Bir nefes aralığı hasbihâl

“Kitap kitap açarken” söylemindeki anlam, bizlere bizlerin ne olduğu hakikatini ortaya seriyor. İnsan ve kâinat birbirini açıp okuyor. Neyi görmek istersek, neyi bilmek istersek, neyi nasıl okumak istersek, her şey ayan beyan ortada! Yeter ki biz doğru olanı, hak olanı görüp okuyalım ve nefesimizi de bu yolda tüketelim!

NEFESİ, sadece alıp vermekle ilişkilendiriyoruz. Nefes, hakikatin kendisi, var olduğumuzun, yaşadığımızın göstergesidir. Allah kâinatı, âlemleri ve kâinat üzerindeki canlı cansız tüm varlıkları yaratırken, Kendi Nurundan emanet bedenlerimize, emanet ruhlarımıza, eşyanın hakikatine üfleyerek bir hayat bahşetti.

Bedenimiz emanet, ruhumuz emanet, nefesimiz emanet... Bu emanetleri kullanırken Allah bizlere demez mi “Verdiğim emanetleri nerelerde, nasıl kullandınız?” diye?

Yaşantımıza ilk nefesle başlıyor, vakti geldiğinde de son nefesle ömrümüzü tamamlıyoruz. Bu iki nefes arasında yaşadıklarımız bizim sorumluluğumuzda. Bunun bilinciyle kazançlarımızı ve kaybettiklerimizi tartıp, ona göre yaşantımızı şekillendiririz. Hz. Mevlâna'nın sözü, bu durumu net olarak daha iyi anlamamıza örnek olacaktır: "Üzülme, dert etme can! Görebiliyorsan, dokunabiliyorsan, nefes alabiliyorsan, yürüyebiliyorsan, ne mutlu sana! Elinde olmayanları söyleme bana, elinde olanlardan bahset can! Üzülme, geceler hep kimsesiz mi geçecek, gidenler dönmeyecek mi? Yitirdiğin her ne ise, bir bakarsın yağmurlu bir gecede veya bir bahar sabahında karşına çıkmış. Bil ki, güzellikler de var bu hayatta, gelgitlerin olmadığı bir hayat düşünebilir misin? Hüzün olgunlaştırır, kaybetmek sabrı öğretir."

Nihayetinde insan tabiatı taşıyoruz, her şey bizler için. Sevinç, üzüntü, ağlamak, gülmek, acı, neşe, keder, hüzün, sabır, tahammül, tahammülsüzlük, idrak, algı, başarı, başarısızlık, kazanım, kayıp, ihanet, nefret, vicdan, merhamet ve bakış açımız gibi tüm bu davranış şekilleri bizleri biz yapan, yani insan yapan duygu geçişleridir. Nefes aldığımız süre zarfında ve son nefesimizi vereceğimiz âna kadar bu duygu geçişlerini yaşayacağız. Önemli olan, bunu nasıl kontrol ettiğimizdir. Bu duygu geçişlerini yaşarken, önce bireysel, sonra toplumsal olarak sorumluluklarımız var.

Bazı duyguları içimizde, kendi hâlimizde yaşarken, bunun dışavurumu olarak toplumda göstereceğimiz davranış şekilleri hem bizi etkilemekte, hem de toplumu etkilemektedir. Kendimize zarar vereceğimiz gibi, çevremizdekilere de zarar verebiliriz. Ya da tam tersi; belki göstereceğimiz davranış şekli olan duygusal ve duyarlı yaklaşımımız iyi şeylerin olmasına da sebebiyet verecek, örnek bir davranış şekli olacaktır. Olaylar karşısında nasıl durduğumuza bağlı bu. Kendimizden ziyade, bulunduğumuz toplumu ilgilendiren önemli olaylar karşısında bireysel hareket etmeyerek topluca birleşerek duygularımızı, kararlarımızı ve davranışlarımızı şekillendirebiliriz.

Buna en son örnek olarak, 15 Temmuz 2016 Cuma gecesi ülkemiz mefhum bir olayla karşı karşıya kaldı. Demokratik hak ve hürriyetimize, vatanımıza, bayrağımıza hain bir saldırı gerçekleştirilerek darbe girişiminde bulunuldu. Ülke olarak nefesimiz, tuttuk, geçmişte yaşananların tekrarlanmaması için halk olarak birleşip tek vücut, tek yumruk, tek nefesle bu kalkışmaya son verdik. Vatanına, bayrağına, ezanına sahip çıkan bir millet gördük çok şükür! Nefesler, duygular, inanç, kalpler birdi; ezan, bayrak, vatan birdi; hainler dışında askerimiz, polisimiz, Hükûmetimiz birdi, STK'lar birdi, basınımız birdi… Velhasıl, tek yürek, tek yumruk, tek nefes olarak birdik ve biz olduk.

