Bir istifanın ardından

İstifadan sonra piyasanın verdiği mesaj, Albayrak’ın şahsına değil, Erdoğan’adır aslında. İlk anda kurlardaki düşüş, Erdoğan’ı istifayı kabul etmeye zorlamak amacı gütmüştü kanımca. Yeni bakan atamasından sonra birkaç saat de olsa kur artışı görülmesi, Elvan’a ve Erdoğan’a küreselcilerin gözdağı olarak okunabilir.

BERAT Albayrak, “Damat” sıfatından dolayı AK Parti içinde bile genel kabul görmemiş biriydi. Ancak bu sıfatın ona parti içinde ayrıcalık ve dokunulmazlık tanıdığına da şüphe yok.

Gerek enerjinin, gerekse de ekonominin başına geldiği günden beri, bunun “güncel” teamüllere aykırı olduğunu dost meclislerinde dile getirmiş biriyim.

Ne var ki, hem iki bin yıllık Türk devlet geleneğinde, hem de dünya siyâsî literatüründe bunun gibi akraba atamalarını görmek şaşırtıcı gelmiyor kimseye. En kritik görevlere getirilmiş nice evlât, damat, amca, dayı, yeğen var tarihte. Bunun tek mantıklı açıklaması ise “güven”…

Özellikle sürekli tehdit altında yaşayan devletlerin liderleri, önemli görevlere güvendikleri isimleri getirirler. Bu seçim ya dediklerini harfiyen yerine getireceklerinden ya da görevleri üzerinden devlete ihanet etmeyeceklerine emin olduklarından yapılır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da son on yılını, güvendiği isimlerin ihanetlerini bertaraf etmekle geçirdiğini düşününce, aile içinden birilerini kritik noktalarda kullanması anlaşılabilir bir durumdur belki. Mustafa Kemal’in İnönü’yü başbakan yapması, o mâkâma lâyık olmasından mıydı? Ya da Demirel’in partisini bıraktığı Çiller, çok mu iyi bir siyâsetçiydi? Ve nihâyet Abdullah Gül’ün adı, Erdoğan’ın gücü olmasa cumhurbaşkanlığı için kaç kişinin aklına gelirdi?

Evet, Cumhuriyet tarihi yüksek mevkilerdeki akraba ilişkileri için biraz kısır olabilir. Ancak daha onlarcasının yazılabileceği yukarıdaki üç örnekte olduğu gibi, söz dinletilebilecek atamalar her zaman yapılmıştır.

O hâlde, siyâsette sadece liyâkat ararsak yanılmış oluruz. Evet, ekonomiyi -matematiksel olarak- Berat Albayrak’tan çok daha iyi bilen yüzlerce, binlerce ekonomist bulunabilir Türkiye’de. Ama siyâseti Erdoğan’dan iyi bilen kaç isim sayabilirsiniz?

Özellikle bizim çapımızdaki devletlerde, matematiksel/teorik şirket ekonomileri değil, siyâsî bir ekonominin tesis edilmesi gerekir. İşte tam da bu sebeple, kayınpederinin sözünden çıkmayacak, dâvâsından dönmeyecek, yolundan sapmayacak bir damadın ekonominin başına getirilmiş olması anlaşılabilir bir durumdur.

Bu arada hiç kimse, İstanbul Üniversitesi İşletme mezunu, ABD’de finans üzerine yüksek lisans, Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynakları ve finansmanı üzerine doktora yapmış birinin yeterliliğini konuşmaz. Yadırganan tek konu, bu yeterlilikteki kişinin Cumhurbaşkanı’nın damadı olmasıdır.

Olağanüstü durumlar, sıradışı sonuçlar doğurabilir. Türkiye de tarihinin en büyük ekonomik saldırılarına maruz kaldığı için, durum olağanüstüdür. Bu yüzden Albayrak’ın, ekonomiyi nasıl yönettiği, doğruları ya da yanlışları, normal şartlara göre değerlendirilemez. Berat Albayrak’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çizdiği rotaya uygun bir ekonomik politika uyguladığını düşünüyorum. Ekibiyle birlikte kurduğu sistemin Erdoğan’dan da onay aldığından şüphem yok. Ancak ekonomide atılan bu millî temellerin doğru zemine oturup oturmadığını belki de on yıllar sonra göreceğiz.    

