan şüpheye bile düşmemiz imanımıza sebep olacağına göre, bizler oruç konusunda hangi doğru sözlere itibar ediyoruz sahiden?
İnsanların kendi sözlerinin pek değerinin olmadığı bir çağda, ben dâhil, ayet ve hadislerin değerini ve kıymetini yeterince bildiğimizi, anladığımızı ve bu bilgiyle uygulama yaptığımızı pek de iddia edemeyiz. Konuyu dağıtmadan, hepimizin ezbere bildiği bir hadis-i şerifi paylaşmak isterim: “Oruç tutun, sıhhat bulun.”
Bu hadis-i şerifin dayanağı olacak bir ayet var mı? Genellikle ayet ve hadislere vâkıf olan insanlar böyle bir ayet bilmediklerini söylediler. Bu konu üzerinde uzun zaman araştırmalar yaptım, aylarca kafa yordum ve yolculuğumun sonunda vardığım yer, kanaatimi pekiştiren şu ayetler oldu (Bakara, 183-184): “Ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi, sakınasınız diye sizin üzerinize de sayılı günlerde oruç yazıldı. İçinizden hasta veya yolcu olan, başka günlerden (tutamadığı günler) sayısınca (oruç) tutar. Orucu tutmakta zorlananlar için bir yoksulun (günlük) yiyeceği kadar fidye yeterlidir. Bir iyiliği mecbur olmadan yapan için bu (yaptığı) iyidir. Ama orucu tutmanız -bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.”
Benim buraya aldığım meal böyle. Arzu eden dostlar diğer meallere de bakabilirler. Zira kelime farklılıkları hariç, meallerde farklı bir şey olması zaten beklenmez. Ancak ben yine de vaktiniz varsa tüm meallerden bu ayetlerin meallerini okumanızı tavsiye ediyorum. Çok güzel açıklamaları olan diğer mealleri de okuyunca akılda daha güzel yer ediyor.
Şimdi kanaatlerimize geçerken, hadis-i şeriften başlayalım. “Oruç tutun, sıhhat bulun” ifadesi çok net. “Oruç tutun, sıhhat bulabilirsiniz” veya “Oruç tutarsanız sıhhat bulabilmeniz umulur” veya benzeri başka bir ifade kullanılmamış. Burada yüreğimizi çokça acıtan bir soru aklımıza geliyor: Hepimiz oruç tutuyoruz ancak sıhhat bulamıyoruz, neden? Ya da sağlığı iyi olmayanlara neden genellikle oruç tutmamaları, aksine iyi beslenmeleri tavsiye ediliyor? Yoksa o sıhhat bulma hâdisesi yaşadığımız bu zamanın işi değil de Asr-ı Saadet zamanına ait bir durum muydu? Ya da neden oruç tutmamıza rağmen bir türlü sıhhat bulamıyoruz?
Biraz mizahî bir şekilde, tuttuğumuz Ramazan orucundan bahsedeyim, sizler de kendi oruçlarınızla ilgili muhasebe yapın inşallah…
Akşam iftarda yiyebildiğimiz kadar bol çeşit yemeği yiyoruz. Sonra akşam ile teravih namazlarında yediklerimizin bir kısmını olsun eritebiliyorsak eritmeye çalışıyoruz. Sonra yatana kadar gelsin tatlı, gitsin meyve, çay… Kuruyemiş de cabası… Sonra yatıyoruz, birkaç saat sonra da sahur… Sahurda yemek sevap olduğu için, biz de bu sevaptan mahrum kalmamak ve en fazla yiyeceği yiyip en fazla sevabı almak adına yine ölçüsüzce, imsak ezanına kadar devam yiyoruz. Vücudun dinlenmesini geçtim, normal zamandan çok daha fazla yoruluyor garibim. Nerede aç kalmak, vücudu aç bırakmak, nerede aç kalıp açların hâlinden anlamak? Ramazan boyunca genellikle daha fazla kilo alıyoruz toplum olarak, ne hikmetse? Acaba oruç tutup sıhhat bulamamamızın sebebi bu olabilir mi?
Tıbb-ı Nebevîde bir kural var: Sade yiyeceklerle beslenen insanlar sade rahatsızlıklar geçirir ve sade ilaçlarla tedavi olurlar. Kompleks gıdalarla beslenen insanlar kompleks rahatsızlıklar geçirir ve kompleks ilaçlarla ancak tedavi olabilirler. Günümüzde de, yüzyıllardır yazılan birçok eserde de, “Günlük 250-300 gram gıda sizi taşır. Bunun üzerinde alınacak gıdayı siz taşırsınız” bilgisi bulunmaktadır.
Tefsirlerde geçiştirilen bir konu
Gelelim ayet-i kerimeye… İlk kısmı olan ruhsat kısmını uzun uzadıya anlatıyor âlimler. Ancak ayetin son yani “Ama orucu tutmanız -bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır” kısmına gelince öylesine okuyup geçiyorlar. Beni bağışlayın ama hep bana mı rastladı bu şekilde okumalar, bilmiyorum; bence ayetin ilk kısmı olan ruhsatlar bölümünü olabildiğince kısa tutup bu son kısım üzerinde daha çok tefekkür edip çokça gündem etmemiz gerektiğine inanıyorum. Rabbimiz -hâşâ- “Oruç tutun, sıhhatiniz bozulsun”, “Yolculukta oruç tutun ve yolculuğunuz size daha fazla eziyet versin” demeyeceğine göre, bu ayetin en baştan düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim. “Ama orucu tutmanız -bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır” beyanı, gördüğünüz gibi çok net ve kesin. Ayet ile hadisi birleştirip peş peşe yazacak olursak, “Ey iman edenler! (Ben size sayılan ruhsatları veriyorum) Orucu tutmanız -bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır; oruç tutun, sıhhat bulun” şeklinde olur. Eminim ki bu okumayla ifadelerin çok daha net ve soruları ortadan kaldıran bir hâl aldığı ortadayken, oruç ve açlığın sağlık yönünü iyi bilen insanların acı acı tebessüm etmesine sebep olacak bir yorumla karşılaştım Diyanet İşleri Başkanlığı tefsirinde. O kadar üzüldüm ki anlatamam!
