BİR yerden bir yere göç etmek, ardında nice hikâyeleri beraberinde getirir. Bazen sevinçleri, bazen de kederleri sırtına yükler ve sonu gelmez maceralara beraberinde sürükler.
Nadine Labaki’nin yönettiği Fransa-Lübnan ortak yapımı 2018 çıkışlı drama filmi olan “Kefernahum”, sonu gelmez maceraların anlatıldığı eşsiz filmlerden yalnızca biri. Filmi izlediğim gibi ilk işim, Kefernahum’un ne anlama geldiğine bakmak oldu. Kelime aslen Fransızcadan geliyor. “Kaos” anlamında… Fransız edebiyatında da kaosu ifade etmek için kullanılıyor. Aynı zamanda Kefernahum, İsrail sınırları içerisindeki Taberiye gölü kıyısında bulunan tarihî bir köyün de adı. İncil’de İsa’nın, cinlerin ele geçirdiği bir adamı kurtarması için gittiği köylerden biri olarak biliniyor.
“Kefernahum” filmi, kaosun içine düşen mülteci bir çocuğun hikâyesiyle dolu. Beyrut’un gecekondu mahallelerinde gerçek mekânlarda çekilen bir film. Oyuncuları amatör ve karakterleri gerçek hayattan seçilen başarılı bir film bizi karşılıyor. Savaşın tam ortasından sıyrılıp kırmızı halıya kadar uzanan bu başarılı eser, Cannes Film Festivalinde Jüri Özel Ödülüne değer görülmüş. Altın Portakal En İyi Erkek Oyuncu Ödülünü de alarak bu alandaki başarını göstermiş.
Gelelim filmin konusuna…
Başrol karakteri Zain, Suriye’deki savaştan kaçıp Beyrut’ta ailesiyle yaşam mücadelesi veren, ailesine destek olmak için kardeşleriyle birlikte sokaklarda eşya satarak hayatta kalmaya çalışan bir çocuktur. Zain, kız kardeşi Sahar’ın küçük yaşta evlendirilmesine karşı çıkar. Ailesini kararından vazgeçiremeyince, kız kardeşi, kendisinden yaşça büyük olan mahalle bakkalı ile zorla evlendirilir. Buna engel olamayan Zain, artık ailesiyle beraber yaşamak istemez ve evden kaçar. Hikâye de tam bu noktada başka bir yoksulluğa bağlanır.
Etiyopya’dan kaçak yollarla Beyrut’a gelmiş Rahil isimli bir kadın, Zain’e sahip çıkar ve onu barakadan bozma evine götürür. Rahil çalışırken Zain de onun bir buçuk yaşındaki bebeği Yonas’a bakar. Sonrasında filmde Zain’in kendi ailesinde yerine getiremediği abilik görevini bu bebeğe karşı nasıl üstlendiğini ve mahkeme salonlarındaki azim dolu mücadelesini görürüz. Bu aşamada kardeşinin ölümüne sebep olan bir şahsı bıçakladığı için beş yıl hapis cezasına mahkûm edilen 12 yaşındaki Zain’in ailesinden dâvâcı olması, çok özel enstantaneyle beyazperdeye yansıtılmış.
Gerçek hayatta yaşadıklarını filme çok başarılı bir şekilde yansıtan Zain’in bu filme dâhil olma hikâyesi de çok farklı. Yönetmen, onun filme dâhil olma hikâyesini de şöyle şekilde açıklıyor:
“Oyuncu seçimi çok uzun ve zorlu bir süreçti. İnsanlarla, çocuklarla mülâkat yapmak ve çocuklarla sokakta konuşmak için Lübnan’ın her yerine giden bir oyuncu bulma ekibim vardı. Lübnan sokaklarındaki tüm çocukları gördüm; birçok çocukla mülâkat yaptılar ve Zain de bunlardan biriydi. Gözleri ve diğer her şeyi yazdığım karakterin aynısıydı ve daha Zain ile tanışmadan 4 yıl önce bile yetişkinlerin suratına bağıran bir çocuğun yüzünü çizmiştim.
İki görüntüyü birbiriyle kıyasladığınızda görüyorsunuz ki o kişi Zain. Bu yüzden benim için o, mucize çocuk. Kendisi Suriyeli bir mülteci. Elbette Suriye’deki savaştan kaçmış, Lübnan’a gelmiş ve son sekiz yıldır Lübnan’da çok zor koşullarda yaşıyor. Okula gitmiyor, sokaklarda büyümüş.