Gelelim Albayrak’ın istifasına…

İstifa haberlerinin yayıldığı ilk saatlerde, sosyal medya hesaplarından birindeki tüm paylaşımlar silinmiş, bir diğerindeki ise aktif görünüyordu. Aktif hesapta istifa metni duruyor olsa da kullanılan üslûp, Erdoğan-Albayrak ilişkisine hiç uygun değildi. Ortaokul Türkçesiyle yazılmış olması da tereddütleri arttırmıştı. Ama konuyla ilgili yetkili hiçbir mecradan doğrulayıcı bilgi alınamıyordu. Bu suskunluğun ilk saatlerinde, hesabının bilgi korsanlarınca ele geçirildiği ihtimâli üzerinde durulmuş olsa da ilerleyen süreçte yalanlayan hiçbir haber gelmeyince inandık istifaya. Ve sebepleri üzerine kafa yormaya başladık.

Erdoğan’ın istifayı kabul etmemesi üzerine kurgulanan beklentiler, muzip bir soruyu da soktu zihnimize: Süleyman Soylu gibi bir destek arayışıyla, muhalefetin yoğunlaştırdığı tepkilere karşı bir kalkan mı oluşturmaya çalışmıştı Albayrak?

Öyle ya, kayınpeder-damat, sosyal medya üzerinden haberleşecek olamazlardı herhâlde. Ancak gördük ki, o saatler süren belirsizlik içinde Soylu’ya verilen desteğin yarısı bile verilmedi kendisine.

Sağlık sorunları ile ilgili bahanesi ise toplumda asla karşılık bulmamıştı. Velev ki sağlık sorunu gerçek olsun, bunu sosyal medya üzerinden değil, Erdoğan’la müzakere edip, hattâ onunla birlikte açıklaması beklenmez miydi?

Bir seçenek de Bakan’ın istifasını Cumhurbaşkanı’nın istemiş olmasıydı elbette. Bu, ekonomideki beklentilerin karşılanamamış olması, aralarında teknik bir konuda anlaşmazlık çıkmış olması, Hükûmet içi bir uyumsuzluk ya da aile içi bir huzursuzluk sebebiyle alınmış bir karar olabilir. Sebep her ne olursa olsun, inisiyatif Erdoğan’dadır. Ulaştırma Bakanı değiştirildiğinde nasıl baktıysak olaya, bu değişikliğe siyâsî bir karar gözüyle bakmalıyız.

Sebep her ne olursa olsun, sonuç, Berat Albayrak’ın istifası oldu. Bu istifada benim özellikle dikkatimi çeken dört konu vardı.

Birincisi, istifanın sosyal medya hesabından açıklanmış olması… Bu, daha önce denenmiş bir yöntem olsa da hem herkese yakışmaz, hem de devlet âdâbına uymaz. Uygun olan, astın üste sunduğu istifanın üst mâkâm tarafından kamuoyu ile paylaşılması olmalıdır. Umarım bu şekil, teamül hâline gelmez.

İkincisi, bırakın siyâsî yol arkadaşlığını, akrabalık ilişkilerini bile zedeleyebilecek imalarla bezenmiş bir metin olduğu için, bu istifayı, sıkıntılı bir ilişki sürecinin sonunda bardağın taşması gibi algılıyorum. Erdoğan’ın, damadına “Git!” diyemediği için onun sabrını taşıracak hamleler yapmış olabileceğini düşünüyorum. Benzer bir uygulamanın Davutoğlu’nun Başbakanlık’tan istifası sürecinde de yaşamıştık, malûmunuz. Burada da bardağı taşıran, Merkez Bankası Başkanı’nın -muhtemelen- Albayrak’tan habersiz değiştirilmiş olmasıdır belki…

Üçüncü konu ise, istifanın yetkili merciler tarafından neredeyse 20 saat boyunca görülmemiş olması… Hiç böyle bir olay yaşanmamış kadar büyük bir sessizlik oldu tepede. İletişim Başkanlığı’ndan açıklama yapılacağı bilgisi geldikten sonra bile saatlerce bekledik işin doğrusunu öğrenmek için.

Bu arada Cumhurbaşkanı, iki ayrı etkinliğe katıldı, ikisinde de kameraların karşısına çıktı ama hiç renk vermedi. Ya istifayı kabul edip etmemek konusunda henüz kararını verememişti ya da yeni bakanın kim olacağı konusunda. Bir istifa sürecinde geçen bu uzun süre, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nden beklediğimiz hızlı karar alma özelliğine de hiç yakışmadı.

Dördüncü ve son takıntım ise medyanın tavrı… Muhalif kanallar saatlerce Berat Albayrak yayını yaparken, merkez medyadan çıt çıkmadı. Herhangi bir bakanın istifasının bile büyük haber değeri olması gerekirken, Albayrak’ın görmezden gelinmesi akıl alır gibi değildi. Bir gün boyunca istifa haberi vermeyen onlarca kanal, muhalefetin “saray medyası” benzetmesini kendi yaptığıyla tescil etmiş oldu. Hiçbir medya kuruluşu, bu haberi vermemeyi “Teyid edilmemiş bilgilerle haber yapamayız” saçmalığına bağlayamaz.

