Bir Kuşak Bir Yol Projesi: Türkiye için tehdit mi, fırsat mı?

Jeopolitik avantajımızı kullanarak projenin alternatif güzergâhlarında öncelikli konuma geçmeliyiz. Bu tarihî projeyi Türkiye’nin küresel bir güç olma gayretinin önünde bir engel değil, atlama rampası olarak kullanmaksa yine bizim elimizde. Yeter ki biz, bakış açımızı doğru şekilde konumlandıralım. Yeter ki biz, sahip olduğumuz o büyük aklı ve o müthiş enerjiyi doğru yöne kanalize edebilelim. Yeter ki biz, inancımızın ve tarihimizin bize yüklediği o büyük ve kutsal misyonun farkında olalım!

ÖNCEKİ ay Türkiye’de tarihî bir olay yaşandı. Yeni dünya düzeninin ekonomik ve siyâsî açıdan en büyük projesi olarak gösterilen Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin ilk deneme seferi yapıldı.

Çağımızın “modern İpek Yolu” olarak gösterilen Bir Kuşak Bir Yol Projesi’nin “Çin-Merkez-Batı Asya” diye adlandırılan orta koridor kuşağının ilk deneme seferinin duraklarından biri de Türkiye oldu. 15 Ekim 2019 tarihinde Çin’in Şian şehrinden yola çıkan yük treni, ilk olarak 5 Kasım günü Kars’tan Türkiye’ye giriş yaptı. 6 Kasım’da Ankara’ya gelen tren, 7 Kasım günü gece saat 03:30’da Marmaray’dan geçiş yaparak Avrupa’daki istikametine devam etti. Prag’a doğru yolculuğunu sürdüren yük treni, aynı zamanda Marmaray’dan geçen ilk yük treni olma özelliğini de kazandı.

Bir Kuşak Bir Yol Projesi nedir?

Bir Kuşak Bir Yol (One Belt One Road-OBOR) Projesi, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping tarafından ilk olarak 2013 yılında Kazakistan ve Endonezya gezileri sırasında ilân edildi. Proje, 69 ülkeyi içine alan ve temelde Asya, Avrupa ve Afrika’da belli başlı ülke ekonomileri arasında ulaştırma, ticaret ve yatırım bağlantısı kurmayı hedefleyen çok büyük bir proje. Merkezinde Çin olan ve Çin pazarını Avrupa ve Afrika ülkelerine bağlayan, aslında tam da benzettikleri gibi “modern bir İpek Yolu” diyebiliriz. “Kuşak” ve “yol” kavramları ise bu projenin kara ve deniz bağlantılarını temsil ediyor.

“Kuşak” kavramı ile Orta Çin’den başlayan ve Moskova-Rotterdam üzerinden Venedik’e uzanan karayolu, demiryolu, petrol ve gaz boru hatları ve diğer altyapı projelerinden oluşan bir kara ulaştırma ağları bütünü kastediliyor. Proje kapsamında tek bir rota yerine, Asya-Avrupa yönünde kara köprülerinden oluşan koridorlar plânlanıyor.

Plânlanan güzergâhlar ise şu şekilde: (1) Çin-Moğolistan-Rusya, (2) Çin-Merkez-Batı Asya, (3) Çin-Hint Çini yarımadası, (4) Çin-Pakistan, (5) Çin-Bangladeş-Hindistan-Myanmar. (Tekrar belirtelim ki, Türkiye bu koridorlar içinde “Orta Koridor” olarak adlandırılan Çin-Merkez-Batı Asya hattı üzerinde yer alıyor.) 

“Yol” kavramı ise projenin denizyolu ağına karşılık geliyor. Proje kapsamında Güney ve Güneydoğu Asya’dan Doğu Afrika ve Akdeniz’in kuzeyine kadar uzanan deniz bölgesinde limanlar ve diğer kıyı yapıları ağı plânlanıyor. Projenin ekonomik büyüklüğünün, üye ülkeler ele alındığında trilyon dolarlara ulaşması hedefleniyor. Üye ülkelerin toplam ekonomik büyüklüğü ise 25 trilyon doları aşıyor. Bu proje ile Çin, yeni dünya düzeninin en önemli ve en güçlü ekonomik gücü hâline gelecek.

Batı emperyalizmin sonu yaklaştı mı?

