NEFESİ, sadece alıp
vermekle ilişkilendiriyoruz. Nefes, hakikatin kendisi, var olduğumuzun,
yaşadığımızın göstergesidir. Allah kâinatı, âlemleri ve kâinat üzerindeki canlı
cansız tüm varlıkları yaratırken, Kendi Nurundan emanet bedenlerimize, emanet
ruhlarımıza, eşyanın hakikatine üfleyerek bir hayat bahşetti.
Bedenimiz
emanet, ruhumuz emanet, nefesimiz emanet... Bu emanetleri kullanırken Allah
bizlere demez mi “Verdiğim emanetleri nerelerde, nasıl kullandınız?” diye?
Yaşantımıza
ilk nefesle başlıyor, vakti geldiğinde de son nefesle ömrümüzü tamamlıyoruz. Bu
iki nefes arasında yaşadıklarımız bizim sorumluluğumuzda. Bunun bilinciyle
kazançlarımızı ve kaybettiklerimizi tartıp, ona göre yaşantımızı şekillendiririz.
Hz. Mevlâna'nın sözü, bu durumu net olarak daha iyi anlamamıza örnek olacaktır:
"Üzülme, dert etme can! Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes
alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan, ne mutlu sana! Elinde olmayanları söyleme bana,
elinde olanlardan bahset can! Üzülme, geceler hep kimsesiz mi geçecek, gidenler
dönmeyecek mi? Yitirdiğin her ne ise, bir bakarsın yağmurlu bir gecede veya bir
bahar sabahında karşına çıkmış. Bil ki, güzellikler de var bu hayatta, gelgitlerin
olmadığı bir hayat düşünebilir misin? Hüzün olgunlaştırır, kaybetmek sabrı
öğretir."
Nihayetinde
insan tabiatı taşıyoruz, her şey bizler için. Sevinç, üzüntü, ağlamak, gülmek, acı,
neşe, keder, hüzün, sabır, tahammül, tahammülsüzlük, idrak, algı, başarı,
başarısızlık, kazanım, kayıp, ihanet, nefret, vicdan, merhamet ve bakış açımız gibi
tüm bu davranış şekilleri bizleri biz yapan, yani insan yapan duygu geçişleridir.
Nefes aldığımız süre zarfında ve son nefesimizi vereceğimiz âna kadar bu duygu
geçişlerini yaşayacağız. Önemli olan, bunu nasıl kontrol ettiğimizdir. Bu duygu
geçişlerini yaşarken, önce bireysel, sonra toplumsal olarak sorumluluklarımız
var.
Bazı
duyguları içimizde, kendi hâlimizde yaşarken, bunun dışavurumu olarak toplumda
göstereceğimiz davranış şekilleri hem bizi etkilemekte, hem de toplumu
etkilemektedir. Kendimize zarar vereceğimiz gibi, çevremizdekilere de zarar
verebiliriz. Ya da tam tersi; belki göstereceğimiz davranış şekli olan duygusal
ve duyarlı yaklaşımımız iyi şeylerin olmasına da sebebiyet verecek, örnek bir
davranış şekli olacaktır. Olaylar karşısında nasıl durduğumuza bağlı bu. Kendimizden
ziyade, bulunduğumuz toplumu ilgilendiren önemli olaylar karşısında bireysel
hareket etmeyerek topluca birleşerek duygularımızı, kararlarımızı ve
davranışlarımızı şekillendirebiliriz.
Buna
en son örnek olarak, 15 Temmuz 2016 Cuma gecesi ülkemiz mefhum bir olayla karşı
karşıya kaldı. Demokratik hak ve hürriyetimize, vatanımıza, bayrağımıza hain
bir saldırı gerçekleştirilerek darbe girişiminde bulunuldu. Ülke olarak
nefesimiz, tuttuk, geçmişte yaşananların tekrarlanmaması için halk olarak birleşip
tek vücut, tek yumruk, tek nefesle bu kalkışmaya son verdik. Vatanına,
bayrağına, ezanına sahip çıkan bir millet gördük çok şükür! Nefesler, duygular,
inanç, kalpler birdi; ezan, bayrak, vatan birdi; hainler dışında askerimiz,
polisimiz, Hükûmetimiz birdi, STK'lar birdi, basınımız birdi… Velhasıl, tek yürek,
tek yumruk, tek nefes olarak birdik ve biz olduk.