Temiz konuşmak, temiz susmak

Hakla bâtılı ayrıştırdığımızda doğru kararlar almamız, doğru davranış şekilleri içine girmemiz hiç de zor olmayacaktır. Çünkü biz nefes alan ve veren insanlarız. Nefes aldığımızda, bunu tutabilir miyiz? Hayır! O aldığımız nefesi mutlaka vermeliyiz. Hayy'dan gelip Hû'ya gitmeliyiz. Doğru nefes alıp doğru nefes vermeliyiz. Nefeslerimizi doğru yönde harcamalıyız. İşimizde, gücümüzde, yaşantımızda bunun hakkını vermeliyiz. Doğru insanlarla birlikte olup, onların sarf ettiği nefeslerden yararlanıp, hâl ve hareketlerimizi iyi şeyler için kullanıp vaktimizi hayırlı şeyler için harcamalıyız. Yoksa kaybedenlerden olur, Allah'ın istemediği kullar sınıfına gireriz (maazallah).

Sözümüz doğru, özümüz doğru olmalı. Eskilerden gelen ve hâlâ günümüzde de kullandığımız bir söz vardır "Senin nefesin kuvvetlidir, bir okuyuver de rahatlayalım" diye; dua yönünden kuvvetli insanlardan medet umarız. Güzel sözler söyleyen, temiz nefesler veren insanların dizinin dibinden ayrılmayız.

Bir gün Hz. Peygamber (sav) sahabelerine dönerek, "Allah'a günahsız dillerle dua edin" buyurmuştu. Efendimizin bu sözünü işiten yanındakiler, "Ey Allah'ın Resulü, bu nasıl mümkün olabilir?” diye sordular. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu: "Birbirinize dua edin! Çünkü ne sen onun, ne de o senin dilinle günah işlemiştir."

Bu hadîs-i şerifin verdiği inançla birbirimizden dua talebinde bulunuruz. Ağzımızı temiz tutmak, sadece yedikten ve içtikten sonra ağzımızı yıkayıp dişimizi fırçalamaktan ibaret değildir. Temiz şeyler konuşup doğru ve hak olan sözler sarf etmekle, iyiliği, güzelliği birbirimize tavsiye etmekle dilimizi de, kalbimizi de, ruhumuzu da, nefesimizi de temiz tutmuş oluruz. Mevlâna Hazretleri buyurur: "Peygamberlerin nefesleri taşa bile tesir eder. Onların sözlerine dağlar bile boyun eğer. Lâkin bir ahmağa, onların saçtığı hikmet incilerinden bir tanesi dahi isabet etmez!"

Bu doğrultuda karşımızdakilere sarf edeceğimiz sözler önemlidir. Karşımızdakinin anlayacağı dilde, onun anlayış seviyesine göre ifadelerimizi, kullandığımız kelimeleri iyi seçmeliyiz. “Beni anlamıyor!” diye yakındığımız durumlarda ya kendimizi tam anlatamamışızdır ya da karşımızdaki onu anlayacak seviyede değildir. O yüzden açık ve net olmamız, hem bizim yararımıza, hem de karşımızdakinin bizi daha iyi anlayıp anlamlandırması açısından daha doğru olacaktır. Hâlâ anlamıyorsa, buna yapacağımız fazla bir şey olmayacaktır. Anlatışımız, karşımızdakinin anladığı kadardır. Bunu daha iyi anlatmak için şu temsilî kıssayı paylaşalım.

