
NE zaman, bilmiyorum ama mutlaka geleceğim. Hani geleceğim diyorum ya, nasıl geleceğim onu da çok bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki, bir huzurdan başka bir huzura geleceğim.
Azıcık bilimsellik katacak olursak faz değiştireceğim, sen buna hâl değişimi de diyebilirsin. Kimseler yokken veya her tarafın herkesle kaplıyken, sessiz değil belki de çığlıklarla yanına uzanacağım ya da ben öyle sanacağım. Gözlerimde biraz yaş olacak, dudaklarımda tebessüm, Karadeniz gibi, belki Kefken gibi titreyecek sol alt dudağımın kıyısı. Üst kıyısı mı, o sana şiirler fısıldayacak kimselerin duymadığı, duyamadığı, duyamayacağı şiirler… Belki yaylaların o bilindik sert poyrazları esecek tüm şiirlerin üzerine… Ama yüreğinde bir yerlerde acı hissetmen için değil bu, vuslat tamamlansın diye esecek.
Hadi şimdi başlayalım küçük bir eylemle işe ve kapayalım gözlerimizi, donduralım en uzaktaki anıların zamanını. Ateş etrafında halay çeken romanları düşün veya bizi düşünelim, bir güz mevsiminde nasıl da ıslanıp titrediğimizi. O gün sert esiyordu gökyüzü; ama yüreğimiz şefkatle doluyordu.
Bir gün sana geleceğim, yarım olan beni ve seni tamamlamak için. Düşün ki yaşanmayan, yaşanamayan, söylenememiş ne kadar söz varsa yüreğini, yüreğimi tamamlayacak olan, düşündüklerimiz, düşünemediklerimiz, boş verip ötelediğimiz, yeterince haykıramadığımız sevgimiz için… Gurbetin gözlerini nemlendirip, diline tutturduğu türküleri savurmak, birlikte büyümenin aşkını yaşamak, alabildiğine direnmek hayatın tüm zorluklarına, bu uğurda ödenen bedellere, yüzünde oluşacak İlâhî bir tebessümü ölmeden görüp amansız denilen sevdaya bir aman verebilmek için. Sana söz veriyorum nazlı çiçek, bir gün derleyip yıldızları baş ucuna dizeceğim, güneşi yumak gibi sereceğim yoluna, teninin kokusunu kıskanan çiçeklerden bin bir kokuyu yüreğimle taşıyacağım. Ellerimizde yücelecek geleceğin sonsuzluğu, kıpırdayacak toprak, kıpırdayacak deniz, tutuşacak yeniden ateş. Kim bilir bir sabah bir çocuğun ağlamasıyla ya da bir özgürlük savaşçısının, meselâ bir Gazzeli gencin sapanıyla saçlarına konacağım akşamların kızıl gülü gibi. Kucaklayacağız çocuğu, şehadete ulaşmış anneleri, kucaklayacaklar babalar olmayan kollarıyla bizi. Tutuşacak yüreklerimiz yeniden, yeniden şaha kalkacak sevdamız, büyümenin koşullarıyla sevdalanacağız yarınlara, yüzümüzdeki tebessümler koşarken amansız sevdamızla İlâhî sona.
Bir gün sana geleceğim, sararmış bir takvim yaprağından, belki bir kar tanesiyle, belki de yağmur. Seninle geçen günleri yâd edip, hesap soracağım ayrı kaldığımız tüm zamanlara, bizi birleştiremeyen yollara, kırılganlıklarımıza, onurumuza, sevdamızı serpeceğim mevsimin rüzgârlarına. Belki bakışlarındaki ışık şuleleri olacağım, belki kulağındaki ses, göz kırpmadan sabahladığın gecelerin hesabını vereceğim, isyan edeceğim çaresizliğin tüm şiirlerine hece hece, acıyı ve aşkı bir nefeste anlatacağım. Gönül fermuarındaki kilidi kıracağım bakışlarımla, idam fermanımla hayallerine ineceğim, tüm kara sevdalıların önünde idam ipimi darağacına ben asacağım. Bir yatsı vakti, belki sabah ezanında sessizce ineceğim yüreğindeki mezarlıklara, ne yazılmış mezara taşlarına ilgiyle okuyacağım. Bir tanrı misafiri olarak yerimi ayırtacağım belki, belki de tutup kollarımdan kendine alacaksın. Gitmeyeceğim o vakit kovsan bile gönlüne sırçadan saraylar yapacağım.
Bir gün sana geleceğim, öfkeli yağmurun masum toprağa inişi gibi. Derin tutkuların haddesinde suya hasret çelik gibi. Avuçlarımda umutlar olacak buket buket çiçekler gibi, susacak dilim gözlerim konuşacak. Yüreğinde esen sevda rüzgârlarına eşlik edecek nefesim, aşılan yokuşların şarkısı dolduracak yüreğini. Bir gülüşünle unutmak için tüm hasretleri, karanlık gecelerdeki yorgunlukları… Tebessümünle çiçekler açtırmak için yamaçlarımda, bahar iklimi gibi parlayacaksın gözlerimde. Daha çok geç kalmayacağım, unutmuyorum beklediğin geceleri, parmaklarına konan kelebeğe okuduğun şarkıyı, tüm dünya seni tanısın diye özel meşaleler yakacağım. Elimden tutan elini öpeceğim, gözüme bakan gözlerini, merhametin boyasıyla boyalı gönlüne yorgun bir savaşçı gibi yaslanacağım.
