
HALİT Yıldırım, Kültür Ajanda okurlarının
yazılarıyla tanıdığı bir isim. 1968 Çorum, Uğurludağ doğumlu. Ziraat Fakültesi
ve Edebiyat Fakültesi mezunu. Şu âna kadar on üç kitaba imza atmış.
Geçtiğimiz
günlerde Ankara’daki büromuza yaptığı ziyarette kendisiyle edebiyat ve Türkiye
gündemi hakkında doyasıya sohbet ettik. Sağ olsun, bize son romanını takdim
etti. Biz de kendi kitaplarımızı imzalayıp verdik.
Yıldırım,
edebiyata şiirle başlayıp hikâye, deneme derken romanlarıyla yoluna devam eden
bir arkadaşımız. 2018 yılında yayınladığı “Muska” isimli mizahî romanından
sonra “Zamanda Kaybolan Adam” romanı, 2020 yılında Yafes Yayınları’ndan çıkmış.
Kitap 282 sayfalık bir hacimde. Kitabın tanıtım bülteninde bize şu ön bilgiler
verilmiş:
“Romanda, günlük
hayatımızın her noktasında karşılaşacağımız ‘keşke’ cümleleri, zamanın ve
mekânın diğer boyutlarında yaşanan enteresan olaylarla bizlere âdeta içimizi
okurcasına yansıtılmış. Yine roman da zamanın boyut algısının olağanüstülüğü,
tasavvufî bir üslûp ve gerçekçi bir yaklaşımla anlaşılır ve tasavvur edilebilir
bir boyuta indirgenmiş. Yazar bunu; sade bir dil, ortalama her okurun
anlayacağı bir üslûp ve merak unsurunun güçlü çekiciliği ile başarmış.
Eser, fantastik bir çizgiden didaktik bir çizgiye evrilirken insanların kaderlerine razı olmadıkları anda başlarına gelebilecek ihtimâlleri ibretamiz bir şekilde ortaya koymuş. Yazar, hemen herkesin içinde taşıyabileceği hayata dair keşkelerini, okurunun da farklı zaman ve mekân boyutları içinde yeniden yaşamasına imkân vermiş. Diğer yandan da her keşkenin ardından insanın yüreğinde birikebilecek kırgınlıkları, âdeta psikolojik bir terapi havasında tedavi etmeye çalışmış. Bunu yaparken de işin sırrının ‘kadere rıza’ olduğunu sağlam referanslarla izah etmiş.”
Romanda Amasya’dan
İstanbul’a gelen “Mahmud” isimli bir gencin kimi zaman fantastik, kimi zaman
tasavvufî ögelerle bezenmiş hikâyesi anlatılmakta. Mahmud, İstanbul’da, tekstil
işinde çalışmaktadır. Akşamları da Üsküdar’da bir tekkede, Osman Efendi isminde
bir hocanın sohbetlerine katılmaktadır. Ancak akşama kadar işi peşinde yorulan
Mahmud, bu sohbetlerde mütemadiyen uyuklamakta, bu durumunu izah ederken
yaşadığı hayatın zorluklarından şikâyet etmektedir. Ona göre geçmişte Ankara’da
yaşayan babasının zamansız bir şekilde yanlış bir karar vererek memleketine
dönmesi onların iyi bir eğitim almasına mani olmuş, bundan dolayı okuyamamış ve
böyle zorlu bir hayat kavgası yaşamasına sebep olmuştur.
Osman Efendi’nin
tasavvuf sohbetlerinde “tayy-i zaman” ve “tayy-i mekân” hakkında yaptığı
konuşmalardan etkilenen Mahmud, hocasından kendisine bu gizli sırları
öğretmesini ister. Hocası ona kaderine razı olması hakkında ne söylediyse ikna
edemez. Sonunda ona kendi hocasının tayy-i mekân sırrına vâkıf olduğunu, bu
konuda küçük bir risalesi ve bir de yüzüğü olduğunu söyler ve bunları Mahmud’a
gösterir. Ona bu yüzüğün nasıl çalıştığını ve okunacak duâları anlatır.
Mahmud, hocasının
onu yalnız bırakmasını fırsat bilerek hemen yüzüğü alır ve gerekli duâları
okuyarak açılan kapıdan geçmişe bir yolculuk yapar. Önce 1975 yılı Ankara’sına
gider ve babasını bulur. Ona bir şekilde kendini tanıtır. Adam onun
anlattıklarına inanmak istemez. Kendisini geleceğe götürürse ancak o zaman ona
inanacağını söyler. Bu defa baba-oğul geçmişten günümüze gelirler ve köylerine
giderler. Adam kendi yaşlı hâlini görür ve gerçekleşmeyen hayâlleri ile
yüzleşince Mahmud’dan bunun sebeplerini öğrenir. Tekrar onun zamanına dönerler
ve adam memleketine dönmek plânlarından vazgeçerek Ankara’da kalmaya karar
verir.