Batı emperyalizmin sonu yaklaştı mı? Bu sorunun cevabı, bana göre hem “Evet”, hem de “Hayır”… Bu proje, artık son zamanlarını yaşayan “Batı eksenli emperyalist ekonomik sistemin” alternatifi olacak “Doğu eksenli yeni bir ekonomik düzene” yumuşak geçişin adımlarını oluşturuyor. Batı eksenli emperyalist sistem eski gücünü kaybetmeye başladı. Doğu, pek çok alanda Batı’yı yakalamış durumda.

Batı eksenli emperyalist düzen, temelinde sömürü amacı olan tüketim odaklı bencil bir sistemdi. Dünyanın tüm kaynaklarını sömürgeci bir anlayışla sadece kendileri için istediler. Sömürge dönemi bittiğinde, adına “küreselleşme” dediğimiz, özünde yine “sömürü” olan yeni düzene geçiş yapıldı. Batı’nın bu bencil ve hegemonik anlayışı elbette sürdürülebilir değildi. Dengeler değişmeye başladı. Doğu hemen her alanda Batı’yı takip etmeye ve yakalamaya başladı. Zaman içinde Batı’nın askerî ve teknolojik güç üzerindeki tekeli yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı. Batı’nın, yükselen Doğu ile yapacağı en akıllıca hamle, yarışmak yerine anlaşma yoluna gitmekti.

Çin merkezli yeni Doğu ekonomik düzen, Batı eksenli sömürgeci tek taraflı düzen yerine “kazan-kazan” esasına dayanan, “işbirliğine dayalı” ve daha sürdürülebilir bir ekonomik modeli vaat ediyor. Çin, geleceğini bu projede gördüğü için, bütün gelecek plânlarını ve projelerini bu yönde geliştiriyor ve tüm siyâsî ve de stratejik adımlarını bu yönde atıyor. Çin’in bu proje yönünde yaklaşık 1 trilyon dolarlık hükûmet fonu ayırdığını söylesek, sanırım ne demek istediğimiz daha net anlaşılır.

Bunun yanında, emperyalizmin sadece kılık değiştirdiğini söylemek de yanlış olmayacaktır. Yeni düzenin arkasındaki akıl da sonuçta aynı akıl. Batı dünyası emperyalizmin özü olan kapitalizmi “yeni düzen” adı altında Doğu’ya ihraç ediyor. “Eksen kayması” dediğimiz olay, sonuç olarak kapitalizmin yani sermayenin sadece yer değiştirmesi…

Proje Türkiye için bir tehdit mi, fırsat mı?

Peki, Türkiye bu projeden fırsat mı çıkarır, yoksa bu proje ülkemiz için bir tehdit mi?

Öncelikle Türkiye, jeopolitik konumu, gelişen ekonomisi ve son yıllarda yaptığı büyük altyapı projeleri ile bu projenin önemli ortaklarından biri konumuna geldi. Marmaray Projesi, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Osman Gazi Köprüsü, İstanbul Havalimanı ve ileride yapılacak olan Kanal İstanbul projeleri, bu dev projenin de önemli ulaşım ve ikmâl hatları olacak. Türkiye’nin projeye entegrasyonu için iki ülke arasında imzalanan anlaşma ile ilk aşamada 40 milyar dolarlık bir bütçe öngörüldü.

Proje, Türkiye için hem büyük fırsatlar, hem de dikkat edilmesi gereken ciddî tehditler içeriyor. Önce belli başlı riskler ve tehditlere göz atalım…

Proje, daha önce ifade ettiğim gibi “kazan-kazan” anlayışı vaat ediyor. Ancak en kazançlı çıkacak olan, şüphesiz ki Çin olacak. Çin, mevcût ekonomik düzenin sürdürülebilir olmadığını gördü ve ürettiği değeri daha kısa yoldan ve daha az mâliyetli şekilde yeni pazarlara ulaştırmanın, enerji kaynaklarına daha hızlı ve daha düşük mâliyetli ulaşabilmenin derdinde.

Türkiye ve Çin arasında ithalat ve ihracat dengesi açısından büyük bir fark var. Türkiye, Çin’e ihraç ettiği değerin yaklaşık 10 katını ithal ediyor. Önlem alınmaz ise bu fark, bu proje ile katlanacak. Mevcût hâliyle Türk sanayiinin Çin sanayii ile rekabet etmesi neredeyse imkânsız. Lojistik mâliyetlerinin düştüğü ve Çin’den çok daha ucuz ve hızlı ithal imkânı sağlanması, yerli üretim sanayii için büyük bir tehdit demek.

