Bir musibet, bin nasihatten evlâdır

Kul, yaptığı günahı/hatâyı kendinden bilmelidir. Peygamber Efendimizin, “Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi tedbirli ol” şeklindeki hadîs-i şerîfinden hareketle, yarın deprem olacakmış gibi tedbirli olmalıyız.

BİR imtihan dünyasında yaşıyoruz. Karşılaştığımız her olaydan ders çıkartmak mecburiyetindeyiz.

Evet, insanoğlu depremi önleme veya depremi çok önceden bilme imkânına sahip değil. Ancak, depremin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu bilerek daha fazla tedbirli olmak mümkün.

Elazığ (Elaziz) ve Malatya’da meydana gelen depremin akabinde devletin dirâyeti, halkın dayanışması ve hüzünde birleşmesi, millet olduğumuzu bir kere daha ispatladı. Türkiye, fiziksel olarak sarsılsa bile zihinsel bütünlüğünü koruduğunu gösterdi.

Devletin tek başına yetebileceği bir felâket olmasına rağmen milletin deprem mağdurlarına karşı gösterdiği yakınlık ve şefkat, sadece Türkiye’ye değil, dünyaya da yeni dersler verdi.

Bu gibi tabiî felaketler elbette Allah-u Teâlâ’nın iradesi ve Sünnetullah’a göre meydana gelmektedir. Bütün bunlardan alınacak dersler ve ikazlar vardır elbette, ama bunu sadece o felâkete uğrayanlara veya belli bir topluma ceza imiş gibi değerlendirmek yanlıştır.

Ama özü itibariyle İlâhî vahiy kaynaklı dinlerin bağlıları arasında, bu gibi felâketleri sadece ceza şeklinde yorumlayanların olduğu hemen (daima) görülüyor; buna cevap vermek üzere konunun derûnî kısmına biraz ara verelim…

***

Deprem felâketi sırasında, özellikle “sosyal medya” denilen iletişim alanında bazı âyet meallerini devreye sokanların samîmiyetlerinden şüphelenmemek mümkün mü? Bu “sosyal medya” denilen alan, âdeta fitne fücur kaynıyor.

Bir diğer husus da şu: Depremi siyâsî bir mülâhaza konusu yapıp bundan da bazı siyâsî rant devşirmeye çalışan ve insanlıktan bînasib olanların olduğunu hatırdan uzak tutmamak gerekir. Bu kabil densizlere inat, enkaz altında kalan kardeşlerimizi can siperâne kurtaran o kahraman görevlilerin şâhit oldukları ve bizzat yaşadıkları mucizevî öyle hâller yaşandı ki, “Umulur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırdır. Ve yine umulur ki, sevdiğiniz bir şey de sizin için şerdir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir” (Bakara, 216) âyetinin sırrına mazhar olundu…

Hani tarihimizde, savaşta yan yana vurulup yatan şehit adayı Mehmetçiğin imdadına koşan ve su veren gönüllü çeriye o Mehmetçik, “Suyu yanımdaki kardeşime ver” der ya, tıpkı onun gibi, enkaz altındaki bacımızın, “Beni bırak, alt katta öteki yerdeki teyzeyi kurtar” demesi ne büyük rûh göstergesidir!

Yavrusunun üzerine kapanıp ciğerparesini koruyarak, “Cennet, anaların ayakları altındadır” diyen Hazreti Muhammed’in (sav) ümmeti olmakla bahtiyâr o nurânî yüzlü ananın yaptığı ne büyük iştir!

Evleri sağlam olup dışarıda bekleyen teyze ile amcaya “Aç mısınız? Gelin, gıda yardımı alın” diyen görevliye, “Yavrum, evleri yıkılanlar varken bizim almamız hoş değil” diye cevap veren Anadolu’nun bu güzel insanları, milyonları açlığa ve bîkese mahkûm eden asrımızın Neronlarına, Esadlarına, Trumplarına ders verdiler.