Mahmud ise artık
gönül rahatlığı ile zamanına döner ama onu ne hocası, ne eşi tanır. Eşi başka
bir adam ile evlenmiş, tanımadığı çocukları olmuştur. Hocasının ondan izinsiz
yüzüğü aldığı için kendine küstüğünü düşünür ama hocası onu tanımadığını
söyler. Eşine durumu izah etmek isterken o esnada televizyonda son dakika
haberlerinde kendisi ile ilgili bir haber geçmektedir. Mahmud, aranan azılı bir
katildir. Oradan kaçar ve babasına telefon ederek kendisine yardım etmesini ister.
O da ona ters çıkar ama Ankara’da olduğunu öğrenir. Yine yüzükle yolculuk yapar
ve Ankara’da babasının yanına gider. Gördükleri karşısında şaşırır. Zira annesi
ölmüş, babası bir başka kadınla evlenmiştir. Kendisinin de bitirim bir tip
olduğunu öğrenir.
Bu durumdan
kurtulmak için mutlaka hocası ile görüşmesi gerektiğini babasına anlatır.
Babası da ona Yunus Emre ile Tabduk arasındaki bir menkıbeyi anlatır. Bundan
etkilenen Mahmud, Yunus Emre zamanına gider ve onunla Tabduk dergâhından
ayrılıp yolculuk eder. Yunus Emre’nin pişmanlık duyup dergâha geri dönmesi,
Tabduk’un eşiğine yatması hâdisesi ve tekrar dergâha kabul edilmesine şahitlik
eder. Tekrar kendi zamanına döner ama yine hocası ve dergâhtaki arkadaşları onu
tanımaz.
Bir şeyler ters
gitmektedir. Bu defa bazı olaylara karışır ve polis peşine düşer. Eşinden
yardım istemek amacıyla Mahmut Paşa’daki dükkânlarına gider. Ancak değişen bir
şey yoktur. Sanki bir dejavu yaşar. Yine kaçmaya başlar. Bir yandan da yüzüğü
çalıştırmak için uğraşır. Ayağı tökezler ve yere düşerken açılan kapıdan zaman
yolculuğunu tamamlar. Mahmud bu defa hocasının odasında gözünü açar. Zira
yaşadıkları, bir rüyadan başka bir şey değildir. Hocası da ona, kadere rıza
konusunda epey bir ders verir.
Romanda Osman
Efendi ile gazetecilerin tasavvuf hakkında yaptıkları bir röportajda hem tasavvuf
hakkında bilgiler verilir, hem de günümüzün yanlış uygulamalarına eleştiri
getirilir. Bunun yanında tasavvufa yapılan eleştirilerin amacının yanlış uygulamalar
bahane edilerek İslâmî değerlere saldırmak olduğu üzerinde durulur.
Romanın girişinde,
alışılmışın dışında, kitabın editörlüğünü yapan Sema Altınay’ın bir takdim
yazısı vardır. Altınay, “Yıldırım’ın daha önce yayımlanan hikâyeleri ve
romanlarını bu roman ile mukayese ettiğimizde en büyük ortak noktanın,
eserlerin tamamında didaktik unsurların olmasıdır. Ancak bu didaktiklik, mizahî
bir anlatım, sağlam bir kurgu ve sürpriz sonuçlarla iç içe geçmiş bir heyecan
atmosferi içerisinde, şekerin çayda eridiği gibi tam kıvamında verilmiş. Yazar,
Zamanda Kaybolan Adam romanının didaktik özelliğini, eserin içinde yer alan
kahramanlarıyla gözler önüne serdiği gibi, bu öğreti ile ilgili referanslarını
da yer yer göstererek sağlam bir yapı ortaya koymuş. Romanın tasavvufî boyutu
ile harmanlanmış olan gerçeklik algısı, akıcılığı ve sürükleyiciliği ile
birlikte psikolojik tahlillerle özgün bir hava yakalamış” demektedir.
Roman, iç içe
geçen olaylarla sağlam bir kurguya sahip. Bizim de gözlemlediğimiz kadarıyla
romanın gerçeklik algısı, bu kurguda yer alan “Mevlâna, Yunus Emre, Abdülkadir Geylani,
Aziz Mahmud Hüdayî, Hacı Bayram Veli ve Ak Şemseddin” gibi mutasavvıfların
menkıbeleriyle desteklenmiş. Bu yönüyle roman, her kesimden insana dersler vererek
edebiyatımızdaki kıssadan hisse çıkarma geleneğini devam ettirmiş.
“Yürek diliyle
roman nasıl yazılır?” sorusuna cevap örneği sunan Yıldırım’ı bu güzel roman
için tebrik ediyor ve ondan daha nice romanlar bekliyoruz…