Bir ıstakoz hikâyesi: Büyümek ve Türkiye

Fırsatı değerlendiren Türkiye, yerli solunum cihazı üreterek tüm dünyaya kapasitesini ispatlamıştır. Tıbbî koruyucu malzeme yardımı yapan, süreci evde kalarak ama üretimi ve hayatı durdurmadan atlatmak için tüm gücüyle yardımlaşma içindedir. Sağlık sistemi, hekim ve diğer çalışanları ile hastane altyapısının gücüyle Türkiye, dünya tarihine adını yazdırmaktadır.

HER bir tehdit bizi büyüttü ve güçlendirdi. Şimdi, tüm insanlık için daha çok çalışma vakti!

***

Bugüne dek 16 kabuk değiştiren Devletimiz, bu salgın krizinden de güçlenerek çıkmayı bilecektir. Bu anlamda, büyümek için kabuk değiştiren ıstakozların serüvenine bakmaya ne dersiniz?

***

Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak, dün telsiz vermeyenlere inat, yerli sistemlerimizi geliştirdik.

Dün İHA vermeyenlere inat, İHA ve SİHA konusunda dünya ligine girdik.

Dün bizi Ege’de boğmak isteyenlere inat, Mavi Vatan sınırlarımızı ilân ettik.

“Bizden bir şey olmaz” diyenlere inat, solunum cihazı gibi, insanlığın ihtiyaç duyduğu bir teknolojiyi çok kısa bir sürede gerçekleştirdik.

Sınırımızı tehdit edenlere inat, sınırımızın ötesinde terörü durdurduk.

Bizi bölmek isteyenlere inat, millet nasıl olunur, kardeşçe beraber nasıl yaşanır onu da gösterdik.

***

Istakozlar, büyüdükçe kabuğunun içinde sıkışmakta ve yaşamı boyunca birkaç defa sıkıntılı ve zor bir süreç ile eski kabuğunu terk etmek durumunda kalmaktaymış.

Bu konuyu örnek veren bir sosyal bilimci, “Rahatsız olmayan bir ıstakoz büyüyemez, çünkü kabuk değiştirmek zorunda kalacak kadar huzursuzluk hissetmektedir. İnsanlar da aynıdır, konforu bozulmayan bir insanı yeni şeyler yapmaya ikna etmek zordur. İnsan da ıstakoz gibi zorlanmadan ve mecbur kalmadan kabuğunu değiştirmez, potansiyelini açığa çıkaramaz ve sınırlarını zorlayamaz” diyordu.

Hepimiz için bu teorinin doğruluğunu bir şekilde ispatlayan süreçler yaşanmıştır. Okul, askerlik, iş hayatına atılmak, evlenmek, seyahat etmek gibi yeni deneyimler her zaman bizi güçlendirmekle sonuçlanmıştır.

Meselâ okula başlayan bir çocukken öğretmenimizi sevdiğimiz veya ondan korktuğumuz için, belki de sınıfı geçmek ya da ailemizin takdirini kazanmak için ders çalıştık, eğitim aldık. Eğitim ya da başka bir süreci tamamlama konusunda ödülden çok ceza ya da diğer korkularımız bizi motive etmektedir. Mecburiyetler ya da bir şekilde kaçınamadığımız zorunluluklar insan için bazen hoş olmasa da kesin olarak öğretici bir etki edebilir.

Askere gittiğimde asteğmen öğrenci iken subay sınıf okulunda komutanımız şöyle bir şey söylemişti: “İnsanın en önemli özelliği, alışabilmesi yani uyum sağlayabilmesidir. Burada sabah erken kalkmaya, bazen yerde yatıp sürünmeye, spora, disipline ve şu anda düşününce size zor gelen birçok şeye alıştığınızı şaşırarak fark edeceksiniz.”

Hiç unutmadığım bir sözdü ve aynen onun söylediği gibi olmuştu. Kısa sürede alışmıştık ve diğer yandan son derece teknik, hukukî, fiziksel ve idarî anlamda çok yönlü bir eğitimden sonra belirli bir süreliğine asteğmen olarak subay olmuş ve askerlik görevimizi icra etmiştik. Hiç plânlamadığımız bir görevi belirli bir süreliğine neredeyse hepimiz yaptık ve başardık.   