Hazreti İsa (as), sanki kendisini bir aslan kovalıyormuş gibi canhıraş bir şekilde kaçıyordu. Adamın biri, merakla ardından koşarak kimden kaçmakta olduğunu sordu. Hz. İsa, “Ahmaktan kaçıyorum!” deyince, bu sefer adam, “Sen nefesi ile körlerin ve sağırların şifa bulduğu, duasıyla ölülerin dirildiği Mesih değil misin? İstediğin her şeyi yapabildiğin hâlde niçin kaçıyorsun?” diye sordu. İsa Peygamber, “Yemin ederim ki, İsm-i Âzam’ı sağır ve köre okudum, onlar iyileşti; bir ölüye okudum, dirildi; bir fakire okudum, zengin oldu. Fakat o duayı bir ahmağın kalbine binlerce defa okuduğum hâlde fayda vermedi. O ahmak, katı bir taş kesildi de ahmaklığından vazgeçmedi!” dedi. Hayreti daha da artan adam Hazreti İsa’ya tekrar sordu: “İsm-i Âzam duası, her hastanın şifa bulmasına vesile olduğu hâlde niçin ahmaklığa tesir etmiyor? Bunun hikmeti nedir?” İsa Nebî cevap verdi: “Ahmaklık, kahr-ı İlâhî olan bir hastalıktır. Diğerleri ise kahr-ı İlâhîye uğramayan iptilâlardır. İptilâ da bir hastalıktır; ancak sadece müptelâsına acınır. Ahmaklığa gelince… O da bir hastalıktır, lâkin ekseriya başkasını yaralar ve zarar verir.” (1)

“Duydun mu?”

Geçenlerde, çok değerli öğretim görevlisi, yazar-şair Naci Özsoy Beyefendi’nin “Kırk Dokuz Nefes” adıyla bir tasavvuf albümü çıkmıştı. Şiir ve yorum kendisine, müzikleri ise New Age müziğinin uluslararası toplumda temsilcisi olan değerli sanatçı Can Atilla'ya ait. Bu albüm beni çok etkiledi; onu dinlerken hem şiir, hem de müzik olarak sizi farklı bir boyuta, ilâhî bir âleme taşıdığını hissediyorsunuz. Her nefesle ayrı bir tanım, ayrı bir idrak, ayrı bir anlayış ve kuvvetli bir inançla Bir Olana, Tek Olana, kâinatın yaratıcısı olan Allah'a yaklaşıyorsunuz. Albüm içindeki bütün şiirler başlı başına etkileyici. Lâkin bir şiir var ki, içinde geçen "Kitap kitap açarken" şeklindeki bir anlatım bambaşka biçimde etkiledi beni.

"Duydun mu, aşk ne der?/ Yer gök onunla titrer./ Kitap kitap açarken/ Taliplere şöyle der:/ ‘Sanma uzağım sana,/ Hep yanında, yakınım./ Çıksa egon aradan,/ Kalp deryasın dalarım./ Varsam, senin için var;/ Yoksam, zaten sen olmaz./ Vermese sana beni,/ Dağı taşı yakarım./ Sen aldın beni ondan,/ Çevirme yüzüm haktan,/ Eğer ahdim bozarsam,/ Hesabını sorarım!’/ Duydun mu, aşk ne der?/ Yer gök O'nunla titrer./ Kitap kitap açarken/ Taliplere böyle der."

"Kitap kitap açarken" söylemindeki anlam, bizlere bizlerin ne olduğu hakikatini ortaya seriyor. İnsan ve kâinat birbirini açıp okuyor. Neyi görmek istersek, neyi bilmek istersek, neyi nasıl okumak istersek, her şey ayan beyan ortada! Yeter ki biz doğru olanı, hak olanı görüp okuyalım ve nefesimizi de bu yolda tüketelim!

Esselâm olsun gönlü güzellere!/ Esselâm olsun ruhuna eziyet etmeyenlere!/ Esselâm olsun kalp kırmayanlara!/ Esselâm olsun dostuna arka çıkanlara!/ Esselâm olsun iyi günde de, kötü günde de yanınızda olanlara!/ Esselâm olsun sırları namusu gibi koruyanlara!/ Esselâm olsun adam gibi adamlara, kadın gibi kadınlara!/ Esselâm olsun yolda kalmışlara, yol arkadaşı olanlara!/ Esselâm olsun dara düştüğünde “Buradayım!” diyenlere!/ Esselâm olsun emanete ihanet etmeyenlere!/ Esselâm olsun “Allah için sevdim” diyenlere!/ Esselâm olsun sevgiyle bakanlara!/ Esselâm olsun söylenen sözlerin ardından hayırlı mânâlar çıkaranlara!/ Esselâm olsun samimiyet gösterildiğinde farklı anlamayanlara!/ Esselâm olsun hediyeleşenlere!/ Esselâm olsun nefeslerini Allah yolunda harcayanlara!/ Esselâm olsun ilim adına bildiklerini başkalarıyla paylaşanlara!/ Esselâm olsun selâmımı alanlara!

 

(1) Osman Nuri Topbaş - Hak Dostlarından Hikmetler - " Hz Mevlana (kuddise sirruh) -2- Altınoluk Dergisi 2011 Aralık Sayı: 310, 32’inci sayfadan alıntıdır.