19 saat enkaz altında kalan, aç, susuz, karanlıkta ve betonlar üzerindeki o çukurda kurtarılmayı beklerken yardıma koşan kahramana, “Yavrum, başım açık, başörtüsü istiyorum” diyen anaya ağlayarak “Başörtüsü verin” diyen kahraman evlâdımızın edebi, hayâsı, âdâbı, Allah (cc) inancı ve Peygamber (sav) aşkı senaryo değil, hakikattir.

***

Beri tarafta, örtüye savaş açanların depremde attıkları sosyal medya mesajlarıyla ne hezeyanlar kustuklarını gördük. Sanata inat sanatçı müsveddesi, siyaset yaptığını zanneden madrabazlar gördük.

Cuma günü meydana gelen depremden sonra, sosyal medyada Elaziz ve Malatya’daki kardeşlerimizin soyunu/boyunu bahis mevzuu edip edepsizce yakıştırmalar yapan aklı evvellere en güzel cevabı, UMKE görevlisi Emine Kuştepe kızımız verdi. “Ensar” olma bahtiyârlığına eren insanımıza, Suriyeli Mahmud’un kanayan elleriyle kurtarılmasına vesîle olduğu hanım kardeşimizin ve ailesinin ifadelerini dünya âlem gördü. Mezar soyucu ve Suriyeli misafirlerimize buğz eden ve kışkırtan, onları her hâlükârda tahkir eden nâdanlara ne desek anlamazlar(!).

Onların derdi Türkiye düşmanlığı, Türkiye’nin kaybetmesi… Bu nasipsizlere inat, millet-i İbrâhim şuuruyla hareket eden bu güzel evlâtlarımızla ne kadar iftihar etsek azdır!

Bir kardeşimizin tespiti şöyle: “Kürt Diyarbakır Belediyesi deprem çadırları kuruyor, Alevî Tunceli Belediyesi sıcak yemek dağıtımı yapıyor, Sivaslı Yiğidolar tırlarla Elazığ’a gidip bekliyor… Konyalılar ayakta, Adana, Mersin, Antalya, Rizeli Lazlar, Denizlili Türkmenler, Erzurumlu Dadaşlar, Ordulular hep omuz omuza Elaziz ve Malatya için bütün varı ve yoğu ile seferber oldular.”

Hayra koşan basın mensuplarını, televizyon kanallarının kampanyalarını yardım için çalıştıranların yaptıklarını unutmamak da kadirşinaslık olacaktır.

***

24 Ocak Cuma gününden beri depremle ilgili bütün yayın organlarında, başta TV ekranlarında fikir beyan eden konu uzmanları kanaatlerini belirtiler. Bir ortak ifadeyle, Kandilli Rasathanesi Müdürü olan müteveffa Prof. Dr. Mete Işıkara’nın, “Deprem öldürmez, çürük bina öldürür” sözünü söylediler. Belli ki, Marmara Depremi büyük bir ders olmuş; ancak şehirleşmede ve yapılarda hâlâ Allah (cc) korkusu ve beşer olma erdemini unutan bazı paragözlerin olduğu ortada.

Kul, yaptığı günahı/hatâyı kendinden bilmelidir. Peygamber Efendimizin, “Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış, yarın ölecekmiş gibi tedbirli ol” şeklindeki hadîs-i şerîfinden hareketle, yarın deprem olacakmış gibi tedbirli olmalıyız. Allah bu milletimizi ve ülkemizi her türlü felâketten korusun!

***

Son olarak, yapılanları da inkâr etmeden, Prof. Dr. Zekeriya Kurşun hocanın teklifine katıldığımızı belirterek bitirelim, zira aklın yolu bir:

“Cumhurbaşkanlığı, deprem kuşağı üzerinde olan ülkemizde tedbir üretmek için aklı başında, bilimi ve aklı rehber edinen her kim varsa onları bir araya toplayıp daimî ve bağımsız geniş bir deprem kurulu oluşturmalıdır. Mevcût kurul ve kurumlar bu yeni oluşum için bir bahane teşkil etmemelidir. Söz konusu kurul, sadece fikir üreten, rapor yazan bir kurul değil; aynı zamanda araştıran, denetleyen ve aldığı kararları uygulanan bir mekanizmaya da sahip olmalıdır. Böylece takdir ile tedbir uyumlu hâle getirilmelidir.”

Vesselâm…