***

Hepimizin özel hayatında, iş hayatında ya da sosyal hayatta yaşadığı korkuları, endişeleri, hedefleri veya stresleri vardır. Belirli bir dozda ve düzeyde yaşanan her stres, insanın sınırlarını zorlamasına, hedefleri ve yetenekleriyle ilgili gerçek potansiyelinin açığa çıkmasına yardımcı olur. Istakoz örneğindeki gibi, tüm istekleri karşılanan ve konforunu kaybetme riski olmayan bir birey ya da toplum nasıl kabuk değiştirmeye zorlanacaktır?

Birey için olduğu kadar toplumlar ve milletler için de bu duygunun geçerli olduğuna inanıyorum. Çünkü gerçek anlamda ortak bilinç ve duygulara sahip milletler, tehdit veya saldırı altında olduklarında çok daha büyük bir potansiyel gücü açığa çıkarabilirler.

Bugün Covid-19 virüs tehdidi ve küresel salgın sebebiyle belki de modern tarihin en büyük deneyimini yaşıyoruz. Bugün tüm insanlığın, geleceğe dair çok büyük endişeleri var. Yarının nasıl olacağı hakkında düne göre çok belirsiz bir dünyaya doğru ilerliyoruz.

İnsanlar stres altında… Sorumluluk sahibi olan bilim adamları çözüm aramak için büyük stres altında, sağlık çalışanları gibi bazı meslek grupları da kendileri ve hastaları için stres altında, milletimiz ve devletimiz tedbir alınması ve uygulanması hususunda uyumlu çalışma ve başarıya ulaşma derdinde ve dolayısıyla stres altında.

Stres her düzeyde, belirli oranlarda ve yeterli dozda yaşanması hâlinde faydalı bir itici duyguya dönüşerek çok etkili ve yararlı olabilir. Ancak sosyal stres, ekonomik stres, üretim ve ihracat payını kaybetmemek için yaşanan ticârî stres, yönetim kademelerinde alınan kararların doğru ve yanlış etkilerini analiz ederek yeni kararlar alınmasında yaşanan stres gibi birçok alanda ve düzeyde stres yaşıyoruz.

Her düzeyde hissedilen stres olgusu tüm dünyada mevcût. Bu konuda ülkemizin en büyük avantajı şu ki, karar alma ve uygulama kabiliyetini ispatlamış, toplumun büyük oranda desteğini alan bir Cumhurbaşkanı liderliğinde, herkes kendi payına düşen stresi yönetebiliyor.

***

Bu ve benzeri kriz durumlarında yaşanan stres yönetimi için kritik psikolojik eşiğin korunmasını sağlayan unsur ise tüm topluma baştan aşağı sirayet eden güven duygusunun hissedilmesi.

Süreci yöneten liderin sakin kalması, endişe ve panik hâlini engelliyor. Belirli düzeylerde oluşturulan danışma kurulları üzerinden güven katsayısını arttıran karar alma mekanizmaları ile stres yönetiliyor.

İşte eğer bir kişi, toplum, millet, çalışma grubu ya da kurumsal yapı, organizasyon yeteneğini kaybetmeden stres yaşıyorsa, bu normal zamanlarda bile başarılamayacak kadar büyük işlerin başarılabileceğinin bir işaretidir. Birbirimize inanmak, yarınlara güvenle ulaşmak için birlik ve beraberlik içinde herkes kendi görevini en üst seviyede icra etmek durumunda hissetmektedir kendisini.

Böylesi bir toplumsal farkındalık ile güçlü sevk ve organizasyon disiplini her zaman elde edilip ulaşılabilecek bir şey değildir. Bu sebeple krizler aynı zamanda birer fırsattır.

Fırsatı değerlendiren Türkiye, yerli solunum cihazı üreterek tüm dünyaya kapasitesini ispatlamıştır. Tıbbî koruyucu malzeme yardımı yapan, süreci evde kalarak ama üretimi ve hayatı durdurmadan atlatmak için tüm gücüyle yardımlaşma içindedir.

Sağlık sistemi, hekim ve diğer çalışanları ile hastane altyapısının gücüyle Türkiye, dünya tarihine adını yazdırmaktadır.