Sokaklarda büyüdüğünüzde çok şey görürsünüz. Çok fazla şiddet ve çok fazla istismar görürsünüz. Kendisi birçok şeye maruz kaldı ve onda çocukluğunu yitirmiş, yetişkin olmuş bir çocuğun bilgeliği vardı. Ve bu yüzden bu kadar iyi olabildi. Çünkü zaten bildiği bir şeyi yapıyordu.”
İnsanoğlu ağaç misâli doğduğu, büyüdüğü yani yaşamış olduğu yerlere köklerini salar. Kültürüyle, geleneğiyle ve düşünceleriyle kök saldığı o derin topraktan beslenir. Göç, insanoğlunun mazisindeki bu derin köklerden acımasızca koparılması ve sökülüp çıkarılması gibi. Zain de Suriye’deki durumlardan dolayı ailesiyle Lübnan’a kaçmak zorunda kalan milyonlarca çocuktan yalnızca biri. Göçün kültürel, sosyal, ahlâkî ve ekonomik yönlerinden oldukça fazla etkilenen Zain’in yaşadıklarını beyazperdede başarıyla yansıtması oldukça etkileyici.
Bugün dünya genelinde göçmen sayısının günden güne arttığı, dünyanın hiç olmadığı kadar çok mülteci çocuğa ve sığınmacı aileye yuva olduğu bir döneme şahit oluyoruz. Afrika’daki açlığın ve işsizliğin ciddî bir boyuta ulaşması, Afganistan gibi bölgelerde iç çatışmaların hâlen devam etmesi, Irak’taki bazı bölgelerin terör örgütlerince güvenlik ve huzur yönünden tehdit edilmesi, Suriye’de hâlen devam eden istikrarsızlık ve diğer ülkelerde yaşanan insanlık ve onur kırıcı durumlar, maalesef milyonlarca insanın yurtlarından kaçıp göç etmelerine neden oluyor. Bu durum da göçmenlerin gittikleri ülkelerde kültürel, sosyal ve ekonomik olmak üzere birçok sorunu yaşamalarına sebep. Öne çıkan durumlardan bazılarıysa dil konusu, işsizlik, ekonomik zorluklar, çocuk işçiliği, ırkçı yaklaşımlar, akran zorbalığı, kültürel ve sosyal uyumsuzluklar...
Kefernahum’da çocuklar özelinde kültürel, sosyal ve ekonomik durumlar çok etkileyici bir şekilde beyazperdeye aktarılmış. Ne yazık ki hâlâ devam eden ve önünü alamadığımız çocuk işçiliği ve çocuk gelin sorununu bu filmde net bir şekilde işlemiş. Zain’in on bir yaşındaki kız kardeşi Sahar’ın ergenlik dönemine girer girmez ev sahipleriyle evlendirilmek istenmesi, daha iyi ve rahat bir hayat yaşayacağı düşünülmesi ise aslında onu büyük bir felâkete sürüklüyor. Ne yazık ki Zain’in bütün çabalarına rağmen Sahar evlendiriliyor ve daha on bir yaşındayken hamile kalıyor. Doğal olarak vücudu bu hamileliği kaldıramıyor ve söz konusu gebelik, Sahar’ın ölümüne sebep oluyor.
Filmde öne çıkarılan konulardan bir diğeri de kaçak çalışma ve kimliksizlik sorunu. Çocuğu için yaşayan ve ona daha iyi bir hayat sunmaya çalışan Etiyopyalı mülteci bir anne üzerinden bu konu da çok güzel yansıtılmış. Çocuk işçiliği konusunda Zain üzerinden çok ince mesajlar verilmiş.
Her göçün ardında bıraktığı o derin hikâyelere şahit olmak isteyenlerin defalarca izleyip takdir edeceği bu filme zaman ayırmanızı tavsiye ediyorum. Unutmayalım ki, bazen okuyarak, bazen de izleyerek bu acılara şahit olabiliriz. Kefernahum filmi de göç konusunu ve göçmenleri daha iyi anlamamız adına önümüze çıkan güzel fırsatlardan biri.