HER bir tehdit bizi
büyüttü ve güçlendirdi. Şimdi, tüm insanlık için daha çok çalışma vakti!
***
Bugüne
dek 16 kabuk değiştiren Devletimiz, bu salgın krizinden de güçlenerek çıkmayı
bilecektir. Bu anlamda, büyümek için kabuk değiştiren ıstakozların serüvenine
bakmaya ne dersiniz?
***
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti olarak, dün telsiz vermeyenlere inat, yerli sistemlerimizi
geliştirdik.
Dün
İHA vermeyenlere inat, İHA ve SİHA konusunda dünya ligine girdik.
Dün
bizi Ege’de boğmak isteyenlere inat, Mavi Vatan sınırlarımızı ilân ettik.
“Bizden bir şey olmaz” diyenlere inat, solunum
cihazı gibi, insanlığın ihtiyaç duyduğu bir teknolojiyi çok kısa bir sürede
gerçekleştirdik.
Sınırımızı
tehdit edenlere inat, sınırımızın ötesinde terörü durdurduk.
Bizi
bölmek isteyenlere inat, millet nasıl olunur, kardeşçe beraber nasıl yaşanır
onu da gösterdik.
***
Istakozlar,
büyüdükçe kabuğunun içinde sıkışmakta ve yaşamı boyunca birkaç defa sıkıntılı
ve zor bir süreç ile eski kabuğunu terk etmek durumunda kalmaktaymış.
Bu
konuyu örnek veren bir sosyal bilimci, “Rahatsız
olmayan bir ıstakoz büyüyemez, çünkü kabuk değiştirmek zorunda kalacak kadar
huzursuzluk hissetmektedir. İnsanlar da aynıdır, konforu bozulmayan bir insanı
yeni şeyler yapmaya ikna etmek zordur. İnsan da ıstakoz gibi zorlanmadan ve
mecbur kalmadan kabuğunu değiştirmez, potansiyelini açığa çıkaramaz ve
sınırlarını zorlayamaz” diyordu.
Hepimiz
için bu teorinin doğruluğunu bir şekilde ispatlayan süreçler yaşanmıştır. Okul,
askerlik, iş hayatına atılmak, evlenmek, seyahat etmek gibi yeni deneyimler her
zaman bizi güçlendirmekle sonuçlanmıştır.
Meselâ
okula başlayan bir çocukken öğretmenimizi sevdiğimiz veya ondan korktuğumuz
için, belki de sınıfı geçmek ya da ailemizin takdirini kazanmak için ders çalıştık,
eğitim aldık. Eğitim ya da başka bir süreci tamamlama konusunda ödülden çok
ceza ya da diğer korkularımız bizi motive etmektedir. Mecburiyetler ya da bir
şekilde kaçınamadığımız zorunluluklar insan için bazen hoş olmasa da kesin
olarak öğretici bir etki edebilir.
Askere
gittiğimde asteğmen öğrenci iken subay sınıf okulunda komutanımız şöyle bir şey
söylemişti: “İnsanın en önemli özelliği,
alışabilmesi yani uyum sağlayabilmesidir. Burada sabah erken kalkmaya, bazen yerde
yatıp sürünmeye, spora, disipline ve şu anda düşününce size zor gelen birçok
şeye alıştığınızı şaşırarak fark edeceksiniz.”
Hiç
unutmadığım bir sözdü ve aynen onun söylediği gibi olmuştu. Kısa sürede
alışmıştık ve diğer yandan son derece teknik, hukukî, fiziksel ve idarî anlamda
çok yönlü bir eğitimden sonra belirli bir süreliğine asteğmen olarak subay
olmuş ve askerlik görevimizi icra etmiştik. Hiç plânlamadığımız bir görevi
belirli bir süreliğine neredeyse hepimiz yaptık ve başardık.
***
Hepimizin
özel hayatında, iş hayatında ya da sosyal hayatta yaşadığı korkuları, endişeleri,
hedefleri veya stresleri vardır. Belirli bir dozda ve düzeyde yaşanan her stres,
insanın sınırlarını zorlamasına, hedefleri ve yetenekleriyle ilgili gerçek
potansiyelinin açığa çıkmasına yardımcı olur. Istakoz örneğindeki gibi, tüm
istekleri karşılanan ve konforunu kaybetme riski olmayan bir birey ya da toplum
nasıl kabuk değiştirmeye zorlanacaktır?
