Bir insan boyu yükseklikten seyir

Tabutu mezarlık yolunda, zihni belleğinin labirentlerinde yol alıyor. Beklenmedik anılar hücum ediyor geçmişinden o ânına. “Bir zamanlar hayatımın kahramanıydım” diye fısıldıyor. Kimse duymuyor…

PARLAK güneş, çarşaf gibi serili bu mavi denize yakamozlar bırakıyor, yüzlerce pırlanta, suyun üzerinde raks ediyordu. Kayaya oturup ayaklarını denize sokmuş dalgaların çarpmasıyla içinin kıyıları ıslanıyordu. Bir şarkı düşüyordu dudaklarından: “Kaderimde hep güzeli aradım/ içimdeki sazlar başka, söz başka/ Hayâlimde canlanırken muradım/ Duvardaki resim başka, sen başka…”

Etrafındaki cam fanusu kırıp ruhu kadar geniş, uçsuz bucaksız bu maviliğe, sınırsız bir zaman aralığında akıp gidiyor ve kayboluyordu. İçindeki zehirden nehirler denize dökülmesin diye sağ eliyle sol yanını bastırıyor, engin mavilikten panzehir devşirmek diler gibi seyrediyordu dalgaları.

Vakit hızla akıyor, sonsuz mavilik yerini laciverte bırakıyor, güneş ufukta turuncu hareler bırakarak perde perde vedalaşıyordu.

Dışında böylesi bir renk cümbüşü ve hayata dair kıpırtılar olmasına rağmen kendini içine dönmekten alıkoyamıyordu. Kanadı kırık bir kuş gibi çırpınıyordu kalbi. Kanadı kırık kuşlar da ölmüyor, yarım kalmış çırpınışlarıyla hayata tutunmaya çalışıyorlardı ya, tıpkı öyle kolsuz kanatsız bir çırpınışla göğsüne saplanan bu korkunç sızıyı, bu hastalıklı sancıyı zapt etmeye çalışıyor, bir sümeyra gibi içine kıvrılıyordu.

***

Deniz öfkeli… Buz gibi dalgalar direncini yitirmiş varlığını alabora ediyor. Beyhude çırpınışlarla yüreği gibi yorgun tüm bedeni.

Yıkık dökük, terk edilmiş bir evin içinde gezinen asabi rüzgârın uğultusu gibi duyduğu sesler… Her dalga şiddetli bir gürültüyle işgal ediyor viraneyi. Cam, çerçeve, kapı, tavan, zemin ne varsa katıp önüne sürüklüyor sanki. Var gücüyle kulaç atıyor, derin nefesler alıyor… Dalgalara karışıyor bu beyhude mücadelesi. Derin mavi suların içindeki azlığını hissettikçe bir dilemma düşüyor aklının direnen kısmına.

Kabuğundan cebren çıkarılmış bir inci tanesi gibi savruluyor derin mavilikte. Bitap düşmüş bedeni teslimiyetin eşiğinde. Nefesi tükendi tükenecek. Bir denizde değil, aynalarla döşeli bir odadaymış hissi dolaşıyor içinde. Dörtnala koşan atların görüntüsü yansıyor aynalara. “Beni de alıp götürün!” diye sesleniyor. Fakat nafile! Öfkeli dalgaların gürültüsünden duyulmuyor sesi. Ağır ağır dibe çöküyor bedeni. Kumları avuçlayıp maviliğini kaybetmiş karanlık sulara savuruyor.

Mücadelesine tanıklık eden istiridye kabuğu onu seyrediyor. Asi dalgalar atlılarıyla “hayat” kalesine şah çekiyor. Can havliyle son gücünü toplayıp denizin dibine vuruyor ayaklarını. Yükseliyor… Ayazı hissediyor ıslak saçlarında. Uzakta bir kara parçası… Bir deniz feneri… Birkaç gemi…

Mesafe uzun, direnci zayıf. Zaman ve mekândan sıyrılıyor ruhu. Bir insan boyu yükseklikten bakıyor şimdi. Acı ile kederin birleştiği yolu seyrediyor. Gümrah söğütlerin gölgelediği yollarda çocuklar dolaşıyor; bir yaşlının ağarmış sakalı ve bükülmüş beli, hayatın katı gerçeklerinden söz ediyor. Emr-i İlâhî ile ruhuna üflendiği andan itibaren başlayan hayatın fâniliğine şahit oluyor. Her canın menzile erişmek için kendine mahsus bir yolu olduğunu fark ediyor. Yeşilliklerin ahengi, bir bebek ağlaması, genç bir kızın gergefine ipekler ve sırmalarla işlediği motif, âşığın şarkısı, şairin şiiri, el ele tutuşmuş, kendisine doğru geliyor.

Evlerin pencerelerine yansıyan ışık huzmeleri hayatın bir fırsat olduğundan söz ediyor. Kurumuş nehirlerden geriye kalan kurak topraklar ilişiyor gözüne. “Göç umuttur” diyor. Durduğu bu yükseklikten biriktirdiği acı, tatlı tecrübelerini yüklenmiş olduğu hâlde omuzlar üzerinde yol alıyor. Soğuk ve daracık bir ahşap kutu içinden, bir omuz yüksekliğinden seyrediyor hayatı ve kendini.

Tabutu mezarlık yolunda, zihni belleğinin labirentlerinde yol alıyor. Beklenmedik anılar hücum ediyor geçmişinden o ânına. “Bir zamanlar hayatımın kahramanıydım” diye fısıldıyor. Kimse duymuyor. Ama iyi geliyor bu fısıltı ruhuna. Beklenmedik bir titreyiş sarıyor bedenini. Sıyrılmak, kurtulmak istiyor bu ölüm pratiğinden. Kollarına derman geliyor, dizlerine takat. Dili semaya duruyor sanki. Ve dökülüyor bir bir kutlu kelimeler. Rabbini zikredip Esmaü’l-Hüsna’yı diliyle kalbine lütfediyor: “Ya Allah, Ya Rahmân, Ya Rahîm, Ya Lâtîf, Ya Hannan, Ya Mennan…”

Sisli, puslu ve azgın dalgaların dövdüğü bedeni güçleniyor, o karanlık bakışlı dalgalar mı çekiliyor, bir el mi onu çekiyor, farkına varamıyor…