Türkiye ve Çin’in siyâsî ilişkisi ise çok net değil. Türkiye ile Çin, henüz siyâsâ olarak büyük bir çatışma içinde değil. Bunun yanında Çin’in Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerine uyguladığı soykırımı Türkiye görmezden gelemez. Çin’in uyguladığı soykırım ve asilime politikası, Türkiye’de henüz Hükûmet düzeyinde olmasa bile halkta büyük tepki uyandırıyor. Bu vahşet durmadıkça, projenin geleceği de tehdit altında!

Türkiye küresel bir güç olma yolunda ilerliyor. Bölgesinde ve yavaş yavaş diğer bölgelerde etkili oldukça yeni süper güç adayı Çin ile bir rekabet içine girmesi kaçınılmaz olacak. Bu yeni kurulan düzende sadece bir güzergâh veya durak olmaktan çok daha fazlası olmak zorunda Türkiye ve bu anlamda pek çok alanda, ABD başta olmak üzere AB üyesi ülkeler ile son yıllarda sıkıntılı günler yaşıyor.

Türkiye’nin siyasal, askerî, teknolojik ve ekonomik anlamda güçlenmesi, Batılı müttefiklerimizin (!) işine gelmedi, gelmiyor, gelmeyecek; Orta Doğu ve Akdeniz’deki kirli plânlarına Türkiye tarafından çomak sokulması, o yakın Batılı dostlarımızın (!) canını sıkmaya devam ediyor. Türkiye, hâliyle yüzünü Doğu’ya çevirmeye başladı. Çin, Hindistan ve Rusya, nüfusları, ekonomileri ve askerî güçleri ile artık Batılıların üstünlüklerini tehdit eder hâle geldi. Dengeler Doğu’ya kaymaya başladı. Türkiye bu dengeleri ve eksen kaymasını görmezden gelemez. Batılı müttefiklerimizin (!) artık neredeyse alenen ve doğrudan “bağımsızlığımıza yönelik” adımları bu tür yeni stratejik antlaşmaları ve Doğu ile yeni işbirliklerini daha önemli hâle getirdi. Türkiye, kurulan bu yeni düzende oyunda olmak zorunda.

Bu büyüklükteki bir ekonomik döngüde Türkiye önemli fırsatlar yakalayabilir. Öncelikle sanayimizin bu dönüşüme ayak uydurması ve kendisini yenilemesi gerekli. Çin sanayii ile rekabet etmenin yolu ise “katma değer üretmek”ten geçiyor. Üretimde farklılık yaratmak zorundayız. İnovatif düşünerek öncü fikirler ve öncü teknolojiler üretmek zorundayız. Çin ile aynı ürünleri üreterek asla rekabet edemeyiz. Sanayide “Endüstri 4.0” modeline uygun yenilikçi üretim modelleri ile hareket etmeliyiz. Çin ve Hindistan, proje kapsamında Batı’nın üretim fabrikası olacak. Türkiye, kısa vadede bu yatırımın belirli bir kısmını alabilirse üretimden ar-ge merkezine dönüşüm açısından avantajlı konuma geçecektir. Uzun vadede fabrika olmak yerine, Batı gibi silikon vadisi ve ar-ge merkezi olmalıyız.

Sonuç olarak, bu dev proje adım adım ilerlerken, Türkiye yatırım projelerini iyi değerlendirmeli ve fırsatları kaçırmamalıdır. Jeopolitik avantajımızı kullanarak projenin alternatif güzergâhlarında öncelikli konuma geçmeliyiz. Bu tarihî projeyi Türkiye’nin küresel bir güç olma gayretinin önünde bir engel değil, atlama rampası olarak kullanmaksa yine bizim elimizde. Yeter ki biz, bakış açımızı doğru şekilde konumlandıralım. Yeter ki biz, sahip olduğumuz o büyük aklı ve o müthiş enerjiyi doğru yöne kanalize edebilelim. Yeter ki biz, inancımızın ve tarihimizin bize yüklediği o büyük ve kutsal misyonun farkında olalım!