Birey
için olduğu kadar toplumlar ve milletler için de bu duygunun geçerli olduğuna
inanıyorum. Çünkü gerçek anlamda ortak bilinç ve duygulara sahip milletler,
tehdit veya saldırı altında olduklarında çok daha büyük bir potansiyel gücü
açığa çıkarabilirler.
Bugün
Covid-19 virüs tehdidi ve küresel salgın sebebiyle belki de modern tarihin en
büyük deneyimini yaşıyoruz. Bugün tüm insanlığın, geleceğe dair çok büyük
endişeleri var. Yarının nasıl olacağı hakkında düne göre çok belirsiz bir
dünyaya doğru ilerliyoruz.
İnsanlar
stres altında… Sorumluluk sahibi olan bilim adamları çözüm aramak için büyük
stres altında, sağlık çalışanları gibi bazı meslek grupları da kendileri ve hastaları
için stres altında, milletimiz ve devletimiz tedbir alınması ve uygulanması
hususunda uyumlu çalışma ve başarıya ulaşma derdinde ve dolayısıyla stres
altında.
Stres
her düzeyde, belirli oranlarda ve yeterli dozda yaşanması hâlinde faydalı bir
itici duyguya dönüşerek çok etkili ve yararlı olabilir. Ancak sosyal stres,
ekonomik stres, üretim ve ihracat payını kaybetmemek için yaşanan ticârî stres,
yönetim kademelerinde alınan kararların doğru ve yanlış etkilerini analiz
ederek yeni kararlar alınmasında yaşanan stres gibi birçok alanda ve düzeyde
stres yaşıyoruz.
Her
düzeyde hissedilen stres olgusu tüm dünyada mevcût. Bu konuda ülkemizin en
büyük avantajı şu ki, karar alma ve uygulama kabiliyetini ispatlamış, toplumun
büyük oranda desteğini alan bir Cumhurbaşkanı liderliğinde, herkes kendi payına
düşen stresi yönetebiliyor.
***
Bu
ve benzeri kriz durumlarında yaşanan stres yönetimi için kritik psikolojik
eşiğin korunmasını sağlayan unsur ise tüm topluma baştan aşağı sirayet eden
güven duygusunun hissedilmesi.
Süreci
yöneten liderin sakin kalması, endişe ve panik hâlini engelliyor. Belirli
düzeylerde oluşturulan danışma kurulları üzerinden güven katsayısını arttıran
karar alma mekanizmaları ile stres yönetiliyor.
İşte
eğer bir kişi, toplum, millet, çalışma grubu ya da kurumsal yapı, organizasyon
yeteneğini kaybetmeden stres yaşıyorsa, bu normal zamanlarda bile
başarılamayacak kadar büyük işlerin başarılabileceğinin bir işaretidir.
Birbirimize inanmak, yarınlara güvenle ulaşmak için birlik ve beraberlik içinde
herkes kendi görevini en üst seviyede icra etmek durumunda hissetmektedir
kendisini.
Böylesi
bir toplumsal farkındalık ile güçlü sevk ve organizasyon disiplini her zaman
elde edilip ulaşılabilecek bir şey değildir. Bu sebeple krizler aynı zamanda birer
fırsattır.
Fırsatı
değerlendiren Türkiye, yerli solunum cihazı üreterek tüm dünyaya kapasitesini ispatlamıştır.
Tıbbî koruyucu malzeme yardımı yapan, süreci evde kalarak ama üretimi ve hayatı
durdurmadan atlatmak için tüm gücüyle yardımlaşma içindedir.
Sağlık
sistemi, hekim ve diğer çalışanları ile hastane altyapısının gücüyle Türkiye,
dünya tarihine adını yazdırmaktadır.