Mealen, “Rahatsızlığınız hafifse oruç tutun, ağırsa tutmayın” gibi garip ifadeler var. Bu ayrım ayet veya hadisin neresinde veya ayet ve hadisin hangisinde var? Bu maddeyi yazan hocamız ve alıntı yaptığı hocalarımız bu kanaate nereden vardı, bilemedim. Tefsirdeki açıklama şöyle: “Ağır hastalığın oruç tutmamak için bir mazeret teşkil ettiği konusunda görüş ayrılığı yoktur. Hafif hastalıkların mazeret olma sınırı hakkında çeşitli ölçülerden söz edilmiştir. Birçok müçtehidin katıldığı makul sınırlama, ‘sağlam bir kimsenin orucuna ek acı, ağrı, bitkinlik, açlık, susuzluk getiren, oruç tutulduğu takdirde artan veya tedavisi geciken hastalık’ şeklinde olanıdır.”
Ancak bu anlatılan şeyler hastalık değil, hastalığı artırmak hiç değil. Bilakis hastalıkları ortadan kaldıran sağlığın ve vücut arınması yolunda yaşanan merhaleler olduğunu kim nereden bilecek ve biz bunu nasıl anlatacağız? Bu konuda gerçekten işimiz çok zor.
Konu buraya gelmişken, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Diyanet Vakfı’nın bu kadar maddî imkânı varken neden tefsirleri sadece dinî ilimleri bilen insanların yazdığını merak ediyorum. Diğer ilimlere de ihtiyaç duyulan maddelerde o ilimlerin uzmanı insanların görüşüne neden yeterince başvurulmaz, bilemiyorum. Ya da ihtiyaç hissedilen diğer ilimlerin uzmanlarının da katıldığı bir heyet neden bir tefsir çalışması yapmaz?
Dostlar, bu kardeşiniz on yedi gün sadece su içerek yaşamış biridir. Bir de oruç ve açlıkla ilgili ne kadar kitap, ne kadar makale veya ne kadar video bulursa yirmi senedir hâlâ aynı susamışlıkla okur ve dinlerim. Yeterli mi? Hayır. Ancak dağarcığımda birçok şey biriktirdim. Bu, öyle dokunulup geçilecek bir konu değil. Hele günümüz, ilaç firmalarının insafsız insafına bırakılmış hâlde. Garip ve acınası.
Açlık ve oruç vücuttaki fazlalıkları atar ve eksiklikleri tamamlar. Vücudu hiçbir şeyle yapamayacağınız kadar arındırır, temizler ve tedavi eder. “Açlık, bıçaksız ameliyattır.” Açlıktan daha iyi bir tedavi yöntemi yoktur. Ancak ne yazık ki akçeli olan bir tedavi yöntemi değil. Öyle ya, ilaç ve sağlık sektörü bunu neden istesin ve neden desteklesin?
Bu konunun hem dinî ilimler, hem de alternatif sağlıkla ilgilenen insanlarımızın birinci görevi olduğunu düşünüyorum. Ancak esas beklentim, imanlı ve ihlâslıca tıp dalında çalışan doktorlarımız ve sağlık alanında kariyer yapan ilim adamlarımızın ilgilenmeleri.
Bununla bağlantılı olarak çok garipsediğim bir durum da şu: Peygamber Efendimizin (sav) hayatı, İslâm ansiklopedileri ve diğer dinî kitaplarda, Asr-ı Saadet zamanında üç yıl süren “Tecrit Yılları” üzerine yazılmış detaylı, ilmî yönden doyurucu bir bölüm veya sadece bu konuyu işleyen bir kitaba bugüne kadar rastlayamadım. Dile kolay, üç yıllık bir süre ve hiç açlıktan ölüm veya kalıcı hasarın olduğuna dair elimizde bir belge yok. Çok basit bir şeymiş gibi “Tecrit Yılları” denip geçilecek veya hüzünlenip ağlanacak bir dönem olmasa gerek. Bence Peygamber Efendimizin (sav) koordinesinde çoluk çocuk, hasta ve yaşlı insanların da olduğu koca bir topluluğun neredeyse hiçbir zayiat verilmeden geçirdiği, günümüze dair çok önemli dersler çıkarabileceğimiz koca üç yıllık muazzam bir başarı hikâyesi ortada dururken, bu döneme dair tez ve ciltlerce kitap yazılması gerekirken önümüze gelen şeye bakın Allah aşkına! Ortada neredeyse hiçbir kaynak yok. Bu ayıp, Müslümanlar olarak bize yeter de artar bile!
Dünyanın neresinde olursa olsun, eğer “Tecrit Yılları” ile ilgili bir makale, bir eser varsa acilen dilimize kazandırılması gerektiğine inanıyorum. Eğer varsa ve bu eserler ülkemize/dilimize kazandırılırsa satın alıp kütüphanemde özel bir köşe ayıracağım inşallah.
Hakkınızı helâl edin, çok ağır ve yorucu bir yazı oldu. Yine boyumdan büyük ve haddim olmayan bir sürü laf ettim. Sizi Eş-Şâfî olan Rabbime emanet ediyorum. Sağlıklı ve huzurlu bir ömür dileğiyle…
Şifa Allah’tandır.