Bir gün sana geleceğim. Elim boş olmayacak yüreğim gibi. Şiirler yazıp duruyorum ya, özgürlük şarkıları da olacak bizden miras… Çok daha fazlasını besteleyecek gözlerimin sağnağındaki yüreğin, yoksa huzura ulaşamaz hasretle açılan kollarım. Daha azını zül sayar yakıştırmaz kendimize. Senden hayata dair ne varsa dilenmek için gelişim, yoksa unutacağım şiirin içindeki tutkuyu, umudu ve soluk almayı. Umut tuzakmış, derler ama umut olmasa nasıl yürürdük yıllardır adını bilmediğimiz sokaklarda. Şimdi senli zamanların sesini duymaktayım senin beni duyduğunu düşündüğüm gibi. Her adımda sesini duyabildiğim, gülüşünü görebildiğim, varlığını teneffüs ettiğim umut dolu günlerin bahtiyar sarhoşluğu ile sana geleceğim.… Göğsümde o buğulu bakışların, güz katresi kıvamındaki hüznü ile…
Belki sileceğim gurbet akşamlarının ağlamaklı özlemlerini ve gözlerinde tebessümler yeşerecek bakıp durduğun ırmakların kıyılarında. Paslı hançerden aklımıza yayılan zehirlerin eczası olacak bu gelişim, ellerinde vuslatın yedivereni yeşillenecek. Her an elimde kalem, bakışlarının mürekkebinden ilham alan defterlerin, mektupların gizemiyle geleceğim. İşte böyle yeneceğiz tükenmişliğimizi artacak aniden yaşam sermayemiz.
Bir gün sana geleceğim, gezdiğimiz sokaklardan, oturduğumuz parklardan, hüzünlerimizi bohçaladığımız akşamlardan. Ormanların sonbahar hışıltılarından, ilkbaharın coşkun akan ırmaklarından, savrularak çoğaldığımız rüzgârlardan, birbirimize karıştığımız yolculuklarımızdan…Aklımda tek bir günün değil tüm yılların görüntüleriyle çalacağım kapını zamanın bilmem hangi vaktinde. Karşımda tüm sevecenliği ile duran ışıklı bir çift göz, duygu yoğunluklu bir ses; neşeli, güleç ve tutkulu... Masalsı, şiirsel, ressamları kıskandıracak bir güzelliğe ulaşmanın huzuru... İşte böyle bir duygu sana gelmenin gelebilmenin hayali. Zira seven seveninin her şeyi, kâinat ondan ibaret sanki. Zira o tek başına aranan, bulunamayan; bilinen, tanınmayan; istenen, ama ulaşılamayan… Bir ipek yumağı gibi çözülüyor anılar, her yanımda onlar ve her gün yürüyorum onların üzerinden. Kulağımda kuğu cıvıltıları, gülüşün, şakıyarak mimiklerinle sohbetin… Bir gün bütün bunları bohçalayıp dizlerinin üzerinde bir bir açmak için ve de kalmak üzere geleceğim. Bir gün…
Uykunu unuttuğun bir gece, her şey bitti deyip her şeyden vazgeçtiğin anın bir sonrasında geleceğim; unuttuğun uykuların için, her şeye yeniden başlaman için. Beni sana getirmeyen günlerimin hepsini alıp bir çuvala dolduruyor, ağzını bağlayıp kıyısı okyanus olan sarp uçurumdan aşağıya yuvarlıyorum. Gelemediğim tüm zamanların katiliyim artık! Bir anının ilk hecesi dahi yetiyor sana koşup gelmeme. Değil ki o yaşanmışlıklar… O selam, o karşılayış, o tutsak oluş… Yüreğimdeki tutku nereden geliyor, hangi yaşanmışlıktan? Ben niye böyle hasretim, ya sen niye böyle seviyorsun söyleyemeden? Hüznün sonu yok, düşüncelerin de… Dolunay düşen yolların en kestirmelerinden sana sürükleniyorum. Bir şiir gibi kanayan yaralarına merhem olabilmek için geliyorum.
Biliyorum söylemiyorsun, gel diyemiyorsun ve içinde tutuyorsun. Söylersen tılsımı bozulur diye değil, umudun kanadı paramparça olur diye susuyorsun. Bilmem ki gelmemden mi korkuyorsun, gelmeyeceğimi mi düşünüyorsun? Biliyorsun sayfalarda yarım kalmış şiirlerim, öykülerim, mektuplarım… Belki de sen şarkıları bile yarıda kesiyorsun. Haklısın, çünkü hiçbir şiir, hiçbir öykü, hiçbir şarkı sana layık değil. Hepsi senin için ama hiçbiri bakışının binde biri bile etmez, edemez. Ne büyük bir umuttur tüm bunları sana sunabilmek düşüncesi ve ne büyük bir umuttur en güzel güftelerle ve yüce duygularla sana gelmek hayali... Ve bana gelme özgürlüğü tanı ki yollar yürümenin şehvetini her koşar adımda sonuna kadar yaşasın.
Bir gün sana geleceğim. Sarhoş naralarının sokakları inlettiği bir gece. Kederli bakışlarımı alıp mesafenin sonsuzluğuna odaklayacağım. Yürüyeceğim, varsa çözümsüzlük onları da ben çözeceğim. Yalnız bu şekilde geçen zamanı yelelerinden yakalayıp peşinden sürükleneceğim. Şairin dediği gibi “İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı/ Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı”. İnsan bu duygularla gideceği yere gitmeli. Ve insan kime nasıl gideceğini bilmeli. Ve haykırmalı en azından kendine: “Onu sevmekle geç ey yaşamak!”Biliyorum ne gitmenin ne de gelmenin sırası ama ben bir gece ansızın sana geleceğim…