Türkiye ve Türk milleti, kendi krizlerinden her zaman ders çıkarmayı bilmiştir. Ancak güçlü liderlikle buluşan bir millî birlik duygusu, tıpkı Kurtuluş Savaşı’ndaki gibi bir kahramanlık destanına dönüşüp İstiklâl Mücadelesi’nin Türkiye Cumhuriyeti Devlet’ini doğurması gibi sonuçlar verecektir.

Bu millet nasıl ki 100 yıl önce kurtuluşa ve kuruluşa liderlik eden bir Mustafa Kemal Atatürk çıkmışsa, bugün de, yarın da kendi içinden liderler ve kahramanlar çıkarmaya devam edecektir.

***

Bu yıl 100’üncüsünü kutladığımız TBMM’nin kuruluş yıldönümü ile beraber geleceğin kahramanları olan çocuklarımızın da bayramını kutluyoruz.

23 Nisan 1920’de, tıpkı bir ıstakoz gibi, büyük bir millet, bir kabuğunu terk etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti adıyla yeni bir kabuk ile yoluna devam etmesini bilmiştir. 100 yıldır farklı tehdit ve saldırılarla yok edilmek, parçalanmak ya da zihnen esir alınıp kimliksizleştirilerek sömürgeleştirilmek istenen Devletimiz ve Milletimiz, asla ve asla 1920 rûhunu kaybetmemiş, aklen ve rûhen teslim olmamıştır.

Kendine inanarak ve İstiklâl Şairimizin dediği gibi “korkma”dan, tüm dünyanın ilgiyle izlediği ve dünyaya yardım eli uzatan büyük ve güçlü bir devlet hâline gelmiştir. 

Terörle mücadele dâhil, darbeler ve ihanetlerle yüzleşe yüzleşe kabuk değişimine zorlanan Devletimiz, bugünlere, yaşadıklarına inat güçlene güçlene ve kabuğunu yenileye yenileye gelmiştir.

Türkiye, Suriye’den Doğu Akdeniz’e, Kafkaslardan Balkanlara her yönden baskılanan bir coğrafyada, acılarıyla birlikte yeniden doğmasını bilmiş ve Türkiye merkezli olarak güç biriktirmiştir.

Şimdi tüm dünyayı saran bir salgın ile tüm insanlık kuşatılmış durumda ve tüm insanlık bir ıstakoz gibi kabuk değişimine yani yenilenmeye zorlanıyor.

Istakozun doğasında, büyüme ya da kabul değiştirme için yaşadığı stresi yönetmesini öğreten bir içgüdüsü var. Ama her toplumun, her milletin ya da her devletin böyle bir doğal bilgisi/içgüdüsü olmayabilir. Çünkü gerçek bir millet olmadan da ortak bir devletin çatısı altında yaşayan toplumlar var. Örneğin ABD...

Biz de millet olarak içimizdeki uyumsuzlara, parazit ve asalaklara rağmen duymamız gerekeni duyuyor, anlamamız gerekeni anlıyoruz. Devlet, millet ve vatandaş olarak herkes yapması gerekeni en iyi şekilde yapmaya çalışıyor. Aklıyla ve kalbiyle dinleyen herkes bu sürecin ancak ve ancak ortak bir hareket tarzı ve güçlü bir uyum ile aşılacağını anlamış durumda.

Bu sürecin başarıyla sonuçlanmasından korkanlar asla milletimizden değildir.

Türkiye’nin salgın sonrasında en hızlı ve güçlü toparlanan devletler arasında bulunmasına gayret etmeliyiz. Yarının en güçlü devletleri, sadece Türkiye gibi salgın sürecinde en az kayıp yaşayanlar ya da en az hasar alanlar kadar, bu süreçte birlik ve beraberlik içinde yaşadığı stresi ortak yarınlarına inanarak atlatanlar olacaktır.

TBMM’nin 100’üncü yılında yapmamız ve yaşamamız gereken, 100 yıl öncesinde ecdâdımızın yaptığı gibi, millî bir ruhla, birlik içinde çalışmaktır.

Devletimiz ve milletimiz var olsun, Allah tüm insanlığa ve Müslümanlara yardım etsin.