Temiz
konuşmak, temiz susmak
Hakla
bâtılı ayrıştırdığımızda doğru kararlar almamız, doğru davranış şekilleri içine
girmemiz hiç de zor olmayacaktır. Çünkü biz nefes alan ve veren insanlarız.
Nefes aldığımızda, bunu tutabilir miyiz? Hayır! O aldığımız nefesi mutlaka
vermeliyiz. Hayy'dan gelip Hû'ya gitmeliyiz. Doğru nefes alıp doğru nefes vermeliyiz.
Nefeslerimizi doğru yönde harcamalıyız. İşimizde, gücümüzde, yaşantımızda bunun
hakkını vermeliyiz. Doğru insanlarla birlikte olup, onların sarf ettiği
nefeslerden yararlanıp, hâl ve hareketlerimizi iyi şeyler için kullanıp vaktimizi
hayırlı şeyler için harcamalıyız. Yoksa kaybedenlerden olur, Allah'ın istemediği
kullar sınıfına gireriz (maazallah).
Sözümüz
doğru, özümüz doğru olmalı. Eskilerden gelen ve hâlâ günümüzde de kullandığımız
bir söz vardır "Senin nefesin kuvvetlidir, bir okuyuver de
rahatlayalım" diye; dua yönünden kuvvetli insanlardan medet umarız. Güzel
sözler söyleyen, temiz nefesler veren insanların dizinin dibinden ayrılmayız.
Bir
gün Hz. Peygamber (sav) sahabelerine dönerek, "Allah'a günahsız dillerle
dua edin" buyurmuştu. Efendimizin bu sözünü işiten yanındakiler, "Ey
Allah'ın Resulü, bu nasıl mümkün olabilir?” diye sordular. Bunun üzerine Efendimiz
şöyle buyurdu: "Birbirinize dua edin! Çünkü ne sen onun, ne de o senin
dilinle günah işlemiştir."
Bu
hadîs-i şerifin verdiği inançla birbirimizden dua talebinde bulunuruz. Ağzımızı
temiz tutmak, sadece yedikten ve içtikten sonra ağzımızı yıkayıp dişimizi
fırçalamaktan ibaret değildir. Temiz şeyler konuşup doğru ve hak olan sözler
sarf etmekle, iyiliği, güzelliği birbirimize tavsiye etmekle dilimizi de,
kalbimizi de, ruhumuzu da, nefesimizi de temiz tutmuş oluruz. Mevlâna
Hazretleri buyurur: "Peygamberlerin nefesleri taşa bile tesir eder.
Onların sözlerine dağlar bile boyun eğer. Lâkin bir ahmağa, onların saçtığı
hikmet incilerinden bir tanesi dahi isabet etmez!"
Bu
doğrultuda karşımızdakilere sarf edeceğimiz sözler önemlidir. Karşımızdakinin
anlayacağı dilde, onun anlayış seviyesine göre ifadelerimizi, kullandığımız
kelimeleri iyi seçmeliyiz. “Beni anlamıyor!” diye yakındığımız durumlarda ya
kendimizi tam anlatamamışızdır ya da karşımızdaki onu anlayacak seviyede
değildir. O yüzden açık ve net olmamız, hem bizim yararımıza, hem de karşımızdakinin
bizi daha iyi anlayıp anlamlandırması açısından daha doğru olacaktır. Hâlâ
anlamıyorsa, buna yapacağımız fazla bir şey olmayacaktır. Anlatışımız,
karşımızdakinin anladığı kadardır. Bunu daha iyi anlatmak için şu temsilî
kıssayı paylaşalım.
Hazreti
İsa (as),
sanki kendisini bir aslan kovalıyormuş gibi canhıraş bir şekilde kaçıyordu.
Adamın biri, merakla ardından koşarak kimden kaçmakta olduğunu sordu. Hz. İsa,
“Ahmaktan kaçıyorum!” deyince, bu sefer adam, “Sen nefesi ile körlerin ve
sağırların şifa bulduğu, duasıyla ölülerin dirildiği Mesih değil misin?