Ve tüm muhalefetin dediği gibi, bence de bu süreç, medyanın alnına bir kara leke olarak çalınmıştır.

Ve ekonominin bundan sonraki seyri…

İstifa öncesi dönem, istifa söylentilerinin dolaştığı, istifanın gerçekliğinin anlaşıldığı saatler ve Lütfü Elvan’ın atanması sonrası dövizin seyrini cümle âlem izledi. İstifa krizinden önce 8,58’i görmüş olan ABD doları, belirsizlik bittiğinde 8 TL’ye kadar gerilemişti. Hafta sonunu ise 7 buçuk seviyelerinde geçirdi. Peki, ne oldu da birkaç gün içinde dolarda böylesi bir tarihî düşüş yaşandı?

Ekonomi bilimi, dövizin nasıl değer kazanıp ne zaman kaybedeceğini belirli kurallara bağlamıştır. Meselâ büyük ve kalıcı bir dış yatırım girerse, dış borç stoku azalırsa, ihracatın ithalatı karşılama oranı yükselirse, ülke parası, döviz karşısında değer kazanır. Ama bunların hiçbiri son bir hafta içinde gerçekleşmedi. Zaten bu türden sebepler bir günde ortaya çıkmayacağı için sonuçları da zamana yayılır ve kurda sert hareketler oluşmaz. Piyasaların beklentileri de kurlarda oynamaya sebep olabilir.

Ancak hiçbir beklenti, reel sebeplerle yükselmiş döviz kurunu birkaç günde yüzde 10’lar seviyesinde aşağı çekemez.

Merkez Bankası’na yeni atanan Naci Ağbal’ın da, yeni Hazîne ve Mâliye Bakanı Lütfi Elvan’ın da “İlk hedefimiz enflasyon” demesi ve şeffaf ve de öngörülebilir ekonomiye vurgu yapması bile icraat görmeyen piyasa için bu düşüşe sebep olamaz, olmamalıydı. Döviz kurlarındaki rekor artışların sebepleri nasıl ekonomi kitabına uymadıysa, düşüş de uymadı velhâsıl. Zira senelerdir bağıra çağıra anlatmaya çalıştığımız gibi, Türkiye üzerinde finansal oyunlar oynanıyor, gizli ekonomik ambargolar uygulanıyor. Biz bağımsız olmaya yaklaştıkça, terörle, anarşiyle, darbelerle yapamadıklarını, piyasalardaki spekülasyonlarla yapmaya çalışıyorlar.

Son dönemde Bakan Albayrak yönetimindeki millî ekonomi hamlelerinin yeteri kadar başarı sağlayamamış olmasının sebebi de budur işte! Küreselcileri memnun etmeyecek kararlar alınmış, enerji başta olmak üzere kendi kendine yetecek bir Türkiye ekonomisinin temelleri atılmıştır bu dönemde. İçeride ve dışarıda Albayrak’ın üzerine öyle bir gelinmiştir ki, neredeyse her kötülüğün suçlusu ilân edilmiştir.

İstifadan sonra piyasanın verdiği mesaj, Albayrak’ın şahsına değil, Erdoğan’adır aslında. İlk anda kurlardaki düşüş, Erdoğan’ı istifayı kabul etmeye zorlamak amacı gütmüştü kanımca. Yeni bakan atamasından sonra birkaç saat de olsa kur artışı görülmesi, Elvan’a ve Erdoğan’a küreselcilerin gözdağı olarak okunabilir. “Gördüğünüz döviz üzerinden oyun oynamak için ekonomik sebeplere ihtiyacımız yok. Yeter ki siyâsetimize uygun bir ekonomi programı uygulayın!” demek istemişlerdir.

Şimdi top, Erdoğan ve Lütfi Elvan’da! Daha şeffaf, daha öngörülebilir politikalarla enflasyon odaklı bir politika izlerken, dünya ekonomi oyuncularını rahatsız etmeye devam mı edecekler, yoksa geçici de olsa para baronlarının suyuna gidip ekonomiye nefes aldırmayı mı seçecekler?

Albayrak’a rağmen yapılan Merkez Bankası ataması ve onun döneminde görevden alınan bürokratların göreve iadesi, “suyuna gitme” politikasına yakın olduğumuz izlenimini veriyor bana.

Hangi yol seçilirse seçilsin, millî ekonomi programının olmazsa olmazımız olduğunu ve bir gün mutlaka ekonomik özgürlüğümüze tam olarak kavuşacağımıza inancım tamdır.

Allâh yardımcımız olsun!