Türkiye
ve Türk milleti, kendi krizlerinden her zaman ders çıkarmayı bilmiştir. Ancak
güçlü liderlikle buluşan bir millî birlik duygusu, tıpkı Kurtuluş Savaşı’ndaki
gibi bir kahramanlık destanına dönüşüp İstiklâl Mücadelesi’nin Türkiye
Cumhuriyeti Devlet’ini doğurması gibi sonuçlar verecektir.
Bu
millet nasıl ki 100 yıl önce kurtuluşa ve kuruluşa liderlik eden bir Mustafa
Kemal Atatürk çıkmışsa, bugün de, yarın da kendi içinden liderler ve
kahramanlar çıkarmaya devam edecektir.
***
Bu
yıl 100’üncüsünü kutladığımız TBMM’nin kuruluş yıldönümü ile beraber geleceğin
kahramanları olan çocuklarımızın da bayramını kutluyoruz.
23
Nisan 1920’de, tıpkı bir ıstakoz gibi, büyük bir millet, bir kabuğunu terk
etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti adıyla yeni bir kabuk ile yoluna devam
etmesini bilmiştir. 100 yıldır farklı tehdit ve saldırılarla yok edilmek,
parçalanmak ya da zihnen esir alınıp kimliksizleştirilerek sömürgeleştirilmek
istenen Devletimiz ve Milletimiz, asla ve asla 1920 rûhunu kaybetmemiş, aklen
ve rûhen teslim olmamıştır.
Kendine
inanarak ve İstiklâl Şairimizin dediği gibi “korkma”dan, tüm dünyanın ilgiyle
izlediği ve dünyaya yardım eli uzatan büyük ve güçlü bir devlet hâline gelmiştir.
Terörle
mücadele dâhil, darbeler ve ihanetlerle yüzleşe yüzleşe kabuk değişimine
zorlanan Devletimiz, bugünlere, yaşadıklarına inat güçlene güçlene ve kabuğunu
yenileye yenileye gelmiştir.
Türkiye,
Suriye’den Doğu Akdeniz’e, Kafkaslardan Balkanlara her yönden baskılanan bir
coğrafyada, acılarıyla birlikte yeniden doğmasını bilmiş ve Türkiye merkezli
olarak güç biriktirmiştir.
Şimdi
tüm dünyayı saran bir salgın ile tüm insanlık kuşatılmış durumda ve tüm
insanlık bir ıstakoz gibi kabuk değişimine yani yenilenmeye zorlanıyor.
Istakozun
doğasında, büyüme ya da kabul değiştirme için yaşadığı stresi yönetmesini
öğreten bir içgüdüsü var. Ama her toplumun, her milletin ya da her devletin
böyle bir doğal bilgisi/içgüdüsü olmayabilir. Çünkü gerçek bir millet olmadan
da ortak bir devletin çatısı altında yaşayan toplumlar var. Örneğin ABD...
Biz
de millet olarak içimizdeki uyumsuzlara, parazit ve asalaklara rağmen duymamız
gerekeni duyuyor, anlamamız gerekeni anlıyoruz. Devlet, millet ve vatandaş
olarak herkes yapması gerekeni en iyi şekilde yapmaya çalışıyor. Aklıyla ve
kalbiyle dinleyen herkes bu sürecin ancak ve ancak ortak bir hareket tarzı ve
güçlü bir uyum ile aşılacağını anlamış durumda.
Bu
sürecin başarıyla sonuçlanmasından korkanlar asla milletimizden değildir.
Türkiye’nin
salgın sonrasında en hızlı ve güçlü toparlanan devletler arasında bulunmasına
gayret etmeliyiz. Yarının en güçlü devletleri, sadece Türkiye gibi salgın
sürecinde en az kayıp yaşayanlar ya da en az hasar alanlar kadar, bu süreçte
birlik ve beraberlik içinde yaşadığı stresi ortak yarınlarına inanarak atlatanlar
olacaktır.
TBMM’nin
100’üncü yılında yapmamız ve yaşamamız gereken, 100 yıl öncesinde ecdâdımızın
yaptığı gibi, millî bir ruhla, birlik içinde çalışmaktır.
Devletimiz ve milletimiz var olsun, Allah tüm insanlığa ve Müslümanlara yardım etsin.