İstediğin her şeyi yapabildiğin hâlde niçin kaçıyorsun?” diye sordu. İsa
Peygamber, “Yemin ederim ki, İsm-i Âzam’ı sağır ve köre okudum, onlar iyileşti;
bir ölüye okudum, dirildi; bir fakire okudum, zengin oldu. Fakat o duayı bir
ahmağın kalbine binlerce defa okuduğum hâlde fayda vermedi. O ahmak, katı bir
taş kesildi de ahmaklığından vazgeçmedi!” dedi. Hayreti daha da artan adam
Hazreti İsa’ya tekrar sordu: “İsm-i Âzam duası, her hastanın şifa bulmasına
vesile olduğu hâlde niçin ahmaklığa tesir etmiyor? Bunun hikmeti nedir?” İsa
Nebî cevap verdi: “Ahmaklık, kahr-ı İlâhî olan bir hastalıktır. Diğerleri ise
kahr-ı İlâhîye uğramayan iptilâlardır. İptilâ da bir hastalıktır; ancak sadece
müptelâsına acınır. Ahmaklığa gelince… O da bir hastalıktır, lâkin ekseriya
başkasını yaralar ve zarar verir.” (1)
“Duydun
mu?”
Geçenlerde,
çok değerli öğretim görevlisi, yazar-şair Naci Özsoy Beyefendi’nin “Kırk Dokuz
Nefes” adıyla bir tasavvuf albümü çıkmıştı. Şiir ve yorum kendisine, müzikleri ise
New Age müziğinin uluslararası toplumda temsilcisi olan değerli sanatçı Can
Atilla'ya ait. Bu albüm beni çok etkiledi; onu dinlerken hem şiir, hem de müzik
olarak sizi farklı bir boyuta, ilâhî bir âleme taşıdığını hissediyorsunuz. Her
nefesle ayrı bir tanım, ayrı bir idrak, ayrı bir anlayış ve kuvvetli bir
inançla Bir Olana, Tek Olana, kâinatın yaratıcısı olan Allah'a yaklaşıyorsunuz.
Albüm içindeki bütün şiirler başlı başına etkileyici. Lâkin bir şiir var ki, içinde
geçen "Kitap kitap açarken" şeklindeki bir anlatım bambaşka biçimde etkiledi
beni.
"Duydun
mu, aşk ne der?/ Yer gök onunla titrer./ Kitap kitap açarken/ Taliplere şöyle
der:/ ‘Sanma uzağım sana,/ Hep yanında, yakınım./ Çıksa egon aradan,/ Kalp
deryasın dalarım./ Varsam, senin için var;/ Yoksam, zaten sen olmaz./ Vermese
sana beni,/ Dağı taşı yakarım./ Sen aldın beni ondan,/ Çevirme yüzüm haktan,/
Eğer ahdim bozarsam,/ Hesabını sorarım!’/ Duydun mu, aşk ne der?/ Yer gök
O'nunla titrer./ Kitap kitap açarken/ Taliplere böyle der."
"Kitap
kitap açarken" söylemindeki anlam, bizlere bizlerin ne olduğu hakikatini
ortaya seriyor. İnsan ve kâinat birbirini açıp okuyor. Neyi görmek istersek, neyi
bilmek istersek, neyi nasıl okumak istersek, her şey ayan beyan ortada! Yeter
ki biz doğru olanı, hak olanı görüp okuyalım ve nefesimizi de bu yolda
tüketelim!
Esselâm olsun gönlü güzellere!/ Esselâm
olsun ruhuna eziyet etmeyenlere!/ Esselâm olsun kalp kırmayanlara!/ Esselâm olsun dostuna arka çıkanlara!/ Esselâm olsun iyi günde de, kötü günde de yanınızda
olanlara!/ Esselâm olsun sırları namusu gibi
koruyanlara!/ Esselâm olsun adam gibi
adamlara, kadın gibi kadınlara!/ Esselâm
olsun yolda kalmışlara, yol arkadaşı olanlara!/ Esselâm olsun dara düştüğünde “Buradayım!” diyenlere!/
Esselâm olsun emanete ihanet etmeyenlere!/ Esselâm olsun “Allah için sevdim” diyenlere!/ Esselâm olsun sevgiyle bakanlara!/ Esselâm olsun söylenen sözlerin ardından hayırlı mânâlar
çıkaranlara!/ Esselâm olsun samimiyet
gösterildiğinde farklı anlamayanlara!/ Esselâm
olsun hediyeleşenlere!/ Esselâm olsun
nefeslerini Allah yolunda harcayanlara!/ Esselâm
olsun ilim adına bildiklerini başkalarıyla paylaşanlara!/ Esselâm olsun selâmımı alanlara!
(1) Osman Nuri Topbaş - Hak Dostlarından Hikmetler - " Hz Mevlana (kuddise sirruh) -2- Altınoluk Dergisi 2011 Aralık Sayı: 310, 32’inci sayfadan alıntıdır.